16 Nisan 2017‘de Türkiye; Anayasa değişikliği yapmak üzere referanduma gitti. Oylama; “Parlamenter Sistem”e devam ya da “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne geçişeyönelikti. Siyasi partilerden Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi değişiklik için “EVET”i; Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkın Demokrasi Partisi‘de “HAYIR”ı destekledi… Referandum sonuçları birbirine çok yakın çıktı. Gayrı resmi neticeye bakılırsa “EVET” oylarının oranı yüzde 51,41, “HAYIR” oylarının oranı da yüzde 48,59’dur. Yüksek Seçim Kurulu neticeyi resmileştirince, değişiklik yürürlüğe girmiş olacak. Zira mevzuata göre YSK’nın kararları geçerlidir ve bağlayıcıdır. YSK’nın kararına karşı; Danıştay’a, Anayasa Mahkemesine veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamaz. YSK kararlarının doğruluğu tartışılabilir ise de bağlayıcılığı tartışılamaz. Mamafih demokrasilerde “siyasi meşruiyet”in kaynağı “HALK”tır ve halkın çoğunluğu tercihini “1, 41”lik puan farkıyla da olsa “EVET”ten yana yapmıştır. Dolayısıyla da netice elbette “meşru”dur ve “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” kabul edilmiştir. Ancak reylerin oranına bakılırsa halkın taraflara yönelik bir takım mesajlar verdiği de açık… Acaba söz konusu mesajları taraflar açısından nasıl okumak gerekir???
CHP’den başlayalım: Genel seçimlerdeki kemikleşmiş rey oranının yüzde 25 olduğu bilinen CHP’nin, referandumdaki yüzde 48,59’luk “HAYIR” oranını temsil ettiği elbette söylenemez. Hayır, oylarındaki yaklaşık yüzde 25’lik diğer kesim, CHP’li olduğu için değil, yapılmak istenen değişikliği tasvip etmediği için hayır oyu vermiştir… CHP’nin propaganda çalışmalarındaki en önemli argümanı şüphesiz “TEK ADAM” tartışmalarıydı. Bu tartışmaların sonuç üzerinde büyük ölçüde etkili olduğu söylenebilir ise de “TEK ADAM” nitelemelerine CHP’nin yüklediği anlamla hayır diyen yüzde 25’lik diğer kesimin yüklediği anlamın aynı olmadığı da muhakkak… CHP; kurucu başkanı gerçek “TEK ADAM” Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “TEK ADAM”lığını inkâr edip; yapılmak istenen Anayasa değişikliğinin “TEK ADAM” rejimi getireceğini söylerken inandırıcı olabilir miydi??? Tabii ki olamazdı ve olamamıştır da zaten… “TEK ADAM” rejimi; bir “hukuk devleti”nin aksine, devlete ait güçlerin ve yetkilerin (yürütme, yasama, yargı), şöyle ya da böyle “devlet başkanı” ya da “başkan” yahut da “cumhurbaşkanı” olarak nitelenen yönetici tarafından üstlenilen rejim demektir… Bu modelde yönetim; monarşilerden farklı olarak “TEK ADAM”a miras yoluyla kalmaz. Adına “seçim” denilen halk onamasıyla (Mesela, Türkiye’de ATATÜRK. Mesela, Almanya’da HİTLER.) ele geçirilebileceği gibi, “devrim” veya “darbe” (Mesela, Rusya’da LENİN. Mesela, İspanya’da FRANCO. Mesela, Türkiye’de EVREN.) ile de ele geçirilebilir… “TEK ADAM” rejimlerinin temel özelliği; yöneticinin halk adına karar vermesi, kendince iyi, doğru ve güzel olanları halka onaylatması ve halkın sorunlarını böylelikle çözmeyi vaat etmesidir… Binaenaleyh “TEK ADAM” rejimlerinde; yöneticinin yetkilerine sınır çizilemeyeceği gibi, icraatlarına denetim de getirilemez… İcra da (yürütme) ifta da (yasama) kaza da (yargı) “TEK ADAM”ın müdahalesine tabidir… 1920-23’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1950’ye kadarki cemaziyel evveli de cemaziyel ahiri de maalesef “TEK ADAM” rejimidir…
