Modern-Batı siyaset literatüründe Makyavelizm (Machiavellianism) tabiri; muayyen bir gayeye-hedefe ulaşabilmek için her türlü vasıtanın istimal ve istismarını haklı-meşru gösteren zihniyeti tanımlamak üzere kullanılır. Maksada erişmeye odaklanan bu zihniyet açısından mühim olan yalnızca neticedir; bu uğurda takip edilecek yolun ya da yöntemin ehemmiyeti yoktur. Sonuca götüren bütün yollar, tüm yöntemler doğrudur, “sırat-ı müstakim”dir. “Gaye, vasıtaları mubah kılar.” Bir Makyavelistin başarı için idealine bağlılık derecesi; başkalarına yapabileceği baskının ve çevresine verebileceği doğrudan ya da dolaylı zararın büyüklüğüyle aynı orantıdadır. Yani davaya bağlılığın seviyesi gözü karalığın simetriğidir. Algı operasyonu, yalancılık, propaganda, manipülasyon, yargısız infaz, sözleşmelerden vazgeçme, rüşvet, irtikap, hırsızlık, kumpas, şiddet, cinayet ve benzeri her türlü araç Makyavelizm’in kapsam alanına dahildir. Bahse konu bu düşünce tarzı; 1469 – 1527 yılları arasında İtalya’da yaşamış olan Niccolò Machiavelli’nin yazdığı ‘The Prince’ (Hükümdar) adlı eserinden türetilmiştir. Niccolò Machiavelli; siyaset felsefesinin klasikten moderne dönüşümünü sağlayan en önemli düşünürlerden biri, belki de birincisidir.
Evrensel etikten veya evrensel dinden söz eden klasik öğretiler, siyaseti ve siyasal düzeni insan ruhunun kendine mahsus tabiatına bakarak kavrarlar. Tabii düzende ruh, bedenden daha yüksek bir mertebede bulunur. Akletme, düşünme yeteneği, insan ruhunun ayırt edici niteliğini oluşturur ve insan için iyi ya da tabii olan hayat, akla ve erdeme dayanan eylemde yatar. Siyasal toplulukta da tabii düzen, akıllı ve erdemlilerin diğerlerini yönetmesini gerektirir. En iyi yönetim biçimi, ister doğrudan doğruya erdemli kişiler eliyle, isterse erdemli kişilerin uyguladıkları erdemlice hazırlanmış kanunlar yoluyla olsun, aklın yönetimidir. Hemen hemen bütün klasik öğretiler, insanların bir arada yaşama ve en yüksek toplumsal erdem olan adaleti gerçekleştirme yolu dışında, iyi bir hayat süremeyeceğini, yani tabiatının mükemmellik seviyesine ulaşamayacağını ileri sürmüşlerdir. Adaletin ya da doğrunun, uzlaşmaya yani insanlar arası anlaşmaya dayanan bir şey olmadığı, sadece erdemlilerin bilebileceği tabii ya da kutsal bir şey olduğu ve siyasal olan şeylerin tabiatının bilgisi ile en iyi yönetim biçiminin bilgisinin aynı şey olduğu sonucuna varmışlardır. Klasik öğretilere, “Erdemli yönetim -medinetü’l-fazıla- nedir?” suali rehberlik eder. Erdemli yönetim, topluma karakterini veren formdur. Erdemli yönetim, eş zamanlı olarak hem toplumun hayat formu, hem hayat tarzı, hem ahlak beğenisi, hem devlet şekli, hem de yasaların ruhu anlamına gelir. Bu çerçevedeki siyasal hayat, toplum tarafından peşine düşülebilecek yegâne hedeftir. Ancak toplum, böylesi bir hedefin peşine düşmek için, bu hedefe uygun biçimde örgütlenmek, düzenlenmek, inşa edilmek, şekillendirilmek zorundadır. Erdemli yönetimin gerçekleşmesi, tabiatı gereği birbirinden farklı olan şeylerin bir araya gelmesine, çakışmasına, örtüşmesine, mesela felsefe (ya da din ya da evrensel ahlak) ile siyasi otoritenin çakışmasına bağlıdır. Erdemli yönetimin nevi şahsına münhasır özelliği, tüm fiili rejimlerden üstün olması ve varlık nedeninin insanın ikili tabiatının, insanın arada duran varlık olmasında, hayvanla Tanrı arasında durmasında bulunur. Klasik siyaset felsefesinin ve siyasi teolojinin en iyi rejimi gerçekleştirme hedefi, şüphesiz erdemli insan (erdemli yurttaş) yetiştirme hedefiyle alakalıdır. Klasik siyaset filozofları ve siyasi teologlar için rejimin iyisi ile insanın iyisi özdeştir. Erdemli insan, ancak erdemli rejim altında var olabilir, aksi ise mümkün değildir.
