İslam Dünyası’nda ve Türkiye’de kıymeti takdir edilmese de belirli bir seviyede herkes için özgürlük, herkes için eşitlik ve herkes için ekonomik refah sunan Batılı “Hukuk Devleti”nin yaratıcısı şüphe yok ki “rasyonel” düşüncedir… Rasyonel düşünce; philosophia (felsefe) demektir… Etimolojik açıdan Philosophia (felsefe) ibaresi; Grekçe sophia (bilgelik) ve philos (sevgi) kelimelerinin bir terkibidir. Klasik düşünce tarihçisi Diogenes Laertius’un ifadelerine bakılırsa Kadim Yunanistan’da hakikatin bilgisi, sophia adını taşıyordu ve onu meslek edinerek zekâsını büyük bir özenle o uğurda kullananlara da sophos deniyordu. Bilgelik sevgisi anlamındaki philosophia ve bilgeliği seven anlamındaki philosophos kelimeleri ise ilk defa Pythagoras (MÖ 570 – MÖ 495) tarafından kullanılmıştır. Pythagoras’a göre Tanrı’nın dışında hiçbir varlık sophos değildir. İnsanlar olsa olsa philos-sophos olabilirler. Philos-sophos; sadece bilgeliğe ulaşmaya çalışan, bilgeliği seven, sophiayı bağrına basan kimsedir. Sophia; hayatın ve varlığın anlamına, değerine dair herkesin bilemediği derin bilgidir… Philosophia’nın (felsefe) ne tür bir bilgi, philosophos’un (filozof) kim olduğu hususunda; tüm felsefe tarihinin kendisine düşülmüş bir dipnotu olduğu söylenen Platon (M.Ö. 427 – M.Ö. 347) şöyle demektedir: Felsefe; Tanrı’ya da hayvana da mahsus olmayıp, sadece ve sadece insana mahsus olan düşüncedir. İnsanı felsefe yapmaya iten şey, kendisini bir ara-durum içerisinde görmüş olmasıdır. İnsan, kendi altındaki hayvan ile kendisini aşan Tanrı arasında kalmıştır. Tanrı felsefe yapmaz, çünkü o hakikate zaten kendinde sahiptir. Hayvan ise felsefe yapamaz, çünkü o, ne düşünebilir ne de sorgu kabiliyeti vardır. Sadece ve sadece insan hakikati araştırabilir ve kendi durumunu sorgulayabilir. Pek tabii böyle bir maksat da esas itibarıyla herhangi bir “fayda”dan öte, bilgi için bilginin, “erdem”in peşinde koşmaktır. Erdem, bir biçimde bilgiyle (episteme) eştir. Ancak bu bilgi, tecrübelerin toplamından ziyade kavramsal analizle; adalet, cesaret, cömertlik, ölçülülük gibi değerlerin ve iyi hayat gibi toplumsal modellerin izahıyla elde edilir. Bir diğer ifadeyle erdem; insanın üç yönünün dengesi, duygusal ve iştahsal yönünün, ruhun rasyonalitesinin kontrolüne tabi kılınmasıdır. Yani bilgi, insanın pratikte temsil ettiği idrak olmalıdır, temsil ettiğini söylediği değil. Erdem de ifrat ve tefritin değil, yaşanılması gerektiği gibi vasatın yaşanmasıdır. Sophist’e (sofist) gelince; onun için de Platon şunları söylüyor: Sofist; hayatın ve varlığın anlamına dair spekülasyonlar yapan, retorik ve diyalektiğin yüzeysel manipülatörü… Felsefe yapıyormuş gibi davranan, filozofmuş gibi görünen, sözde bilgi sahibi, çıkarlarını gözeten, erdemsiz “hakikat” avcısı, oltacı…
Acaba; yaklaşık 200 yıldır dinlerinden şöyle ya da böyle vazgeçen İslam Dünyası’nda ve Türkiye’de rasyonel düşünce niçin yeşerememekte; herkes için özgürlük, herkes için eşitlik ve herkes için ekonomik refah sunan bir “Hukuk Devleti” niçin kurulamamakta; yüz yıllık “muasır medeniyetler seviyesine yükselme” palavralarına rağmen, Batı ölçülerinde ya da ona yakın hayat standartları niçin tesis edilememektedir? Oysaki İslam’ın öngördüğü siyasal model de ahlak temelli olmak kaydıyla “Hukuk Devleti”dir… Acaba bu durum; değişime izin vermeyen İslam Dünyası’nda ve Türkiye’deki siyasal sistemlerin otoriter ve totaliter yapısından mı yoksa sahip olunan toprakların mümbit olmayışından mı yahut da bu coğrafyadaki insanların doğal farklılığından mı kaynaklanmaktadır? BEN’ce; sebep ne