Cumhuriyetin Kurucu Felsefesi Teraneleri Üzerine

15 Temmuz 2016 tarihli meş’um darbe kalkışmasının Türkiye’ye sosyal, siyasal, ekonomik hemen her alanda çok büyük zararlar verdiği muhakkak… İnşallah, bu zararlar kalıcı hasar bırakmadan kısa sürede telafi edilecektir… Ancak toplumsal düzenin yeniden tanzimi (restorasyonu değil) ile ilgili dikkat edilmesi gereken en önemli husus yanlış bir yöne kanalize edilmeye çalışılmaktadır ki o da cumhuriyetin kurucu felsefesine geri dönme teraneleridir… Bu teraneleri seslendirenlerin muradı çok açık: Kemalci oligarşik yapılanmaya yeniden dönmek… Darbe kalkışmasının millete verebileceği en büyük zarar belki de bu teranelere kulak asmak olacaktır… Kemalci oligarşinin, Osmanlının külleri üzerinde ilan ettiği (kurduğu değil)  cumhuriyet gerçek bir cumhuriyet midir ki onun felsefesine geri dönmek arzulanabilir bir şey olsun???

Kemalci oligarşik çevrelerin pompaladığı şu havalara bakar mısınız:

“Atatürk’ün kurucu felsefesine derhal dönmemiz gerekiyor… Laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında birleşmeliyiz… Dönüp dolaşıp Atatürk’ün dediklerine geliyoruz… Şimdi “Egemenlik milletin” diyenler, Atatürk’ün Medeni Bilgileri’ni okusunlar…” “Türkiye, eğer bütün sorunlarını aşacaksa, ‘Cumhuriyet’in kuruluşundaki değerlere’ dönmek zorundadır…”

M. Kemal Atatürk, Türkiye’yi, “uygar toplumlar içinde yaraştığı kata yükseltmek”, uygarlıkla ilgili “iç ve ilişkilerde verimli sonuçlar sağlayabilmek” ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temeller üzerinde her gün daha çok güçlendirmek” için “her araçtan” yararlandığını belirtmiştir… 29 Nisan 1920′de yürürlüğe giren, öncelikle Kurtuluş Savaşı’nın sorunsuz devamı için çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu; İlki, 11 Eylül 1920′de kurulan “İstiklal Mahkemeleri” ve 4 Mart 1925 tarihli “Takrir-i Sükûn Kanunu”… Bunlar, Türkiye’nin “kurucu ayarları” olan yasalardır ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundaki değerlere de bu kanunların sağladığı imkânlarla ulaşılmıştır… Tüm “siyasi ve sosyal değişimler”, Mustafa Kemal’in de, NUTUK’ta, bizzat kendisinin açıkça ifade ettiği gibi, “bu kanunların yürürlükte olduğu zamanlarda” gerçekleştirilmiştir…”

“Dün Cumhuriyet’in temel değerleri ve kurucu felsefesiyle mücadele edenlerin bugün parti binalarına ve meydanlara Atatürk posterleri asmaları, dün tepki topluyor diyerek TC yazısını sildiren, ellerinde Osmanlı Sancağı taşıyanların bugün TC’ye Türk Bayrağı’na sahip çıkmaları, Ulu Önder’in ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ sözünü dağlara taşlara yazmaları elbette ciddi bir gelişmedir… Ancak yetmez… Ülkemizin acilen Cumhuriyet’in kurucu felsefesi ayarlarına geri dönmesi gerekmektedir… Bu ülkenin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmasının tek yolu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başta laiklik ilkesi olmak üzere gösterdiği ilkelerin devletin her kademesinde etkin hale getirilmesinden geçmektedir…”

“Ülkemizde çoğulcu demokrasinin ancak laiklikle var olabileceğini ve laikliğin, dinsel cemaatlerin toplumu ve siyaseti kontrolünü engelleyen en önemli enstrüman olduğunu görmek için daha kaç acı tecrübeye ihtiyaç var???” “Cumhuriyet’in kurucu değerleri, kurucu felsefesi üzerinde yükselen, yücelen Türkiye Cumhuriyeti bunlardan ödün verdiği ve vazgeçtiğinde sorunlar içinden çıkılmaz hale geliyor… Cumhuriyet değerlerinden ve demokratik işleyişten uzaklaştığımızda maalesef darbelere varan ve devletin içinden devleti yok etmeye varan yapılar, çeteler ortaya çıkıyor… Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerine hepimizin bağlı olması gerektiğini bir kez daha net olarak anlamış olduk…”

“Cumhuriyet’in kurucu değerlerine, felsefesine dönmemiz gerekiyor… Cumhuriyet, öyle bir binadır ki nice depremler görse de yıkılmamıştır, yıkılmıyor, yıkılmayacak… Cumhuriyet’in mimarı ise Büyük Önder Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’tür… Atatürk’ün sözlerinin geçerliliği bir kez daha kanıtlanmıştır… Türkiye Atatürk ilkelerinden uzaklaştığında felaketlerle karşılaşmaktadır… Bizim çıkış yolumuz Atatürk ilkelerini yeniden hatırlamaktır…”

