Bilgi; süje ile obje arasında kurulan bağdır… Süje, insan; obje ise insanın bilmek istediği her şey… İnsan; kendini-kendi hayatını bilmek isteyebileceği gibi, varlığı-eşyayı da bilmek isteyebilir… Bilmek; anlamak, anlamlandırmak, açıklamak ve kontrol altına almaktır… Hayatı ve varlığı bilmenin elbette farklı yolları vardır… Bu yollarla elde edilmek istenen bilgi; deneme-yanılma formunda, spontane olabileceği gibi; dinî veya felsefî ya da pozitif-bilimsel yahut da sanatsal formda da olabilir…
Spontane bilgi; şuurlu bir çabayı gerektirmeden, herkesin kendi tecrübesiyle eşya ve olayların nasıl gerçekleştiğine dair edindiği kanaatlerden ibarettir… Bütün insanlar ateşin yaktığını, yağmurun ıslattığını, Güneşin doğudan doğup batıdan battığını, geceyle gündüzün birbirini takip ettiğini, kıştan sonra baharın ve yazın geldiğini, yaşamak için yemek-içmek, bunun için de şöyle ya da böyle bir takım faaliyetlerde bulunmak mecburiyetinde olduklarını bilir… İşte bu vesilelerle öğrenilen bilgi, deneme-yanılma yoluyla gerçekleşen spontane bilgidir… Spontane bilgi, insanın doğumuyla başlar ve ölünceye kadar da devam eder… Yani spontane bilginin kaynağı hayattır… Hayatın kazandırdığı tecrübelerdir… Spontane bilgi, bir anlamda diğer insanî bilgilerin de kaynağıdır…
Sanatsal bilgi; spontane bilgiye çok benzer… Sanatsal bilgi türlerinden ne şiir ne nesir ne müzik ne de resim herhangi bir spesifik yönteme dayanılarak elde edilmez… Ancak sanatsal bilgi aracılığı ile tabiatla ya da hayatla kurulan doğrudan bağ o kadar güçlüdür ki bu bilginin insana tesiri kolaylıkla ölçülemez… Sanatın sağladığı bilginin en yalın en somut hali ile edebiyat alanında karşılaşılır… Edebiyat; insanın içinde bulunduğu ahvali, tabiatı, tarihi, hayatın her alanını bütün müşahhaslığıyla tasvir eder… Bu da insanı harekete geçmeye, şu veya bu şekilde bir şeyler düşünmeye, karar vermeye ve eylemde bulunmaya zorlar… Mesela; Homeros’un destanları Troya Savaşlarını öylesine tasvir etmiştir ki onu okuyanlar, kendilerini olayların içindeymişçesine hissederler… Yine mesela Shakespeare’in, Cervantes’in, Balzac’ın, Victor Hugo’nun, Dostoyevski’nin, Dede Korkut’un, Mevlana’nın, Fuzuli’nin, Yunus Emre’nin vs. eserleri, öylesine müessirdir ki her insan o tasvirlerde kendisinden mutlaka bir şeyler bulur… Belki de insanlık tarihine yön veren en tesirli bilgi sanatsal bilgidir…
Dinî bilgi (mythos/ faithfulness); kaynağı ve kriteri kutsal ya da kutsal olduğuna inanılan bilgidir… Dinî bilgi; aklı ve tecrübeyi kriter almayan, ebeveynden çocuklara intikal ettirilen politeizmin ya da monoteizmin hayata ve eşyaya yönelik anlatılarından, geleneksel kabullerinden ibarettir… Tabiî ve beşerî hadiseleri tayin eden ya monoteizmin tek-tanrısı ya da politeizmin tanrılar ya da tanrıçalar gibi insan formunda düşünülen aktif figürleridir… Binaenaleyh bütün dinler; hem ahlak, hukuk, siyaset gibi hayata dair bir takım bilgileri hem de fizikî ya da metafizikî varlığa dair bilgileri içerir… Hemen hemen hiçbir mesele yoktur ki dinî bir mesele olmasın… Dinî bilgi için rasyonalite; “kutsal” anlatıların (narrate/fabulate) doğrulanmasında ya da meşrulaştırılmasında yalnızca araçsal bir değeri ifade eder… Dinî bilginin, onunla rekabete edecek olan felsefî ya da bilimsel bilgiden asıl farkı; doğruluk kriteri olarak akla veya duyusal verilere uygunluğu mutlak manada kabul etmemesi, iddialarının doğruluğunun kriteri olarak yine kendi iddialarını delil göstermesidir… Şüphesiz bu durum da beraberinde dinî çeşitliliği getirmektedir…
