“Cehaletin Rönesansı” ifadesi; Atatürkçü yazar Özdemir İNCE’nin, özelde “İslamcılar” olarak nitelendirdiği AKP iktidarını; genelde ise İslam’ı eleştirmek üzere kaleme aldığı kitabın başlığı… AKP’ye yönelik eleştirilerinin kısmî haklılığını AKP müdafii ve yandaşı gazetecilerden Abdurrahman DİLİPAK bile köşe yazılarında “Belediye başkanına ‘niye yakınlarını göreve atıyorsun’ diye soruyorsun, ‘Reis de yapıyor’ diyor. ‘Niye ihaleleri birtakım kişi ve kuruluşlara yönlendiriyorsun’ diye soruyorsun, ‘Reis de öyle yapıyor’ diyor.” şeklinde dilendirip, kabullendiğine göre o hususta konuşmak belki de vakit kaybı. Fuzulî “Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok.” derken beyhude gamlanmamış… Öyle ya birileri şayet “Düne kadar onlar yiyiyordu, biraz da biz yiyelim.” diyorsa bu iki grup arasında “ahlak” itibarıyla fark olduğunu zannedenler cahil değildir de nedir? Yolsuzluk iddialarını gündeme taşıyanlara karşı, “İnsanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edemezsiniz.” diyen AKP milletvekilini mükerreren seçenler cahil değildir de nedir? Seçimlerde AKP’ye verilecek oyu “ruz-i mahşerde berat belgeniz olacak” diyerek “endüljans” niyetine satan milletvekiline inananlar cahil değildir de nedir? Avrupa Birliği ülkelerini örnek göstererek maaşlarının artırılmasını isteyen öğretmenlere karşı; “Türkiye’nin gayrı safi milli hasılası Avrupa Birliği ülkelerinin gayrı safi milli hasılası kadar mı ki size o oranda zam yapalım.” diye, göz dağı veren sabık Milli Eğitim Bakanı’nın cevabını suret-i haktan zannedenler cahil değildir de nedir? O Bakan’a “Türkiye’nin gayrı safi milli hasılası Avrupa Birliği ülkelerinin gayrı safi milli hasılası kadar mı ki sizin maaşlarınız onların maaşlarına oranla daha yüksek?” diye soramayanlar cahil değildir de nedir? Avrupa Birliği ülkelerinde bir milletvekilinin maaşı o ülkedeki asgari ücretlinin sadece ve sadece 4 katı olabilirken; Türkiye’de 14 katı olmasını “normal” zannedenler cahil değildir de nedir? “Ulü’l-emr’e itaat farz-ı ayındır.” diyerek; “Yolsuzluk, hırsızlık değildir.” hükmüyle maruf fetva emini Hayrettin Hoca’dan rol çalmaya çalışan, neticede de rektörlükten kovulan “Rektör” cahil değildir de nedir? Mâsiyet mi mâruf mu sorgulamadan “Seni yöneten kimseyi, darlıkta da varlıkta da neşeli iken de kederli iken de dünya işlerinde senin aleyhine tercih yaptığında da dinleyip (çıkardığı kanunlara), itaat etmekten sorumlusun.” diye Hollanda’dan iktidara temenna çakan nominal üniversitenin nominal rektörü cahil değildir de nedir? Maalesef; liyakat ve ehliyet ölçü olmayınca zirvelerde alelekser bu cahiller gezinmekte… AKP’nin yeni politikalarını savunmak ve halkı yanlışa kanalize etmek adına; EZAN’ın yasaklanması olayını Mustafa Kemal ATATÜRK değil de o öldükten sonra İsmet İNÖNÜ yapmış gibi, gazete köşesinden, Kemal KILIÇDAROĞLU’na hitaben; “İsmet Paşa’nız, Gazi Paşa’nın yokluğunu fırsat bilmiş olacak ki, vefatının ardından tam 18 sene bu ülkenin minarelerinden ezan okunmadı.” cümlelerini höyküren niteliği kendinden menkul kalemşör cahil değildir de nedir? Adil yargılanma hakkı bir tarafa; hukuku siyasallaştırıp, “berâet-i zimmet asıldır” ilkesini ve Müslümanlık iddiasına rağmen “ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ” – “hiç kimse bir başkasının suçunu-sorumluluğunu taşımaz” (Zümer Suresi 7) ayetini yok sayarak, kanun hükmünde kararnamelerle insanların işini ve aşını elinden alan, adaleti Gâvur Elleri’nde, AİHM’de dilenilir hale getiren; akıbeti düşünmeyip, yüzbinlerce mazlum ve mağdur yaratan bir iktidara karşı daimi destek açıklamaları yapan sözde İslamî cemaat ve tarikat mensupları cahil değildir de nedir? Echel-i cüheladan tecehhül etmiş cahil (!?)
