31 Mart 2019 mahalli seçimleri için propaganda faaliyetleri Türkiye’nin hemen hemen her beldesinde hayli gergin geçmekte… Gerginliğin kaynağının AKP ve MHP’den müteşekkil “cumhur ittifakı” olduğunu söylemek çok da kolay inkâr edilemez… Stratejisini “ülkenin beka sorunu” ve “muhalefetin terörle işbirliği” iddiaları üzerine kuran “cumhur ittifakı”nın başarılı mı başarısız mı olacağını 1 Nisan 2019’da göreceğiz… Varsayalım ki başarılı olunsun; ülkeyi kutuplaştırmak reva mıdır? Seçim sonrası da bu insanlar birlikte yaşamayacak mı? Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; “Öfke bir hitabet sanatıdır.” diyerek, gerginliği “sanat” için çıkardıklarını söylese de toplumsal yansıması ne yazık ki bir travmaya dönüşmektedir. Böyle bir strateji toplumun %10’luk muayyen bir kesimine hitap eden MHP için mazur görülse bile bütün kesimlere hitap iddiası bulunan AKP için mazur görülemez… Mazur görülemeyeceğinin delili, daha düne kadar MHP’nin, şimdiki “cumhur ittifakı” ortağı AKP’yi PKK ile eşdeğer görmesidir (http://youtube.com/watch?v=oyL_cPtOsXo)… Hele hele Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın dün söylediklerini bugün unutup; MHP seçmenini konsolide edeceğini zannederek, seçim meydanlarında Türkiye nüfusunun %20’sini teşkil eden Kürtler’i küstürecek şekilde “Türkiye’de Kürdistan diye bir yer yoktur, Kuzey Irak’ta Kürdistan diye bir yer var, defolun oraya gidin.” ifadelerini kullanması AKP için faydadan ziyade zarar getirecektir… Garip olan şu ki AKP’nin hali-hazırdaki Kürt kökenli milletvekilleri de sabık müntesipleri de entelektüel geçinen okur-yazarları da bu yaklaşım tarzı yanlıştır, diyememektedir. Tek adamın reyine karşı reyde bulunamamak bu olsa gerek… Oysaki onurlu Kürtler’in bundan rahatsız olmaması akla ziyan bir durumdur… Ben; onurlu bir TÜRK olarak, TÜRKLER’in yaşadığı bölge anlamında TÜRKİSTAN’ı birileri reddettiğinde nasıl rahatsız olursam; muhtemeldir ki Kürtler’in yaşadığı bölge anlamında Kürdistan’ın reddinden de Kürtler rahatsız olacaktır…
Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, 19 Kasım 2013 tarihinde, AKP’nin Meclis Grup Toplantısında bakın şöyle konuşuyor:
“Bu millet köksüz değildir… Bu millet reddi miras yapacak, ecdadını unutacak, ecdadına sırt çevirecek bir millet değildir… Çok uzağa gitmeye gerek yok… Şurada doksan yıl, yüz yıl öncesine gidin… CHP’nin, MHP’nin yöneticileri şurada Meclis kütüphanesinde gitsinler, İlk Meclis zabıtlarını, gizli celse zabıtlarını okusunlar… Milletvekilidirler, okuma hakları var, gitsinler okusunlar… Bugün MHP ve CHP neye karşı çıkıyorlarsa, orada, İlk Meclis zabıtlarında o karşı çıktıkları şeyleri görecekler… Hem de en başta Gazi Mustafa Kemal’in nutuklarında görecekler… Kürt kelimesini o Meclis’te görecekler… Gürcü, Laz, Arap, Boşnak kelimelerini o zabıtlarda görecekler… Anasır-ı İslam kavramını o zabıtlarda görecekler… Kürdistan kelimesini o Meclis zabıtlarında görecekler… Şöyle biraz daha geçmişe, Osmanlı’ya gittikleri zaman doğu, güney-doğunun Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler… Doğu kara denizin Lazistan eyaleti