siyasal sistemlerin otoriter ve totaliter yapısı ne toprakların mümbit olmayışı ne de insanların doğal farklılığıdır… İnsan doğası evrenin her yerinde üç aşağı-beş yukarı aynı, topraklar üç aşağı-beş yukarı aynı topraklar, siyasal sistemler üç aşağı-beş yukarı aynı ölçülerde otoriter ve totaliter… Sebep olsa olsa İslam Dünyası’nda ve Türkiye’de yaşayan insanların ahlaki deformasyonu, dejenerasyonu ve ilkesizliğidir… “Ahlak ne?” sualinin cevabı açıktır: Ahlak; insanların kendileri için istedikleri şeyleri başkaları için de istemeleri; kendileri için istemedikleri şeyleri başkaları için de istememeleridir… İlke; “altın kural”dır. İslam Dünyası’nda ve Türkiye’de mevcut olmayan maalesef işte bu prensiptir… Bu prensibin bulunmadığı yerde filozof ve hatta sofist bile yetişemeyeceği gibi ne yazık ki felsefe de yeşeremez… Dolayısıyla “Hukuk Devleti” de kurulamaz…
Meslekten siyaset ve İslam felsefecisi (philos-sophos) olarak, bir vaka örneğinden hareketle söz konusu hakikati temellendirmeye çalışmam umarım hoş karşılanacaktır (!?) Vaka örneği; ODTÜ Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yasin CEYLAN’ın, Habertürk Gazetesinde yayınlanan röportajıdır. Röportajın mevzuyla alakalı gördüğüm her bir soru ve cevabını tek tek ele alıp, yukarıdaki tanımlar ışığında kritize etmeye; İslam’la ilgili yorumlarını da KUR’AN’ı epistemolojik bir veri olarak ele alıp değerlendirmeye çalışacağım…
SORU 1: Gençlerin arasında deizmin yaygınlaşmasını neye bağlıyorsunuz?
CEVAP 1: Bunu Sami dinlerinin kısıtlayıcılığına, insan zihnini belli kalıplara sokmasına bağlıyorum. İnanç devri kapandı, insanlar artık bilgiyle hareket etmek istiyorlar. İnancın yerini bilgi ve sorgulama aldı. “Hayır ve şer hepsini Tanrı yaratmış” diyorlar. Birçok rasyonel insan “Peki, şer’i niye yaratmış olsun, bu kötülüklerin gerisinde niye Tanrı olsun” diye soruşturuyor ve sonunda Semavi dinlerdeki Tanrı’ya karşı sempatisini yitiriyor. Hıristiyanlıkta da İslam’da da böyle oldu. İnsanlar rasyonelliğin daha güçlü olması sebebiyle Sami dinlerindeki Tanrı’dan uzaklaşıyorlar.
KRİTİK 1: Dinler; zihinleri belli kalıplara sokuyor da ideolojiler sokmuyor mu? Yasin CEYLAN; pozitivist Auguste COMTE (1798-1857) ve Ernest RENAN’ın (1823-1892) tilmizi olduğu için inanç devrinin kapandığına karar vermiş ama onun kararı, hız=yol/zaman ya da 2+2 =4 önermeleri gibi fiziki ya da matematiksel bir gerçekliğe tekabül etmiyor ki bağlayıcılığı olsun. Böyle bir hükmü değil filozoflar, sofistler dahi veremez… Koskoca filozof Immanuel KANT bile inanca yer açmak için bilime sınır koymak zorunda kalırken –zira bilim sadece fenomenal âleme münhasır bir bilgidir- Yasin CEYLAN inancın artık yerinin kalmadığını söylüyor. Acaba fenomenal âlemin ötesiyle ilgili sualler, akıl için tabii olmaktan mı çıkmış? İmam Hatip ve İlahiyat mezunu olduğunu vurgulayan Yasin CEYLAN; art niyetli değilse, “Hayır ve Şer”le ilgili sözlerinin KUR’AN’la alakası olmadığını nasıl bilmez… Bilmeyenler için söyleyelim; KUR’AN’a göre, insanlar vesile olur, Tanrı yaratır. Tanrı’nın sonuç itibarıyla bir olayı yaratması ya da olacakları önceden bilmesi, determinasyon anlamı taşımaz… Mesela; Yasin CEYLAN, kendini öldürmek için kafasına kurşunu sıkabilir ama ölüp ölmemesi Allah’ın takdirine bağlıdır. İnanmıyorsa test etsin (!?) “Allah, akıllarını kullanmayanları rezilliğe-pisliğe mahkûm eder.” (YUNUS / 100) mealindeki Ayeti, Yasin CEYLAN hiç duymamış galiba???
SORU 2: Türkiye’deki gençlerin deizme meyletmesinde İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun da etkisi olabilir mi?