Özdemir İNCE’nin, AKP özeline dair eleştirilerini bir kenara bırakalım ama cehalet sıfatını İslam’a nispet edişine cevap vermemek hakikati araştırmak iddiasındaki insanlara yakışmaz… Cehaleti, “hayatın ve eşyanın hakikati hususunda doğru bilgi sahibi olmamak” şeklinde tanımlamak herhalde yanlış karşılanmayacaktır. “Onlar hala cahiliye devri hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Maide Suresi 50); “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer Suresi 9); ifadesini kullanarak aklı ve bilgiyi nazara veren Kur’anî İslam, cehaletle nasıl aynı kefeye konulabilir? Britannica Ansiklopedisi’ne göre “cahiliye” İslam öncesi Arap toplumunu tanımlar ve temel özellikleri de şunlardır:
1) Cahiliye insanları, Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber bir takım putlara da ibadet eder, putların Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanır ve Kur’an’ın ifadeleriyle “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer Suresi 3) derlerdi. İslam’ın, cahiliyenin bu inancına cevabı şöyledir: Müşriklere de ki: “Allah’tan başka ilah olduklarını iddia ettiğiniz şeylere yalvarıp durunuz. Onlar göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şeye sahip değillerdir. Onların göklerde ve yerde hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.” (Sebe Suresi 22); “Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi ibadet ediyorsunuz? Size de Allah’ı bırakıp ibadet ettiklerinize de yazıklar olsun! Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Enbiya Suresi 66-67)…
2) Kabe’yi dolduran yüzlerce put, çevredeki kabileleri Mekke’ye çektiğinden, geleneksel hac törenleri Mekke’yi bir panayır yerine ve pazar alanına çevirir, Kabe’ye yönelik hizmetler de bazı kabileler için hem bir ekonomik imtiyaz alanı hem de kazanç kapısı olurdu. Ekonomik imtiyazlar ve servet temerküzü ticaret ya da alış-verişten öte tefecilik ve sınırsız faiz uygulamalarından kaynaklanır; Kur’an’ın anlatımıyla “Alım-satım tıpkı faiz gibidir.” (Bakara Suresi 275) derlerdi. İslam’ın, cahiliyenin bu inancına cevabı da şöyledir: “Faiz yiyenler, şeytanın çarptığı kimselerin kalkması gibi kalkarlar (mezardan). Bu hal onların, ‘Alım satım da tıpkı faiz gibidir.’ demeleri yüzündendir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bu nedenle, kim Rabbinin öğüdünü dinler ve hemen faizden vazgeçerse evvelki kazançlarını koruyabilir ve onun hakkında karar vermek artık Allah’a kalmıştır. Kim tekrar (faize) dönerse işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara 275); “Altın ve gümüş (sermaye) biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda (muhtaçlar için) harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.” (Tevbe Suresi 34)…
3) Kabile imtiyazları ve kabile dayanışmaları bitmez tükenmez kan davalarının ve savaşların da başlıca sebebiydi. Savaş esirlerini köle ve cariye olarak kullanmak, onları fuhuşa-zinaya zorlamak ve bir mal gibi alıp satmak olağandı. İslam’ın, cahiliyenin bu uygulamalarına cevabı da şöyledir: “Eliniz altındaki esirlerden (kadın-erkek) hürriyet sözleşmesi (kitabet) yapmak isteyenlerde bir iyi tutum buluyorsanız sözleşme yapın. Allah’ın size verdiği maldan onlara da verin. Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen esir kadınları fuhuşa-zinaya zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilsin ki Allah hiç şüphesiz onu değil zorlanan kadınları bağışlar ve merhamet eder.” (Nur Suresi 33); “Zinaya-fuhuşa yaklaşmayın çünkü o büyük bir günah ve kötü bir davranıştır.” (Nur Suresi 2); “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince de onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir.” (Muhammed Suresi 4); “Kıran kırana gerçekleşmiş sıcak bir savaş sonucu olmadıkça, hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Allah daima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal Suresi 67)…