olduğunu görecekler… Bunlar bizim tarihimizin bize devrettiği mirastır… Bunları görmemezlikten gelemezsiniz… Devletlerin ilişkileri intikam, öfke, nefret hissiyle yürümez… İşte bunu en iyi bilenlerden bir tanesi de Gazi Mustafa Kemal’dir… Bize ne diyorlar, şu kavramı kullandın, bölücü… Peki, Mustafa Kemal de mi bölücü? Kürdistan kelimesini kullanan o zamanın bütün meclis mebusları da mı bölücü? Kendi tarihini bilmeyen, kendi tarihini okumayan karanlıktan ve cehaletten başka bir şey söylemez… Böyle bir şey olabilir mi ya?” (https://www.youtube.com/watch?v=1xGqJpbLDV4)…
Dün öyle konuşan Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, acaba bugün niçin farklı konuşmakta; “Türkiye’de Kürdistan diye bir yer yoktur, Kuzey Irak’ta Kürdistan diye bir yer var, defolun oraya gidin.” demektedir? Ne değişti? Tarihin devrettiği miras mı değişti? Anasır-ı İslam anlayışı mı değişti? Kendisine referans seçtiği Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri mi değişti? Dün, Kürdistan kavramını kullanmak “bölücülük” olmuyordu da bugün mü olmaktadır? Süleyman DEMİREL’in meşhur “Dün dündür, bugün de bugün.” akidesi, artık Cumhurbaşkanı ERDOĞAN için de mi geçerlidir? Şayet Cumhurbaşkanı ERDOĞAN bugün fikir değiştirdiyse; dünkü “hakikat” de tebeddül ve tagayyür mü edecektir? Etmeyeceği açıktır…
Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan, meşhur KAMUS-I TÜRKÎ’de Şemseddin Sami; “KÜRDİSTAN” kelimesini şöyle tarif ediyor: “Memalik-i Osmaniye’de hudud-ı İraniye’nin iki cihetinden ve Cezire’nin şark ve şimal taraflarından ibaret yer.” Bilenlerin malumudur; Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520), Şii Safevi Devleti ile 1514’te yaptığı Çaldıran Savaşı sonrasında Osmanlı ile Kürtler arasındaki ilişkiler hayli gelişmiş, Şeyh İdris-i Bitlisi aracılığıyla Sünni (Şafii) Kürtler, Şiilere karşı Osmanlıları desteklemiş ve bundan ötürü de Kürtler’e önemli bir statü verilmiştir… İran’dan Irak’a, Suriye’den Anadolu’ya uzanan geniş Kürdistan coğrafyasının büyük bir bölümüne hâkim olan 28 Kürt beyi (Ümera-yı Ekrad) değişik imtiyazlar karşılığında Osmanlı Devleti’ne biat etmişlerdir… Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde; “Al-i Osman ile Acem mabeyninde bu Kürdistan Seddi olmasa Al-i Osman huzur edemezdi…” derken; bu birlikteliğin önemine işaret etmektedir… Bu dönemin belgelerinde coğrafi terim olarak ‘Kürdistan’ terimi sıklıkla kullanılmıştır… Tarihçi Dr. Metin KUNT’un Sancak’tan Eyalete adlı eserinde bahsettiğine göre, Kanunî Sultan Süleyman zamanında 1527′de Osmanlı İmparatorluğu’nun idari taksimatını gösteren defterde Kürdistan ilk kez idari birim olarak da kullanılmıştır (Topkapı Sarayı Arşivi, D 5246)… Vilayet-i Kürdistan denilen ve Kürt aşiret reisleri tarafından yönetilen sancaklar şunlardır: Cizre, Bitlis Hasankeyf, Siverek, Çemişgezek, İmadiye, Hizan, Sason, Palu, Bingöl, Eğil, Sincar, Silvan, Çermik, Hazzo, Zirkî bölgeleri… Tarihçi Ayşe HÜR’ün 24. 11. 