CEVAP 2: İslam medeniyeti diye bir iddia söz konusuysa, o medeniyet Batı dünyasının tanımladığı bir medeniyet olamaz, çünkü o medeniyetin unsurları daha çok öbür dünyaya yöneliktir. Şimdiki İslam dünyasının 100 yıl öncesinden daha iyi olduğunu mu sanıyorsunuz, hiç iyi değil. Yüzyıl önce İslam dünyası başta Osmanlı olmak üzere, galip güçler tarafından paramparça edildi. Aradan yüzyıl geçti, 50’ye yakın İslam ülkesi var, hangisi ne yapıyor? Özellikle bu son zamanlarda tekrar dini kimliğe, eğitimde dini kavramlara, başarılı gençlik yerine dindar gençliğe dönüş ideali var ve bu çok yanlış. Böyle bir gençliğin Amerika, Avrupa gençliği ile yarışabilmesi size makul geliyor mu? Müslüman dünya mutluluğu peşinde değildir, öbür dünya mutluluğu peşindedir. Ben 14 yaşımdayken Kuran-ı Kerim’i Arapça tefsirlerinden okuyan bir insanım. İslam metinlerinin nasıl bir dünya görüşünü sunduğunu iyi bilirim. İmam hatipte okudum, medreseden geliyorum, İslam’ın ön gördüğü dünya, öbür dünyaya yatırımdır, buraya geçici bakar. Dünya mutluğu ikinci plandadır, asıl mutluluk ertelenmiş mutluluktur. Bununla ilgili, “Burası öbür tarafın tarlasıdır, ne ekersen onu biçersin” gibi birçok hadis var. Bir insanın zihninde bu varken neden bu dünyada bu kadar başarılı olsun? Yatırımı öbür tarafadır. İslam’ın Batı tipi bir medeniyet kurma ideali yoktur, ihtimali de yoktur. Batı medeniyetinde, bilim, sanat, edebiyat, refah, neşe, şiir falan var. İslam böyle bir toplum öngörmüyor. Ben de iddia ediyorum ki dünya mutluluğu olmadan başarı olmaz, dünya mutluluğu olmadan ahlak da olmaz. Mutsuz insan ahlaklı olamaz, sevemez. Mutsuzlar arasında dayanışma da olamaz.
KRİTİK 2: “İslam medeniyeti diye bir iddia” değil; İslam Medeniyeti diye bir realite var… Dünyanın bütün gerçek tarihçilerinin kabul ettiği 600 yıllık Osmanlı Medeniyetini Yasin CEYLAN işitmemiş mi? Hadi işitmesin, İstanbul’u hiç görmemiş mi? Yasin CEYLAN’ın saygıda kusur etmediği Batıcı, sözde Cumhuriyetçi hükümetlerinin yıka yıka bitiremedikleri tarihi eserler bir medeniyetin sembolleri değil de kerpiç, gecekondular mı? O tarihi eserlerde matematik, mimari, estetik yok mu? Koskoca Süleymaniye, Selimiye, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı, vs. vs. nedir acaba? 20 milyon kilometre karelik egemenlik alanı bilgi temelli olmayan bir bedeviliğin mi eseriydi? Sınırlarını Viyana’ya kadar genişleten Osmanlı, türkü söyleyerek mi bunu sağlıyordu? Söz konusu durum, medeniyetin dünyevi yönünü göstermiyor mu? Divan edebiyatından, Türk musikisinden hiç mi haberdar olmamış, Yasin CEYLAN? Elbette ki İslam medeniyeti, Batı medeniyeti (modernite) gibi değildir. İslam medeniyetinde insanlar mutlu değilmiş de modern medeniyette mi mutluymuşlar? İslam medeniyetini temsil eden Osmanlı, dindar Osmanlı idi… Dindar olmayan Türkiye Cumhuriyeti, dindar Osmanlı ile hangi alanda boy ölçüşebilmiş? 780 500 kilometre kare, Yasin CEYLAN’a göre, 20 milyon kilometre kareden büyük müymüş? Osmanlı; 600 yıllık medeniyetini, “dünya ahiretin tarlasıdır” anlayışıyla kurmuştu… O anlayışı terk eden Türkiye Cumhuriyeti hangi alanda hangi başarıya imza atmış? İslam medeniyetinin akılla tesis edildiği apaçık… O akıl; Yasin CEYLAN’ın yüceltmeye çalıştığı; Batılı, profan, seküler, individüalist, utilitarist akıl elbette değildi… Bugün Batı’da bile profan, seküler, individüalist, utilitarist anlayışları savunan aklı başında kimse bulunmamaktadır… Milletin parasıyla yıllarca Batı’da yaşayan Yasin CEYLAN’ın bu durumu görmemesi neyle izah edilebilir? Modern Batı’nın; dünya üzerinde, haliyle sözde İslam dünyası üzerinde de egemenlik tesis etmiş olması onun ahlak temelli bir medeniyet olmasından değil, sadece yıkıcı-yok edici rasyonel üstünlüğünden kaynaklanmaktadır… Makyavelizm’in ne olduğunu birileri Yasin CEYLAN’a anlatsın… Yani İslam medeniyeti ahlak temelli bir rasyonaliteyi; Batı medeniyeti ise ahlaksız bir rasyonaliteyi temsil etmektedir… Kuvvetle muhtemel ki Müslümanlar yeniden ahlak temelli rasyonaliteye döndüklerinde ihtişamlı medeniyetlerini de yeniden tesis edeceklerdir; Yasin CEYLAN gibiler istemese de… Yasin CEYLAN belki de KUR’AN’ı Arapça tefsirlerinden okumuştur ama besbelli ki maalesef anlamadan okumuş… Zaten İslam, gönülsüz Müslümanlığı kabul etmemektedir… “Dinde zorlamak yoktur.” (BAKARA / 256)…
SORU 3: Ya o insanlar ahrete çalıştıkları için mutlularsa?