4) Kadınları aşağılamak, kız çocuklarını bir ayıp olarak kabullenmemek, onları doğar doğmaz ya da altı yaşından önce diri diri toprağa gömmek yaygın bir adetti. Kur’an’da bu durum şöyle tasvir edilmektedir: “Onlardan birine Rahman olan Allah’a isnat ettikleri bir kız evlat müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi.” (Zuhruf Suresi 17); “Putlara ibadet eden müşriklerin çoğuna, putları (kız) çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi ki; onları helâke sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları yanıltsınlar.” (En’am Suresi 137). İslam’ın, cahiliyenin bu adetlerine yönelik cevabı da şöyledir: “Yoksa Allah, yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı? Onlardan biri, Rahmân’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir. Süs içinde yetiştirilip savaş edemeyecek olanı mı istemiyorlar?” (Zuhruf Suresi 16-18); “Onlar, kızların Allah’a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hayır, Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor.” (Kasas Suresi 4); “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman… Herkes (hesap günü) ne getirmiş olduğunu anlayacaktır.” (Tekvir Suresi 8, 9, 14); “Ey inananlar; kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir.” (Nisa Suresi 19); “Allah’a inanan erkekler ve kadınlar birbirlerinin dostu ve koruyucusudurlar: İyi ve doğru olanı teklif eder, kötü ve yanlış olanı önlerler.” (Tevbe Suresi 71)…
5) Arap kabilelerinde sarhoş edici madde kullanımı, kumar, falcılık, insan ve hayvan izlerinden hükümler çıkarmak, insanların el ya da yüzlerine bakarak geleceği hakkında kehanetlerde bulunmak, kulağına bakarak ahlakını, iyi veya kötülüğünü anlamak, rüya tabirlerine itibar etmek, kuşların uçuşundan, yıldızların duruşundan istikbalde olacak şeyleri bilmek, gaipten haber verdiklerini söyledikleri kahinlere, müneccimlere inanmak, putlar önünde fallara bakmak gibi adetler de çok yaygındı… İslam’ın, cahiliyenin bu adetlerine yönelik cevabı da şöyledir: “Ey inananlar şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve ibadetten (namazdan) alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Maide 90-91); “Kur’an bir kâhin sözü değildir, ne kadar da az araştırıp düşünüyorsunuz?” (Hakka Suresi 42)…
Şüphe yok ki kendilerini İslam’a nispet eden cahiller mebzul miktarda mevcuttur. Ancak bu cehalet onların nominal Müslüman olmalarıyla alakalıdır. Öte yandan; aynı cehalet kendini şu ya da bu ideolojiye nispet edenler için de geçerlidir… Hele hele kendilerini rasyonel zanneden, modern zanneden Kemalci Oligarşi için cehalet yapısal bir sorundur… Mesela; kendilerini bir siyasi ideoloji olarak cumhuriyete nispet eden Kemalci Oligarşinin kahir ekseriyatı böyledir. Nasıl mı? Şöyle: Cumhuriyet; eşitlik eksenindeki bir siyasal organizasyon ve halkın rızasına dayanan iktidar modelidir. Oysa ki Kemalci Oligarşi muktedir olduğu günlerden itibaren daima “Hasolar’la, Memolar’la eşit mi olacağız?” nakaratıyla halkı küçümsemiş ve tahkir etmiştir. Bırakın Hasolar’la Memolar’ı; Tayyip ERDOĞAN, ATATÜRK’ün eşitidir; Binali YILDIRIM da İNÖNÜ’nün; şeklinde cümle kuran birini Kemalci Oligarşi tekfir etmez mi??? Oysa ki hukuk nezdinde ERDOĞAN, ATATÜRK’ün eşitidir; YILDIRIM da İNÖNÜ’nün… Bu nedenledir ki CHP hiçbir zaman halkın rızası ile iktidar olamamış; olduğunda da DARBE gibi gayrı meşru yollarla iktidarı gasp etmiştir… Bilenlerin malumudur ki halktan özerk yönetimin siyaset felsefesi – siyaset bilim literatüründeki adı DİKTATÖRLÜK’tür… Kemalci Oligarşi; Tekparti Diktatörlüğü’nü halka “cumhuriyet” diye “eğitim-öğretim” kisvesi altında beyin yıkama operasyonlarıyla kabul ettirmeye çalışmış ise de şükür ki çok da başarılı olamamıştır…