CHP’nin gönüllü SÖZCÜ’sü, köşe yazarlarından Yılmaz ÖZDİL’in, suret-i haktan görünen şu ifadelerine bakar mısınız: “Tek adam rejimi… Hiç̧ adam rejimidir. Memleketin tek adama bırakılması, aslında, o memlekette başka adam kalmadığının göstergesidir, adam kıtlığının itirafıdır. Çünkü̈, birisinin “tek” olabilmesi için, gerisinin “hiç̧” olması gerekir. Birisinin “tek adam” olduğunun kabul edilebilmesi, gerisinin adam olmadığını kendi kendine kabullenmesidir. Birisinin “tek adam” ilan edilmesi, gerisinin kendi kişiliğini, kendi benliğini, kendi iradesini, şerefini, haysiyetini, izzetinefisini, insanı insan yapan değerleri, gönüllü olarak hiçe saymasıdır. Tek adam’dan daha tehlikeli olan, karaktersizliği karakter olarak benimseyen, kula kulluk eden hiç adam’dır. Mustafa Kemal bu tehlikeyi şöyle tarif etmiştir mesela… ‘Bir adam ki, büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki, memleketi kurtarmak için evvela büyük adam lazımdır der ve bunun için kendisine bir örnek seçip, onun gibi olmayınca memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur… Bu, adam değildir.’ Tek adam ayrıca… Kadınların, yani toplumun yarısının yok sayıldığını, adı itibariyle bile sadece erkeklerin yönetebileceğini peşinen dayatan rejimdir. Oysa her kadın kadındır ama… Mustafa Kemal’in de söylediği gibi, her erkek adam değildir. Tek adam yönetiyorsa… Bilin ki, adamsızlık var demektir.” Yılmaz ÖZDİL’in “TEK ADAM” çeşitlemelerinekatılmamak mümkün değil ama tragi-comique olan, tek adamlığı, tek adam referansıyla eleştirmesi… Aldanma ki şair sözü elbette yalandır, diyen şaire selam… Belli ki CHP’nin “TEK ADAM” zihniyetinden gerçekten kurtulabilmesi için birazcık daha rasyonaliteye, cesarete ve desteğe ihtiyacı var… Doğrusunu söylemek gerekirse AK Parti ilkeli davransa hem CHP bu zihniyetten kurtulacak hem de millet o zihniyetten yakasını kurtaracak… Ama nerdeee… Ya geçmiş korkularından ya pragmatizminden ya da kim bilir “ihtida” edip gerçekten de öyle düşündüğünden, müsaade etmiyor… Ak Parti temsilcileri bu hususta bakın neler söylüyor: “Atatürk kalksa bu düzenlemeye kendisi de böyle yaşadığı için ‘Evet’ derdi. Çünkü Atatürk bizim yapmak istediğimizi yaptı… Mustafa Kemal, Samsun’a çıkarken ona da ‘Hayır’ diyenler oldu… Gazi Mustafa Kemal’i düşünün; Samsun’a giderken, ona da karşı çıkanlar oldu. ‘Hayır’ diyenler oldu. Mütareke basını hep bir ağızdan ‘Hayır’ diyordu. Gazi Mustafa Kemal, bunların hiçbirine aldırış etmedi. Geldi, Anadolu’da yeni bir ruh inşa etti. İstiklalimizi biz bu yenilik ve değişim ruhuyla elde ettik. Cumhuriyetimizi bu yenilenme, tazelenme anlayışıyla kurduk ve bugünlere taşıdık…” Hidayetin boyutlarını görüyor musunuz??? Kraldan çok kralcılık bu olsa gerek… Ak Partililer yok; “biz kraldan çok kralcı değiliz, takiyye yapıyoruz”, diyorlarsa bu daha da vahim… Zira Müslümanların gayeleri de vasıtaları da meşru (İslami) olmak zorundadır… Şöyle ya da böyle, referandumun neticesi, CHP açısından bir başarısızlıktır, denilecekse bunun sorumluluğu Kemal KILIÇDAROĞLU’na yüklenebilir mi? Tabii ki HAYIR. Ancak, Kemal KILIÇDAROĞLU başarılı olmak istiyorsa bunun yolunun CHP’yi değiştirmekten geçtiğini bilmek zorunda… CHP; geçmişini reddedip, Avrupa Birliği standartlarında bir sosyal demokrat parti olmadıkça yani halkının diniyle, imanıyla, tarihiyle, geleneğiyle uğraşmaktan vazgeçip, fırsat eşitliğini savunan, herkes için özgürlük ve herkes için ekonomik refah isteyen bir partiye dönüşmedikçe Türkiye’de demokratik yöntemlerle iktidar olma ihtimali yoktur…