Felsefî bilgi; Antik Yunan dünyasında, hayata ve varlığa ait mitolojik, sanatsal, mistik ve dinsel açıklamalar, yerini rasyonel ve doğal nedenlerle yapılan açıklamalara bırakınca ortaya çıkmıştır… Yani felsefî bilgi; rasyonaliteyi, akıl yürütme ve tecrübeyi kriter alan, hayata ve eşyaya dair doğal nedenleri (natural causes) ve determine bağlantıları araştıran, insan kaynaklı rasyonel-empirik açıklama ve anlamlandırmalardan ibaret bir bilgidir… Felsefî bilgi; mantık ilkeleri çerçevesinde elde edildiğinden, inovatif, eleştirel ve metodiktir… Kullanılan başlıca yöntemler de indüksiyon, dedüksiyon ve analoji yöntemleridir. İndüksiyon; tekil nesnel gözlemlerden genele yönelik yapılan “tüme-varımsal” (synthetic) çıkarımdır. Dedüksiyon; genel bir yasa veya ilkeye atıfta bulunarak belirli-özel şeyler hakkında “tümden-gelimsel” (analytic) çıkarımdır. Analoji; iki obje ya da yapı hakkında, benzer oldukları düşünülen yönleri vurgulayan karşılaştırma tarzındaki (comparative) çıkarımdır… Felsefî bilginin ortaya çıkışı, şüphe yok ki inanç (mythos/faithfulness) temelli anlatıların rasyonel-empirik zeminde yapılan sorgusu ve eleştirisiyle mümkün olmuştur… Yani, hayata ve eşyaya dair fenomenlerin gözleme ve mantıksal çıkarımlara dayalı, doğal nedenlerle (natural causes) yapılan alternatif açıklamaları felsefî bilginin zuhurunu sağlamıştır… Kaynak ve kriterlerinin aynılığı dikkate alınarak, “Felsefî bilgi ile bilimsel bilgi insanlık tarihinde daima birlikte var olmuşlardır.”, demek de mümkündür… Haddizatında bilimsel bilginin, felsefenin yan ürünü olduğunu söylemek dahi kabildir… Felsefe ile bilim arasındaki içsel bağ, onların ontik temeli ile alakalıdır… Epistemolojik pozitivizmin on dokuzuncu yüzyıldaki tezahürüyle gündeme gelen felsefe, bilim (science) ayrımı, esasen mahiyet farkından ziyade, her iki düşüncenin de kurucu babalarından olan Aristoteles’in (384-322) “tabiat felsefesi” dediği alanın gelişiminin ve birikiminin spesifik branşlara dönüşümünden kaynaklanmıştır. Felsefe ve bilim arasında mahiyet farkı varmış gibi yapılan değerlendirmeleri doğrulamanın imkânı yoktur. Çeşitli bilimler arasından nasıl bir fark varsa bilimsel bilgi ile felsefî bilgi arasında da buna benzer bir fark vardır. Sosyal bilim olarak nitelenen disiplinlerinse felsefî bilgiden bağımsızlığı asla düşünülemez… Bu çerçeveden bakıldığında; bilim (science), daha ziyade kendisini fizikî alan, nesnel dünya ile sınırlandıran bilgi, felsefe ise epistemoloji, metafizik ve normativite alanını kapsayan bilgidir. Yani aralarında sözü edilebilecek tek fark, bilimsel bilgi ile felsefî bilginin yoğunlaştığı alanla ilgilidir… Felsefî bilgi; uğraş alanı itibarıyla ve takip ettiği yol bakımından, bilimsel bilgiden daha kapsamlı ve sorumluluğu daha fazla olan bir bilgidir sadece… Binaenaleyh “Felsefe sübjektiftir.”, “Bilim objektiftir.” söylemi; felsefî bilginin bilimsel bilgiden karakteristik farklılığından ötürü değil, pejoratif-vulgarize tanımlamalar sebebiyledir. Felsefeye atfedilen sübjektiflik; münhasıran uğraşılan alanın, nesnel dünya