CEVAP 3: İnsan tabiatına aykırıdır, insan tabiatı bu dünyaya yönelik mutluluk ister. Dünyasını mükemmelleştirmeyen insan kim olursa olsun mutsuzdur. Dünyevi mutluluk, başarı ve ahlakın temelidir. Dünya mutluluğunu by-pass eden herhangi bir düşünce, din, rejim, insanlığa zarar verir.
KRİTİK 3: Bu sözleri felsefe profesörü olduğu söylenen birinin etmiş olması hayli ilginç… Bazı felsefe tarihçilerinin “En büyük filozof” dedikleri Immanuel KANT, Yasin CEYLAN’a kalırsa hiçbir şey bilmiyormuş; belki de Yasin CEYLAN, KANT’ı da duymamıştır? KANT, mealen şöyle diyor: “İnsanın varlık nedeni mutluluk (hele de dünyevi mutluluk) olsaydı, aklının olmaması gerekirdi.” Doğru değil mi? Aklı olmadığı için geçmişinden hüzün, geleceğinden de kaygı duymayan hayvanlar Yasin CEYLAN’dan daha mutlu değil midirler? “O insanların çoğunun gerçekten işittiklerini yahut aklettiklerini mi sanıyorsun? Onlar sadece hayvanlar gibidir (yer, içer, ürer); hatta yolca daha da aşağıdırlar.” (FURKAN-44)…
SORU 4: Ama İslam âlimleri, “Hem dünya hem ahiret için çalışın” der.
CEVAP 4: Bu bir safsatadır. Her ikisini bir arada yapmak mümkün değildir. O yüzden Müslümanların çoğu ikirciklidir. İçten içe refahı, dünyayı, hazları ister ama zihindeki değerler onları günah sayar, öbür tarafı ister. İçi dışı bir olmayan insan olurlar.
KRİTİK 4: Safsata; İslam âlimlerinin söylediği sözler değil; Yasin CEYLAN’ın sözleridir… Yasin CEYLAN’ın bir söze “safsata” demesi, o sözü safsata yapmaz… Yasin CEYLAN mevcut idrak seviyesiyle âlemdeki herkesi “ahmak” zannediyor olmalı… “O insanlardan bir kısmı var ki Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.” (BAKARA / 78)…
SORU 5: Atatürk deist miydi?
CEVAP 5: Atatürk deist olabilir. Özel olarak araştırmadım ama sözlerinden, yaşam biçiminden anladığımız kadarıyla pozitivist, Aydınlanmaya inanan, birçok Fransızca kitap okumuş olan, Batı’yı etrafımızdaki insanların çoğundan iyi anlayan bir insandı. Ateist miydi, deist miydi bilmiyorum ama dini yaşama pek itibar etmezdi. Hür düşünen bir insandı. Bu tür insanlar zaten değerleri kendileri koyarlar, mevcut sistemden gelen değerlere fazla itibar etmezler. Atatürk böyle bir kişiydi, herhangi bir Müslüman değildi. Halkın önünde rakı içecek kadar kendini serbest gören, tarikatları, tekkeleri kapatan, medeni hukuku getiren, şeriatın modern zamanlara pek uygun olmadığını düşünen bir adamdı.