HDP’ye gelince: Parti Sözcüsü Osman BAYDEMİR şöyle diyor: “Bu referandum, Cumhuriyet tarihinin çok partili sisteme geçişinden bugüne değin yaşadığı en tartışmalı ve en şaibeli referandumdur… Devlet bütün kaynaklarını, olanaklarını EVET kampanyası lehine, hükümet, bakanlıklar, valilikler, kaymakamlar eliyle kullandı. Tüm kampanya döneminde Cumhurbaşkanı, Başbakan, valiler, bakanlar, kaymakamlar temel atma töreni adı altında, daha önce atılan temelleri yeniden attılar, açılan yerleri yeniden açtılar. Her bir açılış 15-20 TV kanalından bangır bangır yayınlandı… Fırsat eşitliği tamamen ortadan kaldırıldı… Bir anayasanın mutlak suretle toplumun çeşitliliğini içermesi ve bir arada yaşama zeminini sunması gerekiyor. Bu paket Kürtleri, emeği, kadını yok saymasıyla, tekçiliğiyle, denge denetleme sistemini yok etmesiyle, yasama, yürütme, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmasıyla içeriksel olarak geçersizdir…” Osman BAYDEMİR’in eleştirilerinde haklılık payı var ise de KÜRT seçmenin HDP ve PKK’ya rağmen büyük oranda EVET oyu verdiği de muhakkak… HDP Diyarbakır Milletvekili Altan TAN şunları söylüyor: “Enteresan bir durumdur ki Sayın Tayyip Erdoğan’ı Kürtler kurtardı. Ve Tayyip Bey’in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım.” Besbelli ki KÜRT seçmen “hendek siyaseti”ni de “terör”ü de tasvip etmemekte, sorunların barışçıl yöntemlerle çözümünü ümit etmektedir…
Referandumun kazananlarındanmış gibi davranan MHP yönetimine gelince: AK Parti ve MHP bloğunda; 1 Kasım 2016 seçimlerine göre yüzde 10 oranında bir kaybın olduğu rakamlarla sabit. Yaygın kabul; bu kaybın, büyük oranda MHP tabanından kaynaklandığı yönünde. Referandumun asıl mağlubunun MHP yönetimi olduğu değerlendirmeleri, hiç de yabana atılır gibi durmuyor. Genel Başkan Devlet BAHÇELİ’nin; MHP tabanının yüzde 80 “HAYIR” oyu kullandığı eleştirilerine kulak tıkamayıp, kurmaylarına durumu araştırmaları talimatı verdiği iddialar arasında… Belli ki Bahçeli’nin tavrı, MHP tabanının büyük çoğunluğuna ters gelmiş… Genel başkanlığa aday olmaya kalkışan muhaliflere ve özellikle Meral AKŞENER’e reva görülen muamelelere tabanın rıza göstermediği çok net… Düne kadar “abla” ya da “bacı” denilen bir insanın “kınalı yapıncak” diye tahkiri kabul edilebilir mi??? Bu insan düne kadar MHP’nin Meclis Başkan Vekili değil miydi??? Anayasa değişikliğinin MHP’ye ne getireceğini AK Parti’nin kanaat önderlerinden Abdurrahman DİLİPAK mealen şöyle ifade ediyor: “Geçmiş olsun… Atı alan Üsküdar’ı geçti… Artık koalisyon yok… Dahası, MHP de barajı geçemez… MHP’den ayrılanlar ayrı bir parti kursalar da onlar için de durum aynı… Barajı iki parti geçebilir… AK Parti ve CHP… Durum bu… Hayırlı olsun…” DİLİPAK doğru söylüyor; durum bu, hayırlı olsun…
Referandumun tek galibiymiş gibi görünen Adalet ve Kalkınma Partisi’ne gelince: Başbakan Binali YILDIRIM sonuçla ilgili şöyle diyor: “Bu seçimden bütün partilerin alması gereken mesajlar var… Biz de AK Parti olarak kendi payımıza düşen mesajı aldık… Mesaj; tamam, AK Parti’ye olan güven devam ediyor ancak şu şu hususlarda da daha dikkatli olmanız gerekiyor, diye bize not düşüyor. Bu yüzden gerek yerel yönetimlerde gerek teşkilatlarımızda gerek hükümet faaliyetlerinde vatandaş memnuniyetini artıracak ne gerekiyorsa o hususlarda adımlar atacağız…” Genel