Klasik siyasi öğretiler, modern zamanlarda şu iki itiraza maruz kalmıştır. Bunlardan birincisi, anti-demokratik olduğu (çünkü demokrasiye göre namuslularla namussuzlar, erdemlilerle erdemsizler eşittir) ve bu yüzden kötü olduğu; ikincisi de klasik tabiat felsefesine dayandığı, bu dayanağın ise çürüklüğünün modern doğa bilimleriyle ispatlandığıdır. Klasik siyasi öğretilerin demokrasiyi reddettiği kesindir, ancak reddediş gerekçeleri her zaman vurgulandığı gibi, demokrasinin temel parametresinin özgürlük oluşundan ötürü değil, hayatın gayesinin erdem olduğunu düşündüklerindendir. Klasik filozoflara ve teologlara göre, özgürlük bir hedef olarak çift anlamlıdır. Çift anlamlıdır, çünkü iyi insanlar kadar kötü insanlar için de geçerlidir. Oysaki kötü insanların özgürlüğü herkes için bir tehlikedir. Demokrasi, özgür ama erdemsiz insanların yönetimine kapı aralar. Aklı başında hiç kimse bu tür bir yönetim altında yaşamak istemez. Klasiklerin bu görüşünü çürütmek hayli zordur. İkinci itiraza gelince, modern doğa bilimlerinin nesnel dünyaya yönelik başarıları hangi boyutlarda olursa olsun, bunlar, insanî şeye ilişkin düşünceleri etkileyemez. Modern doğa bilimleri için insanı bütünün ışığında anlamak, insanı, insandan aşağı olan şeylerin ışığında anlamak demektir. Hâlbuki böyle bir şey, insan olmak bakımından insanı bütünüyle anlaşılmaz bir hale getirir. Oysaki klasik siyasi öğretiler, insanı farklı bir ışık altında görür. Tüm bilgilerin hedefi, erdemdir ve erdem de ışığını maddi doğanın çok ötesinden metafizikten alır…
Ortaçağın sonlarına kadar devam eden klasik siyaset felsefesi ve siyasi teoloji ile Yeniçağın modern siyaset felsefesi, kesin çizgilerle birbirinden farklılaşır. Siyaset anlayışında ilk modernleşme dalgası Machiavelli ile kendini gösterir… Machiavelli, klasik siyaset anlayışının sadece özünü değil, tarzını da radikal bir biçimde değiştirmiş, toplumun dolayısıyla da siyasetin temeline erdemi değil, erdemsizliği koymuştur. Zira ona göre, insanın özü iyilik değil, kötülüktür. İnsanlarda görülen ‘elde etme’ arzusu, bu kötülüğün en bariz yansımasıdır. İnsan, her şeye sahip olmak ister ve bu arzusunun sınırı da yoktur. Bu nedenledir ki özünde kötülük bulunan insanlar hiç kimseye güvenemezler. Ancak yetenekli siyasetçiler, bu kuşku ve güvensizlik hâlini saklamayı becerebilirler. Zira ideal yöneticinin tek gerçek kaygısı iktidarın ele geçirilmesi ve sürdürülmesidir. Meşru ve gayrimeşru iktidar kullanımları arasındaki farkı yargılamak için hiçbir ahlaki kriter yoktur. Meşruiyet ve güç esas itibariyle aynı şeydir. Gücü sağlayan iyilik olmadığından; iyi kişinin, iyi olmasından ötürü herhangi bir yetkisi yoktur. İyilik, siyaset bürosunu kazanmak ve sürdürmek için yetersizdir. Hukukun-yasanın meşruluğu tamamen zorlayıcı güç tehdidine dayanmasındadır. Hukuka-yasaya riayeti sağlayan şey, devletin gücüne veya bu gücün fiilen uygulanmasına yönelik korkudur. Hâsılı; Machiavelli için