ile fizikle alakalı olmaması anlamında olup, teknik terim dilinin nesnel tanımdan ziyade adsal tanım ekseninde teşekkül etmesi ve ileri sürülen doktrinlerin de rasyonel bir çeşitliliği sergilemesi nedeniyledir. Rasyonalite zemininde olsun ya da olmasın her türlü düşüncenin “felsefe” diye nitelendirilebileceği manasında değildir… Felsefî bilginin mahiyetini tespit hususunda belki de en açık görüş, Kant’a ait olan görüştür. Kant’a göre felsefe; aklın, teorik ve pratik bütün ilgilerinin bir ifadesi olan “Neyi bilebilirim?”, “Ne yapmam gerekir?”, “Ne umabilirim?” ve “İnsan nedir?” sorularının cevabını aramaktır. Bir diğer ifadeyle “Felsefe; varlığa ve hayata dair tüm bilginin, insan aklının özsel ereği (amacı) ile ilişkisinin bilgisidir.” Söz konusu erekse; tüm öbür ereklerin bir araya gelerek bağlanabildikleri, nihaî ve en yüce erek olan “iyiyi isteme”dir. “Dünyada, hatta dünyanın dışında bile, iyi bir isteme haricinde, kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek, başka herhangi bir erek yoktur.”[1] Bu açıdan bakıldığında; insan aklının bir yasaması olarak felsefenin, temelde iki konuyu izah etmeye çalıştığı görülür. Bunlar da “varlık” ve “hayat” ya da doğa ve özgürlüktür. Yani felsefe, hem doğa yasasının hem de ahlak yasasının belirlenimini kapsar. Birinci kısım teorik felsefe; ikinci kısım da pratik felsefe diye adlandırılır. Teorik felsefe var olan ile pratik felsefe ise olması gereken ile alakalıdır. Teorik felsefesinin bir deneysel, bir de rasyonel kısmı vardır. Deneysel kısım fizik, rasyonel kısım ise metafiziktir. Pratik felsefesinin de aynı şekilde; deneysel kısmı antropoloji, rasyonel kısmı ise tam anlamıyla moral ya da ahlak metafiziğidir. Kısacası hem doğanın hem de ahlakın yasalarının tespiti ve özellikle de kendi kanatlarıyla uçmaya çalışan aklın eleştirisi, kelimenin gerçek anlamında felsefe denilen şeyi oluşturur. Filozofa gelince; “Filozof, bir akıl sanatçısı değil, bir akıl yasamacısıdır.” Mesela; matematikçiler, doğa bilimciler ve mantıkçılar ne denli başarılı olurlarsa olsunlar, sadece akıl sanatçısıdırlar. İdealde, onlar için tüm bu bilgilerin prensiplerini tespit eden ve bu bilgilerden birer araç olarak yararlanılmasını sağlayan bilge kişiler vardır ki bütün bunları yapmakla sadece o bilgeler, insan aklının ereklerini geliştirmektedirler. Dolayısıyla, filozof diye yalnızca böylelerini adlandırmak gerekir. Şurası da vurgulanmalıdır ki filozoflar, her şeyi bilgelikle ilişkilendirirler ama bunu bilimin yolu içerisinden geçerek yaparlar.[2] Yani, filozofların varlığa ve hayata yönelik açıklamaları, rasyonel ve doğal açıklamalardır. Zaten, herhangi bir düşünce ya da bilgi; “kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi” değilse, felsefî düşünce, felsefî bilgi diye nitelendirilemez. Filozoflar; “akla dayanan nedenler” derken, her türlü deney ve gözlemi ve bunlara dayanan her türlü akıl yürütme ve sezgiyi; “meşru kılmak veya haklı çıkarmak” derken de “herhangi bir önermeyi, bu önermeyi ileri sürmeyi mümkün kılan kanıt, temel veya gerekçelerle ortaya koyma”yı kastederler.[3]