2013 tarihinde Radikal’de yayınlanan “Türklerin ve Kürtlerin ‘Kürdistan’ı” başlıklı makalesinde belirttiğine göreyse; Sultan Abdülmecid döneminde, 1847’de ‘Kürdistan Eyaleti’ resmen kurulmuştur… 14 Aralık 1847 tarihli Takvim-i Vekayi’de yayınlanan fermanla Kürdistan Eyaleti; Diyarbakır, Van, Muş ve Hakkâri sancakları ile Cizre, Botan ve Mardin kazalarını kapsıyordu… Kürdistan’ın merkezi önce Ahlat olup; sonra sırasıyla Van’a, Muş’a ve Diyarbakır’a taşınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun genel idari yapılanmasındaki reformlarla uyumlu olarak 1856’da bu eyaletin sınırları yeniden düzenlenmiş, 1864’te ise Diyarbakır ve Van vilayetlerine bölünerek son bulmuştur… Milli Mücadele’nin başlarında Mustafa Kemal’in, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda da Kürdistan ifadesini kullandığı ve Birinci Meclis’in Doğu’dan gelen üyelerine ‘Kürdistan mebusu’ dendiği de bir vakıadır… 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından itibarense belgelerde bölgeden Vilayat-ı Şarkıya veya Şarkî Anadolu olarak söz edilmeye başlanmıştır…
Açıktır ki asırlar boyunca bir arada yaşayan Türkler’in ve Kürtler’in ülkesinde, bir ulus-devlet rejimi olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya dek “Kürdistan” tabiri daima kullanılmıştır… Şüphe yok ki bu kullanım rahatlığı Osmanlı Devleti’nin İslam medeniyetini temsiliyle alakalıdır… Zira İslam; çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dilli unsurları bünyesinde barındırabilen bir barış projesidir… Kürtler’in ve Kürdistan’ın inkârına yönelik politikalarsa ulus-devlet rejimi sonrası döneme aittir… Ulus-devletin; çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dilli yapıları bünyesinde barındırmadığı ve onları seküler bir kültür olarak homojenleştirdiği apaçık realitedir… Ne yazık ki bu homojenleştirme sanıldığının aksine çeşitlilikten kaynaklanan sorunlara yönelik bir çözüm değil, daha büyük sorunlara neden olmuştur… Muayyen bir etnisiteyi ya da dili esas alıp, diğerlerini yok saymak ne İslam hukuku ile ne de modern insan hakları öğretisiyle bağdaştırılabilir… Homojenleştirmenin İslam’la bağdaşmadığının delili; “Göklerin ve yerin yaratılması da dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda idrak edebilenler için ibretler vardır.” (Rum Suresi 22)… ayeti; İnsan haklarıyla bağdaşmadığının delili de “Ekonomik, Sosyal Ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” ve “Ulusal veya Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Mensup Olan Kişilerin Haklarına Dair Bildiri”dir… Teröre karşı çıkmak başka şeydir; insanların İslamî ve insanî temel-doğal haklarına karşı çıkmak başka… Sivri sinekler öldürülerek, bataklık kurutulduğu nerde görülmüş? Çözüm süreci deyip de hiçbir şeyi çözemeyenler kimlerdir? Beka; şu ya da bu iktidarın sözde bekası mıdır, hakkın, hukukun bekası mı? Unutulmamalıdır ki “Yeryüzünde bulunan her şey fânidir. Baki olan yalnızca zûl-celal ve’l ikram sahibi olan Rabbin vechidir…” (Rahmân Suresi 26-27)… Galiba; Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın “Kürdistan” tabirini kullandığı dönem onun İslamcılık dönemlerine, reddettiği dönem de onun ulus-devlet rejimini içselleştirerek temsil ettiği döneme denk düşmektedir…