KRİTİK 5: Türkiye’de, cumhuriyetin ilanından (ilan edilmesi kurulduğu anlamını taşımaz elbette) bugüne, değişmeyen bir “gizli yasa” varsa o da sosyal statü edinmede “iyi saatte olsunlar”a temenna çakmaktır… Tabiatıyla Yasin CEYLAN da o “ilke”ye uyuyor. Ne yapalım yani Atatürk dine itibar etmiyordu diye, dine itibar edilmemeli mi? Atatürk rakı içiyordu diye, rakı içmek zorunda mıyız? Alkolün iyi bir şey olduğunu hangi pozitif bilim ispatlamış? Atatürk, hangi Batıyı iyi anlamış? Tek parti yönetimini ve kuvvetler birliğini (TEKPARTİ DİKTATÖRLÜĞÜ) savunan ve uygulayan Atatürk; “ANAYASAL, DEMOKRATİK, LİBERAL-SOSYAL, HUKUK DEVLETİ”ni mi kurmuştu? 03.10.2010 tarihinde RADİKAL GAZETESİ’ne yazdığın “Kürt Sorunu” ile ilgili yazında bahsettiğin işleri başına getiren siyasal sistemi kuran Atatürk değil miydi? Yasin CEYLAN, o yazısında bakın şunları söylüyor:
“Hiç TÜRKÇE konuşulmayan bir mezradan ilçeye taşınmıştık. Okul mevsimi olduğundan, hemen okula kaydedildim. Türkçenin tek kelimesini bilmiyordum. Bu yeni dil, benim için bir kâbustu. Öğretmenin sözlerinden bir şey anlamıyordum. Türkçe konuşan çocukları da anlamıyordum. Türkçe bilen Kürt çocuklar da, bu zaafımı görünce, benimle KÜRTÇE konuşmaz oldular. Benimle alay ediyorlardı. Öğretmen tahtaya kaldırınca, ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Çünkü soruları da anlamıyordum. Öğretmen dövüyor, sınıf gülüyordu. Babam, durumumu az çok fark edince, hayal kırıklığına uğradı. Olayın dil sorunu olduğunu kavrayamadığından (babam, annem hiç eğitim görmemiş Kürt köylülerdi), bunu benim geri zekâlılığıma bağladı. Kendisi askerde Türkçe öğrenmişti. Ona göre bu kolay bir işti. Durumu düzeltmek için, bana, kendisi öğretmenlik yapmaya başladı. Nereden öğrenmişse, dört işlemi biliyordu. Bana o küçük yaşımda zorla dört rakamlı çarpma işlemini öğretti. Ama her hata yaptığımda, o iri elleriyle tokatlayıp tüm bedenimi duvara yapıştırıyordu. Rakamları öğrendim, toplama, çıkarma, çarpma, bölme. Ama konuşma dilini bir türlü öğrenemiyordum. Sınıfta, öğretmen görmesin diye, en arkalara saklanıyordum. Teneffüslerde tek başıma kalıyordum.
Annem ne etsin?
Evde de babamla yüz yüze gelmemek için çeşitli yollara başvuruyordum. Sadece annem merhamet ederdi bana, meseleyi bilmemekle birlikte. Çünkü bir mağduriyet yaşadığımı hissediyordu. Ancak ceberut Kürt babam karşısında, annemin koruması bir hiçti. Biraz sesini yükseltse, benimle aynı kaderi paylaşacaktı. Okul yedi yılda bitti. Ancak beni de bitirdi. Kendime güvenim sıfırdı. “Okul okuyamaz” diye beni terziye çırak verdiler. İki yıl böyle geçti. Sonraları basiretli bir din adamı, “bu oğlan mektep okumalı” diye babamı ikna etti. Beni terziden alıp şehirdeki imam-hatip okuluna kaydettirdi. Bundan sonraki hayatım ise ilkokuldakinden tamamen farklıydı. Hele üç yıllık liseyi bir yılda bitirince, artık “geri zekâlı” olduğuma inanmaz oldum. Ancak, o küçük yaşta yaşadığım çarpıklıklar, psikolojimi bozdu. Rahat konuşabilmek, benim için ulaşılması gereken en büyük ideal halini aldı. Normale dönmek için çok çaba sarf ettim. Kişiliğin oluştuğu bir yaşta, başımdan geçen bu talihsiz serüven, üzerimde kalıcı izler bıraktı.”
Dikkat ettiyseniz; Yasin CEYLAN, yazısında hayatını kurtaran “basiretli bir din adamı”ndan söz ediyor… Ne garip değil mi? RÖPORTAJ’da Hayatını kurtaran “basiretli bir din adamı”nı sitayişle yâd etmesi gerekirken, hayatını trajediye dönüştüren siyasal sistemin arka planındaki Batılı zihniyeti ve Türkiye’deki temsilcilerini sitayişle yâd ediyor… Eee o da kendince haklı; böyle yapmasa ODTÜ’de barındırırlar mıydı? Paris Sorbonne Üniversitesi’nde doktor ve doçent olan Nurettin TOPÇU, o zihniyete ve temsilcilerine temenna çakmadığı için Kemalci Oligarşi tarafından ömür boyu üniversitelere sokulmamıştı…
SORU 6: Siz de kendinizi ‘deist’ olarak adlandırıyor musunuz?