Bu teraneleri dillendirenler ya gerçek cumhuriyetin ne olduğunu bilmeyen çok cahil insanlardır ya da milleti (halkı) çok cahil zanneden ve onları aldatmaya çalışan hilekârlar… Her iki ihtimalde çok vahim… Şöyle ki bir siyasal sistem olarak cumhuriyet demek, milletin (halkın) rızasına dayanan eşitlik eksenindeki siyasal organizasyon demek olup; Kemalci oligarşinin cumhuriyet dedikleri rejim hiçbir zaman milletin (halkın) rızasını da kendileriyle eşitliğini de kabul etmemiştir… Mustafa Kemal; 1932’den itibaren 18 yıl boyunca EZAN’ı yasaklarken milletin (halkın) rızasına istinaden mi yasaklamıştır??? Bırakın EZAN’ı, TÜRK MÜZİĞİ’ni önce 1926’da fiilen; 2 Kasım 1934 – 6 Eylül 1936 arası  da resmen yasaklayan Mustafa Kemal, milletin (halkın) rızasına istinaden mi yasaklamıştır??? O günlerde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyenler, bu sözü sadece milleti aldatmak için söylemiş, hiçbir zaman milletin (halkın) rızasına istinat etmemişlerdir…  Milletin (halkın) rızasına istinat etmeyenler, onları kendilerinin EŞİT’i olarak kabul ederler mi??? Halkın rızasının ve eşitliğin esamisinin bile olmadığı bir rejim, cumhuriyet ya da demokrasi olarak nitelenebilir mi??? Tabii ki HAYIR!

Kemalci oligarşiye göre; Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundaki değerler, neye istinat ediyormuş: Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na, İstiklal Mahkemeleri’ne, Takrir-i Sükûn Kanunu’na… Peki bunlar sayesinde neyi gerçekleştirmişler??? Çok açık; gerçekleştirdikleri yegâne şey, milleti (halkı) asırlar boyu temsil ettikleri ve mensubu bulundukları İslam medeniyetinden koparmak… Bu nevi sözde cumhuriyetin değerleriyle birileri mücadele etmişse onları tebrik etmek gerekir… Bu mücadeleyi yürütenlerin “milli irade” demeleri hem gerçektir hem de doğaldır… Zira milletin (halkın) rızasına istinaden iktidara gelmektedirler ve hedefleri de Kemalci oligarşiyle milleti (halkı) eşit kılmaktır… Bunu yaparlarken zorlamalardan ya da korkaklıklarından ötürü parti binalarına ve meydanlara Atatürk posterleri asıyorlarsa belki mazur görülebilirler; yok şayet gönüllülerse bu da olsa olsa Stockholm sendromuna yakalandıkları anlamına gelir ki inşallah o illetten de kurtulurlar…

Kemalci oligarşinin cumhuriyeti; hiçbir zaman çoğulcu demokrasi olmadığı gibi; gerçek anlamıyla laik de olmamıştır… Onlar için çoğulcu demokrasi, homojenite; laiklik de İslam düşmanlığıdır… İddialarının aksine, İslami cemaatler de hiçbir zaman toplumu ve siyaseti kontrol etmemiştir… Hatta ve hatta denilebilir ki onların laiklik dedikler şey, sadece ve sadece İslam’ı ve Müslüman cemaatleri kontrol altında tutmanın aracı olmuştur… Türkiye’deki sorunlar yumağının kaynağı da İslam ya da Müslüman cemaatler değil, her zaman Kemalci oligarşinin otoriter ve totaliter zihniyeti olmuştur… Darbelere kalkışan, devlet içinde devleti yok etmeye çalışan yapıların, çetelerin ortaya çıkmasının sebebi de aynı zihniyettir… Kemalci oligarşi, ne zaman insanların İslam’ı hakkıyla öğrenmelerine fırsat vermiş ki o tür oluşumlardan şikayete hakkı olsun??? Açıktır ki Kemalci oligarşinin cumhuriyeti, hiçbir zaman demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olmamıştır; olamazdı çünkü öyle bir alt yapıyla tesis edilmiş değildi… Siyasi hayatı boyunca kuvvetler ayrımına karşı çıkan Mustafa Kemal’in demokratik, laik, sosyal hukuk devletini savunduğunu iddia etmek, eğer manipülasyon değilse yalnızca cehaletle kabildir… Kısacası; Kemalci oligarşinin ulu önderi, cumhuriyetin ya da demokratik, laik sosyal hukuk devletinin mimarı değil, Tekparti Diktatörlüğü’nün mimarıdır…

Maalesef bu manipülasyonların tesirinde kalan Başbakan Binali YILDIRIM da şöyle diyor: “Atatürk’ün açtığı Meclis’i kapatan hiçbir asker bu ordunun askeri olamaz. Meclis’i bombalayan, o emri veren hiçbir asker bu milletin evladı da değildir, bu ordunun mensubu da değildir. Her darbe teşebbüsü en başta Mustafa Kemal’in hatırasını, onun açılışına öncülük ettiği TBMM’yi yaralamıştır. Hiçbir darbeci Atatürkçü de Kemalist de değildir hatta bu ülkeye de ait değildir…”

Başbakan’ın cümlelerindeki doğru olan kısım şu: Meclis’i bombalayan, o emri veren hiçbir asker bu milletin evladı değildir… Başbakan’ın yanıldığı noktaysa (sürç-i lisan değilse); milletin maruz kaldığı tüm darbeleri yapanların Atatürkçü ve Kemalist olduğu hakikatidir… 15 Temmuz 2016 tarihli darbe kalkışmasının failleri, Yurtta Sulh Konseyi denilen ne idüğü belirsiz cuntacılar aynen şöyle diyorlar: “Yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakârlıklarla kurduğu ve bugünlere getirdiği cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk silahlı kuvvetleri …tesis etmek maksadıyla yönetime el koymuştur…”

Son söz: Türkiye’de toplumsal düzenin gerçek anlamıyla tesisi için çare; Kemalci oligarşinin cumhuriyet dediği rejimin ne idüğü belirsiz kurucu felsefesine dönmek değildir… Çare; herkesin can, mal, akıl, namus ve din emniyetini tesis edecek; adalet, liyakat ve ehliyet temelli gerçek hukuk devletinin değerlerine dönmektir…

Bu yazı Güncel Yazılar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.