Başkan Yardımcısı Yasin AKTAY da şöyle diyor: “Normal şartlar altında bir seçim olsa AK Parti’ye oy vereceğini çok iyi bildiğimiz ve çok kararlı bir biçimde AK Parti’ye oy vereceğini söyleyen hatırı sayılır bir kesimin bu referandumda ‘HAYIR’ oyu kullanmış olduğunu da biliyoruz… Bir defa bu tek adam klişesi çok fazla tutuyordu. Biz de buna karşı sadece savunma konumunda kalıyorduk. Biz toplumda onunla boğuştuk, onunla mücadele etmeye çalıştık. Bunun, büyük şehirlerde daha da fazla etkili olduğu anlaşılıyor… Normalde bize oy verecek bir kesimin, partimiz içerisinde yüzde 8,9′a yakın bir kesimin bu pakete ikna olmamış olduğu için, bu pakete ‘Hayır’ demiş olduğunu anlıyoruz. Demokrasi anlayışımız içerisinde, şu anda aldığımız oyları çantamızda keklik gibi görmüyoruz, o oyları hak etmek için her gün çalışmamız, güven tazelememiz gerektiğini çok iyi biliyoruz…” Anayasa değişikliğinin yüzde “1, 41”lik bir puan farkıyla kabul edilmiş olması besbelli ki kimse için zafer naraları atmayı sağlayacak ihtişamlı bir netice değil… Devletin bütün imkânları seferber edilmesine rağmen hepi-topu yüzde “1, 41”lik bir farkla “zafer” kazanılıyorsa gelecek çok da parlak görünmüyor demektir… Üstelik şunun şurasında hem Cumhurbaşkanlığı hem Meclis hem de Belediyeler için seçimlere sadece iki yıl kalmışken…
Acaba ne oldu da Ak Parti özellikle büyük şehirlerde, Ankara’da ve İstanbul’da bile kaybetmeye başladı??? Muhafazakâr camianın değerli entelektüellerinden, “Habervaktim.Com” sitesi köşe yazarı D. Mehmet DOĞAN mealen bakın ne diyor: “İstanbul’da, Ankara’da veya diğer büyükşehirlerde Ak Parti bir refah zemini oluşturmuş, iktidarında hatırı sayılır bir varlıklı sınıf ortaya çıkmıştır. Fakat kültürel bir altyapı inşa edemediğinden kendi düşünce dünyasında olanların kimlik kaybına uğramasını önleyememiştir. Bu varlıklı kitlenin ciddi bir kimlik buhranı geçirmekte olduğunu görmek zorundayız… Bu kimlik kaybının önümüzdeki yıllarda daha da görünürleşeceğini söyleyebiliriz… Müslüman yeni zenginlerin büyük çoğunluğu kültürel anlamda köylü, medeniyet ufkundan yoksundur… Ne incelmiş zevkleri, ne sanat ve edebiyat ilgileri vardır… Günlük genel geçer kültürün bu tür kişileri kısa zamanda teslim alması zor değildir… 15 yıl içinde yapılan birçok iyi şeye rağmen arızalar büyümüş, hasarlar artmış, hastalık emareleri görünür hale gelmiştir… Hep başarıya odaklanan zihinler, her başarıdan sonra bu hasarları, arızaları, bünyeyi saran hastalıkları görmezden gelmişlerdir… Bu nihaî noktadır… Tedbir alınmazsa bünyeyi kemiren bu arızaların ciddi zayiatlara yol açacağı görülmelidir… Üstüne üstlük bu zayiatlar bir siyasî akımla sınırlı olmayacak, ülkemizin geleceğini etkileyen sonuçlar doğuracaktır…” D. Mehmet DOĞAN’ın bu değerlendirmelerindeki hakikat payını göremeyen Ak Parti medyasının birçok köşe yazarı ise “içimizdeki hainler” anlamında “İçimizdeki Aysun Kayacı’lar” başlıklı yazılarla “sadakat” gösterilerine devam ediyorlar… Haberleri yok galiba, Aysun Kayacı’lar artık Ak Parti’nin içinde… Kanal D Haber’de yayınlanan; Ata’sının heykelinin kucağına oturmuş, Aysun Kayacı müsveddesi Ak Parti’li şortlu bir kadının; CHP’ye – KILIÇDAROĞLU’na sövgüler, AKP’ye – ERDOĞAN’a övgüler dizen görüntüleri, dünün “İslamcı” kadrolarına kültürel erozyonun boyutlarını anlatmıyor mu??? Yoksa bu yaşananlara “Dünle beraber gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” mı diyorlar???