devlet, klasik siyaset filozoflarının ve siyasi teologların dediği gibi erdemi gerçekleştirmenin bir aracı değildir. Aksine her şey devletin-iktidarın bekası için bir araçtır. Devletin-iktidarın bekası, her türlü erdemsizliği meşru kılar. Devleti idare edecek olan yönetici de erdemli olduğu için değil, erdemli ya da erdemsiz, her halükârda iktidarını koruyabildiği takdirde yöneticidir. Machiavelli, iktidarın muhafazasını yalnızca güce de endekslemez aslında. Siyasette başarıyı, propagandayla inandırıp iknâ etmede de görür. İknâyla başarıyı ister ama sadece yıldırarak iknâ etmeyi de istemez. O, iknâ aracılığıyla yeni tarzların ve düzenlerin tesisine yol açmayı da umar…
Niccolò Machiavelli ile başlayan modern siyaset felsefesi, en iyi yönetim biçiminin bilgisini elde etme çabasını bir biçimde sürdürme iddiasıyla klasik geleneği izlemiş ise de siyasetin özü ve yöntemi konusunda klasik gelenekten şu temel noktalarda ayrılmıştır: Modern siyaset felsefesi; insanı, tabiat hakkında derin düşünüşten öte, tabiatın kendisini bağladığı konumdan kurtulmaya, ona egemen olmaya ve onu değiştirmeye yöneltmiştir. Bilgi, insanın ulaşmayı gaye edineceği en yüksek iyilik sayılmaktan çok, uygulamanın, pratiğin hizmetçisi olmuştur. Modern siyaset felsefesi, tabiatta niteliksel farklılıkların olduğunu kabul etmez. Buradan hareketle, insanın insanca yanını araştırma çabaları yerine, insanın tarihini araştırmayı hedefler. Modern siyaset felsefesi, en iyi yönetimin tabiatı ve onun gerçekleştirilmesi imkânı noktasında da klasik öğretilerden farklılaşır. Buna göre en iyi yönetim biçimi, klasik anlatımında olduğu gibi insanî nitelik farklılıklarının esas alındığı bir yönetim değil, nitelik farklılıklarının ortadan kaldırılacağı bir yönetimdir. O da niceliksel eşitliğin esas alındığı “erdemsiz toplum projesi” demokrasi-cumhuriyettir…
Bu uzun girizgâhtan sonra “usulde Makyavelizm esasta Müslümanlık” konusuna kısaca temas edecek olursak; açıktır ki İslam, klasik siyaset felsefeleri ve siyasi teolojiler gibi bir “erdemli toplum” projesi, bir “medinetü’l-fazıla” iddiasıdır… Zira şeriat-ı İslamiye; âleme istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetmek için gönderilmiştir. Usulü de esası da mutlak meşruiyettir. Meşruiyetin kaynağı da kriteri de İslam’dır. Meslek-i hakikisi ise meşveret ve şuradır. İstibdat zulüm ve tahakküm iken; meşveret ve şura adalet ve hikmettir. Siyasi iktidar; adalet ve hikmete riayet ediyorsa meşrudur. İnsanlar da ona bu sebeple itaat ederler. Adalet ve hikmete tabi olmayıp, zulmedenler “siyasi iktidar” dahi olsalar gayrı meşru, zorba ve haydutturlar… Muamelattaki hitabı “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine dahi olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Nisa 135)” şeklinde olan bir dinin, ahlak dışı vasıtalara mubah dediği ileri sürülebilir mi? Kem aletle kemâlâtın tesis edildiği nerede görülmüş? Hâsılı; usulde Makyavelist, esasta Müslüman olunmaz…