CEVAP 6: Tanrı hakkında bazı fikirlerim var. Tanrı tarif edilemez. Kutsal kitaplar da “Ne düşünürsen o değildir” diye yazar. Tanrı’yı reddeden kimseler Tanrı’nın bizzat varlığını reddeden değil Tanrı tariflerini reddeden kimselerdir. Çünkü her türlü Tanrı tarifi ve tasviri yanlış ve eksiktir. Benim Tanrı anlayışım, büyük filozof Spinoza’nın Tanrı anlayışına yakındır. Biraz da Tabiiyyun’a yakın olduğumu söyleyebilirim. Evrenin varlığının sonsuzluğuna, ebediyetine inanıyorum. Evren bir nesne değildir ki kimin yarattığını konuşalım. Evrenin gerisine insan aklı yetmez.
KRİTİK 6: Cevaptan anlaşılan o ki Yasin CEYLAN, panteist mi yoksa kreasyonist mi olduğuna henüz karar verememiş… Özetle izah etmek gerekirse: Panteist Spinoza, Tanrı ve evrenin bir ve aynı şey olduğunu söylüyor… Tanrı, evrenin ruhu; evren de o ruhun tezahürüdür. Tanrı, “natura naturans; evren, natura naturata”dır… Her ne demekse? Tabiiyun da İslam felsefesi ekollerinden olup, Ebubekir Zekeriya Razi’nin doktrinidir. Razi’ye göre 5 ebedi ve ezel varlık vardır: Tanrı, Ruh, Madde, Zaman, Mekân… Eşya; bu beş temel ilkenin yansımasıdır… Din, gereksiz bir şeydir ve akıl insan için yeterlidir… Yasin CEYLAN; bu iki düşüncenin telifine inanıyor her halde… Herkesin inancı kendine tabi ama tek doğru inanç benimkidir iması yanlış… KUR’AN; bu çelişkiye şöyle işaret ediyor: “De ki sizin dininiz size, benim dinim bana.” ( KÂFİRUN / 6)…
SORU 7: İlahiyat okumuştunuz, İmam hatip mezunuydunuz, İslam’a çok hâkimdiniz. Dine dair düşünceniz ne zaman değişti?
CEVAP 7: Edinburgh’da teoloji-felsefe ilişkisi üzerine doktora yaparken din karşıtı bir şey okumadan dini tavrım değişti. Daha ziyade, dini çok öven kitaplar okuya okuya dine karşı bakışım değişti diyebilirim. Bu da 30’lu yaşlarda başladı, gittikçe derinleşti ve felsefi tavır haline geldi.
KRİTİK 7: ifadelere dikkat edilirse Yasin CEYLAN’ın; Edinburgh’da felsefe öğrendiği için değil; daha önce okuduğu “dinî kitaplar” sebebiyle dine bakışı değişmiş… Doğrusu şu olsa gerek: Çocukluk ve gençlik yıllarındaki baba baskısı, mahalle baskısı, çevre baskısı gibi faktörlerle içine doğduğu “sözde İslamî atmosfer” onu zorla Müslüman yapıp, trajik bir hayata maruz bırakınca (yaşadığı trajediyi Radikal Gazetesi’ndeki yazısında kendisi anlatıyor) Yasin CEYLAN da kendisini Müslüman zannetmiş; Edinburgh’da da baskılardan kurtulunca trajedinin kaynağının din olduğuna karar vermiş ve inanç tercihini “felsefî panteizm ve natüralizm”den yana kullanmış… Tercihlere elbette saygı duymak lazım ama besbelli ki bu tercihi de öyle rasyonalite ve gönül temelli değil… Türkiye’deki baskı atmosferine karşılık, Edinburgh’daki nispi özgürlük atmosferini tercih etmiş; doğrusu onun yerinde ben de olsam, ben de Edinburgh’daki atmosferi tercih ederdim zira insan özgürse insandır… Ancak, insanlar her zaman trajik baskılardan ötürü ya da manken Tuğçe KAZAZ gibi “mankenlik gerekçeleri” ile şu dini ya da bu dini seçmiyorlar ki o türden nedenlerle de tercihlerini değiştirsinler… Rasyonel, iradî ve gönüllülük gerekçeleriyle de İslam’ı kabul edenler var… Yasin CEYLAN, imam-hatip ve ilahiyat okuduğuna göre, ilk Müslümanlardan YASİR AİLESİ’nin hikâyesini biliyor olmalı… Yasin CEYLAN’ın “felsefe bilgisi” ya da panteist ve natüralist “imanı” kararlarında onu YASİR AİLESİ kadar dirayetli ve ilkeli yapabilmiş mi?
SORU 8: Felsefeyle ilgilenenler İslami açıdan küfre girmiş olur mu?