Açıktır ki Kemalci Oligarşinin siyasi partisi CHP’ye ait 6 umdenin 6’sı da manipülatiftir. Onlar için; Cumhuriyetçilikten kasıt, eşitlik eksenindeki siyasal organizasyon değil, Tekparti Diktatörlüğü’dür. Halkçılıktan kasıt, halkın rızası ya da refahı değil, Oligarşidir. Milliyetçilikten kasıt, milletinin değerlerini savunmak değil, Faşizmdir. Laiklikten kasıt, inançlara karşı eşit mesafede durmak değil, İslam düşmanlığıdır. Devletçilikten kasıt, sivil toplumun yetersiz kaldığı yerde halk adına ekonomiye destek çıkmak değil, Korporatizmdir. İnkılapçılıktan kasıt, iyiye yönelik değişim değil Batıcılıktır. Sormak gerekmez mi Kemalci oligarşik düzeni halk niçin tercih etsin? Vatandaşa eşitlik mi vaad ediyor, özgürlük mü, ekonomik refah mı??? İnsanlara hukuki eşitlik sağlayamayan; iktidarın keyfi isteklerinden bağımsızlık öngöremeyen; ekonomik refah temin edemeyen bir siyasal anlayış onlar tarafından niçin tercih edilsin? Böyle bir tercih sadece ve sadece cehaletle kabil değil midir? Milletin EZAN’ını, KUR’AN’ını, ELİFBA’sını, DİL’ini, TARİH’ini hatta ve hatta ŞARKI ve TÜRKÜ’sünü bile yasaklayan, sözde cumhuriyetin esasta ise Tekparti Diktatörlüğü’nün kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK ve partisi CHP’dir… AKP’liler korkularından ya da riyakârlıklarından yasakların müsebbibi İsmet İNÖNÜ’ymüş yalanına sığınsalar da yasaklar alelıtlak Mustafa Kemal ATATÜRK’ün eseridir… Binali YILDIRIM’ın, Tayyip ERDOĞAN’a rağmen herhangi bir şey yapması ne kadar muhtemelse İsmet İNÖNÜ’nün de Mustafa Kemal ATATÜRK’e rağmen bir şey yapması o kadar muhtemeldi… Tüm bu yasakları uygularken; Mustafa Kemal ATATÜRK ve partisi CHP, halkın rızasına mı dayanmıştır???
CHP’nin “cumhuriyet” projesi; İdris KÜÇÜKÖMER’in ifadeleriyle; kökü dışarda yani kökü Batı kapitalizminde olan ve mevcut yerli üretim düzeninden kopuk ya da onunla asla bütünleşmek istemeyen bir “kültür devrimi”dir. Bu Batıcı grup; zaman zaman ele geçirdikleri iktidarda olsun, muhalefette olsun Batıdaki tarihi gelişme modelinin tam tersine bir yönden modernleşmeye çalışan ironik bir akımı temsil eder. Bundan dolayı da yaptıkları sözde reform hareketlerinde halk ile gerçek bir organik bağlantıyı hiçbir zaman sağlayamamışlardır. Halkın büyük bir bölümü de bu üst kültür devrim hareketini, anayasasından sanatına kadar, asla kabul etmemiş ve daima ona tepki göstermiştir. Mamafih bir milletin siyasi formasyonu ancak ve ancak tarihi ile mazisi ile tabi olduğu sosyal usullerle ortaya çıkar. CHP’nin sol, sosyal demokrat iddiaları da doğru değildir. CHP, devletçi-kapitalist üretim ilişkilerinde yani mülkiyetin dağılımı ve elde edilen ürünün bölüşülmesinde esaslı bir değişikliğin araçlarını hiçbir zaman düşünmemiştir. Mülkiyet ilişkilerine dokunmayan, başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere esasta CHP yönetimidir. Vefatından bir buçuk yıl öncesine kadar, Türkiye’nin en büyük toprak sahiplerinden ve zenginlerinden biri olan ATATÜRK’ün -ki bu servet ona miras kalmamış, aylıklarından biriktirerek de oluşmamıştır- bu mülkiyet düzeninde anlamlı bir değişikliği öngörmesi düşünülebilir mi??? Bugünün CHP’si; AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Sistemini, “Tek Adam” yönetimine karşı çıktığı iddiasıyla eleştirirken, Türkiye’nin gerçek Tek Adam rejiminin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK hakkında en küçük bir eleştiri getirebiliyor mu??? Recep Tayyip ERDOĞAN’ı “bir milyar dolar serveti var” iddiasıyla eleştirirken; Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tescilli serveti hakkında tek cümle edebiliyor mu???