Ak Parti’nin içinden çıktığı “milli görüş” geleneğinin bugünkü temsilcisi Temel KARAMOLLAOĞLU da şunları söylüyor: “Bugünkü iktidar Türkiye’nin bekasından çok kendi bekası için çalışıyor. Referandumda ülkenin kamplaşmasını kendi bekası için faydalı gördü. Hukukun üstünlüğünden korkuyor. Çünkü hukuk gerçek manada işlediğinde yaptıkları hataları görüyor… Referandumdan önce yapılan çalışmalara dikkat edin; burada yapılan savurganlık bile akla ziyan. Maalesef tamamı da devlet kesesinden yapıldı. Son güne kadar milyarlarca lira israf edildi. Dibi delik bir çuvalın ağzını ne kadar sıkı bağlarsanız bağlayın, içinin boşalmasına mani olamazsınız… Türkiye’de yolsuzluk almış başını gidiyor. Ak Parti teşkilatları ihale dağıtma mekanizmaları haline geldi. Bunu bilmeyen yok ki. Kafasını kuma sokup beni görmüyor diyenler de var. Savurganlık, israf, akıl almaz boyutlarda… Ülkede kaynak bitti, peki nereden bulacaklar? Bir tane Varlık Fonu çıkarttılar. Ülkenin en kıymetli hazinelerini bundan sonra alınacak borç karşılığında ipotek ettiriyorlar. IMF’ye borç kalmamıştı, bununla da iftihar ediyorlardı. IMF ne ya? Siz şimdi vatanın tamamını ipotek ettiriyorsunuz, Allah’tan korkun… Israrla şunu söylüyoruz; deniz bitti, bu hükümetin bugüne kadar yaptığı yanlışların tamamı artık gözlerden gizlenecek bir durumda değil. Eğer hükümet bunu görür ama hâlâ eski politikada hadiselerin üzerini örtmek, kendi yanlışlarını düzeltmek için bir çaba göstermemeye ısrarla devam ederse, Allah sonumuzu hayretsin… Bugün yapmamız gereken seçimin meşruiyetini tartışmak yerine, milletimizin ortaya koyduğu sonuçtan ders çıkarmak olmalıdır. Almamız gereken en önemli dersler ise bu seçimde ‘kutuplaştırıcı’ ve ‘ötekileştirici’ üslup kaybetmiştir… Dileriz ki referandum sürecinde olduğu gibi tekrar aynı hatalara düşülmez. Bundan sonraki süreçte yüzde 49′un endişeleri hassasiyetle dikkate alınmalıdır. Özellikle anayasa değişiklikleri çerçevesinde gündeme gelecek uyum düzenlemeleri ‘Ben yaptım oldu’ mantığıyla değil, bu endişeleri giderecek bir yaklaşımla hazırlanmalıdır…”
Esasında Ak Parti kaybetmeye başlamasının sebeplerini dışarıda değil, kendi değişiminde aramalıdır… 2001’de tüzüğüne; “Ak Parti içte ve dışta güçlü duruşun adaletle mümkün olacağına inanır. Hukukun “güç”ten değil, “güç”ün hukuktan kaynaklandığı inancı ile her iş ve faaliyette doğrunun ve haklının egemen olmasını önleyici engelleri ortadan kaldırmayı, adil yargılanma hakkını ve hak arama özgürlüğünü bütün unsurları ile gerçekleştirmeyi, ülkemizi, onun sahibi insanlarımız için yaşanılır hale getirmeyi, …amaçlar.” diye yazan Ak Parti nerede? Adil yargılanma hakkı bir tarafa; hukuku siyasallaştırıp, “berâet-i zimmet asıldır” ilkesini ve “ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ” – “hiç kimse bir başkasının suçunu-sorumluluğunu taşımaz” (Zumer Suresi 7.) ayetini yok sayarak, akıbeti düşünmeyip, “zulm ile abad” olacağını sanan; kanun hükmünde kararnamelerle “Meş’um 15 Temmuz Darbe