CEVAP 8: Felsefeye giren zaten geleneksel imandan kopmuştur; rasyonellik ağır basmıştır, inançlarında şüphe ortaya çıkmıştır. Şüphe ile iman da yan yana kalamaz. Felsefi düşünceyi dinin hizmetine sokmaya çalışanlar da var ama onlar felsefeci değildir. Onlar felsefi araçları din için kullanıyorlardır. Felsefenin içinde olan kimselerin dinle, inançla fazla bir alakaları kalmaz, şüpheci olurlar. Konformist olamazlar. Ben teologdan ziyade, bir felsefeciyim. Felsefe dersi veren ve felsefe yapan biriyim, dolayısıyla benim teolog vasfım kalmamıştır. Ama teoloji eğitimi gördüğüm için o alana profesyonelce bakabiliyorum. Batı düşüncesini merak ettim. Yıllarca ortaçağ felsefesi dersi verdim. Batı filozoflarının kitaplarını okudum ve o isimlerden etkilendim. Felsefecilerin cenahına kaydım ve teologları da karşımda buldum. Onlarla konuşmayı seviyorum ama onlar beni pek sevmezler.
KRİTİK 8: Felsefeyle uğraşanın ölçüsü elbette rasyonalite (akıl) olmalıdır… Ancak o rasyonalitenin “Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (ENBİYA / 67); diye insanları akla çağıran KUR’AN’la mutlaka ters düşmesi gerektiği iddiası rasyonel değildir… Konformizmden kasıt da “sorgulamadan itaat” ise KUR’AN’ın böyle bir şeyi tasvip etmediği de açık… Yine geleneksel imandan maksat İslam’ın “atalar dini” haline dönüşmesiyse KUR’AN, onu da reddetmektedir: “Kendilerine, ‘Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin,’ denildiğinde, ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter.’ derler. Ataları, bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?” (MAİDE / 104)… Yine, elbette ki felsefenin herhangi bir dini doğrulama hedefi yoktur ama kendisini felsefeye nispet eden birilerinin de argümanlarını rasyonel kurma mecburiyeti vardır… Yasin CEYLAN yıllarca felsefe okumuştur belki fakat argümanları ne yazık ki hiç rasyonel değil…
SORU 9: Bir insan hem Müslüman kalıp, hem de modern yaşayabilir mi? İslam bundan sonra bir Aydınlanma dönemi geçiremez mi?
CEVAP 9: İslam bireysel tercih haline dönüşüp evrensel iddialardan vazgeçecek. Din kamusal alanda bir faktör olmaktan çıkıp bireysel alana kayacak, bireyin kendi iradesi ve ona uygun yaşam biçimiyle sınırlanacaktır. Toplumsal hayatta kültür ve yaşam unsuru olmaktan çıkacaktır. Bunu Batı medeniyeti dayatacaktır. Bu aydınlanma zorla olacaktır. İslam uleması, “Gelin bir şeyler yapalım, 14. asır bugünkü yaşam biçiminden çok farklı, bir sentez yapalım.” demeye cesaret edemeyecektir. Modern yaşam biçimi kendini empoze edecektir ve İslam zoraki olarak bireysel tercihe doğru itilecektir.
KRİTİK 9: Bir insan elbette ki hem Müslüman hem modern olamaz çünkü modern olmak; din karşıtlığı olmasa bile en azından “din dışı” olmak demektir… Kamusal alan – özel alan; bireysellik – kamusallık ayrımları gibi manipülasyonların, Batı sivilizasyonuna ait bir aldatmaca olduğunu Yasin CEYLAN ya bilmiyor ya da aynı manipülasyona kendisi de iştirak ediyor… Batılı siyasi ideolojilerden acaba liberalizm mi kamusal alana karışmıyormuş sosyalizm mi faşizm mi konservativizm mi? Modernite evrensellik iddiasında değil mi? Modernite evrensellik iddiasında bulunabilir ama İslam bulunamaz, öyle mi? Batı, İslam’a böyle bir şeyi dayatacaksa ki zaten dayatıyor, Müslümanlar dayatmalara niçin boyun eğeceklermiş? Bu zorbalığın adı da “aydınlanma” olacakmış… Şayet böyle bir “aydınlanma” ve empoze iyi bir şeyse Yasin CEYLAN, Kemalci Oligarşinin “aydınlanma” diye Kürtlere empoze ettiği şeylere Radikal Gazetesi’ndeki yazısında niçin karşı çıkıyor?
SORU 10: İslam’ın şu anki meselesi yeniden kaynaklara dönüş mü yoksa kaynaklardan kopuş mu? Yüzlerce yıl modern dünya ile karşılaşmaların ürettiği yeni sorulara yeni cevaplar üretme ihtiyacı şu an nasıl tezahür ediyor?
CEVAP 10: Modern yaşayan, seküler dünyanın normlarını kabul eden, dünya mutluluğunun peşinde olan ahiret hayatını bir kenara iten bir sürü Müslüman vardır. Bunlar zaten kaynaktan kopmuşlardır. Bir de kaynağa bağlı kalmak isteyenler vardır, onlar da zorluk içerisindedirler. Modern hayatın gerekleriyle İslami kaynaklardan gelen normlar arasında bir uçurum gördükleri için ne yapacaklarını bilemeyenlerdir. O kaynaklara dönüş ile modern insana bir yaşam biçimi öneremeyeceklerdir.