Kemalci Oligarşinin son tipik cehalet örneği Y.ÖZDİL’in “kitap vakası”ndan da çıkartılabilir. Kaleme aldığı “Mustafa Kemal” adlı kitabının 1881 adet basılan “koleksiyon eseri” saat 09:05‘te Kırmızı Kedi Yayınevi aracılığıyla 2500 Türk Lirası üzerinden satışa sunuluyor. Kitabı satın almak isteyenler, yayınevinin internet sitesini ve telefonlarını kilitliyor. Saat tam 09:05’te telefonda sıra bekleyenlerin sayısı 4000’i geçerken, internet sitesinde ise 10000’den fazla kişi satın alma işlemi yapmaya çalışıyor. Kitap, ilk dakikalarda tükeniyor… Koleksiyon serisinden bir adet de sergilemek üzere kendisi satın alan Y.ÖZDİL; kitabın fiyatıyla ilgili sosyal medyada yapılan eleştirilere dair sozcu.com.tr mikrofonlarına şu açıklamayı yapıyor: Sosyal medya saldırılarında anlatılmaya çalışıldığı gibi aslında hadise fiyatla ilgili değildir. Asıl hadise; Mustafa Kemal sevgisini yüceltme, Mustafa Kemal fikrini onurlandırma girişimimize engel olmaktır. Cumhuriyet tarihinin gördüğü en alçakça, en adice hem de planlı ve organize sosyal medya saldırısından bizi koruyan, bizi savunan yurtseverlere çok teşekkür ederim…” İngiliz edebiyatçı-düşünür Samuel Johnson (1709-1784); “Yurtseverlik, bir alçağın son sığınağıdır - Patriotism is the last refuge of a scoundrel.” derken, ne de güzel söylemiş…
Bahset y.ozdil balığın tırmandığı kavaktan…
Sim ü zer ü akçeyi der, hiss ü cehl ü zaaftan…
Kemalci Oligarşi tarafından “Kutsal Kitap” muamelesi yapılan Y.ÖZDİL’in bu “eser”inin akademik kalitesi hakkında tarihçi Prof. Dr. Halil BERKTAY şu değerlendirmeyi yapıyor: “Tek kelimeyle, bomboş. On yıl üzerinde çalıştım, bütün kariyerimi koydum, dediğini öğreniyorum. Bırakın on yılı; on haftalık emek yok bu kitapta. Şu bir gerçek: son on yılda ATATÜRK efsanesi çok sarsıldı ve eleştirilmeye başlandı. Yılmaz ÖZDİL bundan rahatsız olmuş anlaşılan. Bunu ‘gençlerin zehirlenmesi’ olarak görmüş ve tabuları koruma, kutsallıkları pekiştirme ihtiyacını duymuş. Güya araştırma yapmış ama tek bir dipnot veya başka tür referans mevcut değil. Bilgi, olduğu kadarıyla, hemen tamamen intihal (örneğin Vasilis Dimitriadis’in Mustafa Kemal’in Selanik’teki evine ilişkin monografisinden – Y.ÖZDİL üniversitede olsa, sırf bu yüzden hem çakar hem disipline verilir). Gerisi, olumluluk olarak gördüğü her şeyin abartılması, olumsuz olabileceğini düşündüğü her şeyin ise itinayla temizlenmesi. Gerçekler yok, efsaneler var. Özetle, bir tür iman tekrarından ibaret. Şimdi bu içeriksizlik, bir de 2500 liralık bir süper-lüks basımla çıkıyor karşımıza. Çöpün üzerine esans püskürtmekle aynı mantık. Post-post-Atatürkçülük; yeni bir tür ‘hâtıra eşya’ icadı. En zengin ve en hakiki müminler alıp oturma odalarının en mutena yerine koysun; böylece, faraza Ortodoks Hıristiyan evlerinin İsa ve Meryem ikonalarıyla süslü ibadet köşesine benzer bir mekân oluşsun. Herkes de görsün, gelip giden. ‘Bak ben ne kadar öz hakiki Atatürkçüyüm.’ Tümüyle şekilci bir gösterişçilik. Zaten bir de kabalistik sembolizm arayışları eşliğinde çıkageliyor. Muhtevanın kötülüğünü bu tür ambalaj trükleriyle kapatmak istiyorlar. Vay. Huşû içinde kaldım, gönlüme ışıklar doldu… deyip koşarak bir tane almamız mı bekleniyor? Fakat korkarım ki tam da öyle. Bu noktada, totemistik çağlardan kaldığı izlenimini veren ATATÜRK fetişizmi, yüzde yüz ATATÜRK ticaretine dönüşüyor.”