Bilimsel bilgi de felsefî bilgi gibi rasyonaliteyi, akıl yürütme ve tecrübeyi kriter alan, hayata ve eşyaya dair doğal nedenleri (natural causes) ve determine bağlantıları araştıran bilgidir. Bilimsel bilgi de mantık ilkeleri çerçevesinde elde edilir ve o da inovatif, eleştirel ve metodiktir… Bilimsel bilginin kullandığı yöntemler de yine indüksiyon, dedüksiyon ve analoji yöntemleridir. Bilimsel bilgi de bu yöntemlere dayanarak araştırmalar yapar. Varsayımları, teorileri, aksiyomları araştırmalarının ön şartı olarak görür. Bunlar sayesinde tabii hayatta karşılaşılması mümkün olmayan derinlikleri ortaya çıkarır. Bilimsel bilginin araştırmaları süreklilik arz eder. Bu süreklilik, belli bir bilgi seviyesini gerektiren problemlerin çözülmesiyle sağlanır. Belli bir seviyede çözülemeyen ya da önemsiz gibi görünen meseleler, ilerleyen dönemlerde bilimsel bilginin başka bir seviyesinde çözülebilir ve önemli oldukları derecelerde yerlerini alırlar. Öte yandan belli bir araştırma aşamasında doğru olarak kabul edilen bir bilgi, gelecek bir zamanda yanlış olarak da belirlenebilir. Bilimsel bilgide yalnızca fenomenleri takip etmek, onları konuşturmak, onların verdiği cevaba göre doğruluk değerini tespit etmek vardır. Bilimsel bilgi için var olan şeylerin, olayların, realitenin dışında bir otorite yoktur. Bu niteliklere sahip olan bilim, hayata hizmet eder. Bilim; Francis Bacon’ın dediği gibi bir güçtür: “Science is power”. Bertrand Russel’ın ifadeleriyle bilim; gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı akıl yürütmeler vasıtasıyla önce nesnel dünyaya ilişkin muayyen gerçekleri ve onları birbirine bağlayan yasaları keşfetme, sonra da bunlara istinaden, gelecekte vukuu mümkün olayları tahmin etme teşebbüsüdür (Science is the attempt to discover by means of observation and reasoning based upon it first particular facts about the world and then laws connecting facts with another and (in fortunate cases) making it possible to predict future occurences.).[4] Bilim tanımlanmaya çalışılırken, hangi nitelikte bilgileri içerdiği göz önünde tutulmalıdır: 1- Bilimsel bilgi, objektif-nesneldir. Doğrudan ya da dolaylı, gözlenebilen nesneleri veya nesnel ilişkileri dile getirir. Hiçbir hipotez veya teori, gözlem ya da deney sonuçlarına dayanılarak kanıtlanmadıkça bilimsel bilgi hüviyetini kazanamaz. 2- Bilim mantıksaldır. Bilimsel bilgi; herhangi bir hipotez veya teoriyi doğrulama hususunda mantıksal düşünme ve kıyaslama (dedüksiyon) kurallarını kullanmakla birlikte, aynı konuyla ilgili çelişik önermeleri doğru kabul etmez. Onların test edileceği nihai alan tecrübe alanıdır. 3- Bilim eleştireldir. Bilimsel bilgiye dair bütün önermeler her zaman eleştiriye açıktır. Örneğin; bir zamanlar doğa yasası olduğu kabul edilen Newton’un yer çekimi hipotezi, bilahare yetersizliği tespit edilince yerini Einstein’ın teorisine bırakmak zorunda kalmıştır. Bu da göstermektedir ki bilimde hiçbir “doğru” değişmez ve mutlak değildir. 4- Bilim seçici, sınırlayıcıdır. Nesnel dünyada gerçekleşen olaylar çok çeşitli, belki de sonsuz sayıdadır. Bilimin bunların hepsiyle ilgilenmesi hem imkânsız hem de gereksizdir. Bu nedenle bilimsel araştırmalar, kendisine muayyen bir alanı konu olarak seçer ve kendisini o alanla sınırlandırır. 5- Bilim genelleyicidir. Bilimsel bilgi, benzer şartlar altında, belli bir yöntemle daima aynı sonuçların elde edilebileceği ilkesine dayanır. Bunun için de araştırmalarının sınırlılığıyla yetinmeyerek bir takım genellemelerde de bulunur. İndüksiyon yönteminin esası da zaten budur.