KRİTİK 10: Şüphesiz İslam Medeniyeti, modern olmayan bir medeniyettir ve insanlara üst seviyeden bir hayat tarzı sunduğunun da tarih şahididir… Modernite eleştirisini yapanlar da sadece Müslümanlar değildir zaten… Yasin CEYLAN, Batı’da da modernite eleştirisi yapan filozofların mevcudiyetini herhalde bilmiyor olmalı ki “ modern hayat”, “modern hayat” deyip durmuş…
SORU 11: Dinin bireyselleşmesi, bir yozlaşma olarak da yorumlanabilir mi?
CEVAP 11: Yozlaşmadan ziyade radikal bir değişimdir. Yeni medeniyetin şartlarını kabullenmektir. Başka türlü yaşayamazsın. Başka ülkeye gittiğinde nasıl abdest alacaksın, nerede namaz kılacaksın, çalışan insan nasıl o kadar saat aç kalacak, o kadar vergi ödeyen adam nasıl zekât ödeyecek? Bunlar zamanın kodlarıydı, zaman geçtikçe de bu kodlar zoraki olarak değişmiştir. Dolayısıyla İslam ulemasının İslam’ı aktif bir din olarak toplumsal hayatta uygulanan kodlar olarak istemeleri bana göre zor bir irade biçimidir.
KRİTİK 11: İslam’ın Müslümanlar tarafından nasıl yaşanacağına dair Yasin CEYLAN’ın endişesi, kendisi Müslüman olmadığına göre yersiz bir endişe… Öte yandan, bir şeyi de itiraf etmiş oluyor ki o da göklere çıkardığı modernitenin hiç de öyle özgürlükçü olmadığı ve Müslümanların hayat tarzlarına müsaade etmediğidir…
SORU 12: İslam’ın kendi içindeki tartışmaları inançsızların ya da kendi dinine inananların daha mı önüne geçti?
CEVAP 12: Müslümanların hem dış dünyayla, hem kendi aralarında tartışmaları vardır. İkisinde de barışçı değildirler. Bugün Türkiye’nin yarısı seküler, diğer yarısı ise dindar bir yaşama yönelmiştir. “Bizden olan, bizden olmayan” diye bir ayrım var. Mütedeyyin kendisi gibi inanmayanı sevmez. Dindarlığın tabiatında bu var. Onlar ibadeti ahlaktan sayıyorlar. İman prensiplerinin ahlakla hiç alakası yok. Ahlak ayrı bir şeydir. Bunu yapmayanı ahlaksız sayıp dost kabul etmiyorlar. Sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını düşünüyorlar… İslam’ın söylediğinin de tam tersi bir toplum oluşuyorsa, buna inananlar ve bu metinle insanların icraatının arasındaki boşluğu doldurmayanlar bundan sorumludur. Bir inanç sistemi var, bir grup insan var. Onlar bir sürü kötülük icra ediyorlar ama onların inançlarına baktığımızda pek kötülük görünmüyor. Bunda yine o inanç sistemi sorumludur. Büyük iyilikleri, dürüstlüğü ortaya koyan bir metin ve o metni temel olarak kabul eden insanlar bunun tam tersini yapıyorsa, o metni ne yapacağız? Övecek miyiz, eleştirecek miyiz? O metin, bir şekilde insanların eylemlerine yansımıyorsa onun bir anlamı yoktur, diyorum…
KRİTİK 12: Yasin CEYLAN’ın, bugünkü sözde Müslümanlarla ilgili eleştirileri ne yazık ki genel itibarıyla haklı ama bu durumun kaynağı bizzat İslam’mış gibi manipülasyon yapması dürüstçe değil… İslam özünde barış ve ahlak demektir… KUR’AN şöyle diyor: “ALLAH, din uğrunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmaya çalışmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. ALLAH adaletli davrananları sever.” (MÜMTEHİNE / 8); “Her kim zerre miktarı bir iyilik işlerse onu görecek; her kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onu görecektir.” (ZİLZAL / 7-8)… Modernitenin egemen olduğu bir dünyada yaşayan ve kendilerine Müslüman diyen insanların bir takım ahlak dışı işleri yapıyor olmalarından İslam’ı sorumlu tutmak, irrasyonelliğin ötesinde bir bühtandır… Kendilerine liberal ya da sosyalist ya da demokrat deyip de ideolojilerine aykırı davranan milyonlarca modern insanın ve onlarca modern devletin var olduğu realitesini görmemek için ya çok kötü niyetli ya da çok aptal olmak gerekir…
SONUÇ: Yukarıda tanımlarını verdiğim; “Philosophia, Philosophos, Sophist / Felsefe, Filozof, Sofist” kavramlarını dikkate alarak; Yasin CEYLAN hakkında hüküm verme hakkını okuyuculara bırakıyorum…