Kimsenin şüphesi olmasın ki eleştirilerin hedefi Y.ÖZDİL’in “eser”inin fiyatı değildir… İsteyen, istediği fiyatı ödeyerek istediği kadar satın alabilir… Maksat, “cehalet”in boyutlarını sergilemektir… Prof. Dr. Halil BERKTAY harikulade bir değerlendirme yapmış: Kabalistik sembolizm ve totemistik fetişizm… Garabete bakın ki Kemalci Oligarşi kendisini hep “rasyonalite”ye, “aydınlanma”ya, “pozitif bilgi”ye, vs. nispet etmekte… Auguste COMTE’un “pozitivizm dini” gibi bir şey olmalı… Kemalci Oligarşinin “sol” versiyonu Y.ÖZDİL‘in “eser”i üzerinden Atatürkçülük yapar da “sağ” versiyonu yapamaz mı? Elbette onlar da yapabilir: Cumhur İttifakı’nın MHP kanadının gençlik teşkilatı durumdan vazife çıkararak şu açıklamayı yapıyor: “Mehmet Akif’in, hicabından İstiklâl Marşı’nı Safahat’ına almamasını anlayamayan zihniyetin Büyük Gazi’nin hayatı üzerinden servet avcılığı yapması büyük bir utanç vesilesidir. Bu vesile ile ilgili kitabın 1881 adet ‘özel basım’ olarak hazırlanması ve tanesi 2500 TL’den satılacak olmasına tepkimizi ortaya koymak üzere 1881 adet NUTUK‘u yurdumuzun çeşitli bölgelerinde ücretsiz bir şekilde dağıtacağımızı ifade ediyoruz.” NUTUK dedikleri ATATÜRK’ün yaptığı işleri anlattığı kendi kitabı… Dağıtabilirler tabii ama bu tavır da “Gerçek Kutsal Kitap” Y.ÖZDİL’inki değil; ATATÜRK’ün NUTUK‘udur, gibi bir şey olmuş… Vatana ve millete hayırlı olsun…
Özdemir İNCE’nin, İslam’a yönelik genel eleştirileri hakkında netice itibarıyla bir değerlendirme yapılacaksa denilebilir ki İslam’ın tek mutlak kaynağı Kur’an; “Allah’ın ve ahiretin varlığı” ekseninde ahlak ve akıl temelli bir insanîhayat öngörmektedir. Barış içerisinde ve birlikte yaşayabilmenin başkaca bir yolu halâ tespit edilebilmiş değildir. Açıktır ki insanların barış içerisinde birlikte yaşayabilmelerinin imkânını sorgulayan filozoflar da Kur’an’ın bu vurgusuna işaret etmişlerdir. Meraklılarına, felsefe tarihçilerinin gelmiş-geçmiş en büyük filozof dedikleri IMMANUEL KANT’ın ilgili eserlerini okumaları salık verilebilir. Ahlak ve hukuk kurallarını içselleştirebilmenin ve uygulayabilmenin mümkün bir diğer pratiği zaten yoktur. Toplumsal düzenin icbar edici kurallarla temin edilebileceğini savunmak, “rasyonalite” zemininde maalesef kabil görünmemektedir. Kur’an’ın hayata ve eşyaya dair söylediklerine “cehalet”isnat etmek olsa olsa “cehalet” ve “bühtan”dır…