[5] Bilimsel bilgi ve felsefî bilginin kısmî farklılıklarına dair genel bir çerçeve çizmek için onları kaynak ve kriter açısından kısaca mukayese etmek gerekirse şunları söylemek yeterli olacaktır. Bilimin kaynağı ve kriteri nesnel dünya, gerçeklik alanı iken, felsefe gerçekliğe aykırı düşmese de kendisini gerçeklik alanıyla sınırlandırmak zorunda değildir. Felsefî düşüncenin doğa bilimleri gibi, birikerek ilerleyen bir karakteri de yoktur. Yunanlı tabip Hipokrates’ten, bugün çok iyi noktalarda olunduğu elbette doğrudur. Ancak, Platon’a nispetle daha iyi noktalarda olunduğu pek söylenemez. Kullanılan bilgilerin materyalinde iyi noktalarda olunabilir fakat felsefe yapma noktasında daha iyi noktalarda olunduğu şüphelidir. Felsefenin, bilimlerden farklı olarak, herkes tarafından kabul edilir olmaya ehemmiyet vermemesi onun normativite ve metafizik alanlarıyla ilgilidir. Felsefede normativite ve metafizik alanlarıyla ilgili yapılan değerlendirmeler, bilimlerdeki gibi her akıl için aynı değildir. Bilimler, herkesin bilmesinin zorunlu olmadığı tekil-nesnel konularla ilgiliyken; felsefe, insanı insan olarak ilgilendiren varlığın bütünüyle ilgilidir. Bütün bunlara rağmen, bilimler bahis mevzuu olduğunda, her nedense eğitim-öğretim yani bilimsel bilgi uzmanlığı, gerçeği anlamanın şartı olarak kabul edilirken; felsefeye sıra gelince, zaten işin içerisinde bulunulduğu ve herkesin konuşmaya katılabileceği iddiası yükselir. İnsan olmak yeterli şart olarak kabul edilir. Oysaki filozofların takip ettikleri karmaşık felsefî yollar, ancak varlığın ve hayatın nasıl aydınlığa kavuşturulabileceğini tayin ve tespit edebilecek nitelikte, rasyonel ve tutarlı insan özelliğini haiz olmakla aşılabilir…
Sonuç formunda söylenecekse; bilgi; süje ile obje arasında kurulan bağdır… Süje, insan; obje ise insanın bilmek istediği her şey… İnsan; kendini-kendi hayatını bilmek isteyebileceği gibi, varlığı-eşyayı da bilmek isteyebilir… Bilmek; anlamak, anlamlandırmak, açıklamak ve kontrol altına almaktır… Hayatı ve varlığı bilmenin elbette farklı yolları vardır ve elbette ki insan bu faaliyeti muayyen bir bilgi türü ekseninde yapmak zorunda değildir… Hatta denilebilir ki Antik Yunan ve Roma dönemlerine ait birkaç yüzyıllık istisna dışında, bu faaliyeti Ortaçağ sonlarına kadar şöyle ya da böyle mitoloji, sanat, mistisizm, din ekseninde gerçekleştirmiştir… Ancak bu faaliyetin felsefe ve bilimsel bilgi çerçevesinde yapılmasının dominant bir kültür yarattığı da muhakkaktır… Modern çağda dominant olan kültürün, felsefe ve bilimsel bilgi sayesinde tesis edildiği açıktır… Hayat standartlarının yüksekliği açısından; klasik ve geleneksel medeniyetlere nispetle modern uygarlığa bir üstünlük atfedilecekse bu, şüphe yok ki felsefî ve bilimsel bilgi sayesindedir…
[1] Immanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, Çev., İ. Kuçuradi, Hacettepe Üni. Yay., Ankara, 1982.
[2] Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, Çev., A. Yardımlı, İdea Yay., İstanbul, 1993.
[3] Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş, Vadi Yay., Ankara, 1996.
[4] Bertrand Russell, Religion and Science, Oxford University Press, London, 1935.
[5] Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1985.