Kalkışması”nı vesile-bahane edip hiçbir alakası olmayan masum insanları terör örgütleriyle “irtibatlı ve iltisaklı” ithamıyla sorgusuz-sualsiz mahkûm ilan eden (Terör örgütü olduğuna bugünlerde karar verilen o çevrelerle dün resmen ve fiilen asıl Ak Parti’nin irtibatlı ve iltisaklıolduğunasıl inkâr edilebiliyorsa? O çevrelere, “Ne istediler de vermedik?” diyen Kemal KILIÇDAROĞLU muydu?); onların işini ve aşını elinden alan, hak arama özgürlüklerini engelleyen, ülkesini sahiplerine yaşanamaz kılan; adaleti Gâvur Elleri’nde – AİHM’de dilenilir hale getiren bugünkü Ak Parti nerede??? 2001’de tüzüğüne; “Ak Parti; millet adına egemenlik yetkisi kullanan yasama, yürütme ve yargı erkleri ile devlet şeması içinde kamusal işlev gören bütün kişi, kurum ve kuruluşların gözetmeleri gereken en üstün gücün hukukun üstünlüğü ilkesi olduğunu savunur… …hukukun üstünlüğü, akıl, bilim, tecrübe, demokrasi, bireyin temel hak ve özgürlükleri ve ahlakiliğini, siyasi yönetim anlayışının temel referansları olarak görür… …yetki kullanımlarında ve görev ifa etmelerinde “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi”nde yer alan hukuk devleti normlarına uygunluğu gözetir olmaları gereğini vurgular ve bu gerekliliğe uygunluğu, meşruiyetin esası kabul eder.” diye yazan Ak Parti nerede? Hukukun üstünlüğünü “muktedirlerin hukuku”na; siyasi yönetim anlayışını da temel hak ve özgürlüklere ve ahlakiliğe değil “iktidara itaat ve biat”a endeksleyen bugünkü Ak Parti nerede??? 2001’de tüzüğüne; “Ak Parti; …görevlendirmelerde ve seçimlerde en başta aranacak belirleyici ölçütler olarak liyakat, ehliyet, güven ve hukuk kurallarını… …esas alır…” diye yazan Ak Parti nerede? Her türlü görevlendirme ve seçimlerde “sen-ben-bizim oğlan” noktasına gelen bugünkü Ak Parti nerede???
Madem Ak Parti için gidişat kötü ve madem seferber edilen devletin azami imkânları sadece ve sadece yüzde “1, 41”lik asgari bir “başarı”yı getirmiştir ve madem Ak Parti, halktan “Şu şu hususlarda daha dikkatli olmanız gerekiyor.” mesajını aldığını söylüyor; o hususların 2001’de yazılan “Parti Programı”nda durduğunu hatırlatmakta herhalde bir beis yoktur: “Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir… Evrensel ölçülerde hak ve özgürlüklere dayalı bir anlayış, tüm alanlara yayılmalıdır… Kamusal yaşamın her alanında tam şeffaflık ve hesap verme anlayışı hâkim kılınmalıdır… Ekonomi, dış politika, kültür, sanat, eğitim, sağlık, tarım ve hayvancılık gibi alanlarda çağdaş, akılcı, gerçekçi ve uygulanabilir bir siyasi program takdim edilmelidir… Toplumları ve devletleri tahrip eden yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, çıkarcılık, iltimas, hukuk önünde ve fırsat açısından eşitsizlik, ırkçılık, partizanlık, despotluk gibi olumsuzluklardır… Zorlaştıran değil kolaylaştıran, iten değil kucaklayan, bölen değil birleştiren, haklı zayıfları haksız güçlülere karşı koruyan bir yönetim gerçekleştirilmelidir…”
“VES SELÂMU AL MENİTTEBE AL HUD” (TAHA SURESİ 47)