Bilenlerin malumu, 31 Mart 2019 tarihinde Türkiye genelinde “mahalli idare” temsilcilerini belirlemek üzere seçim yapıldı. Yine bilenlerin malumu, seçimin koordinasyonu ve güvenliği AKP iktidarı tarafından atanmış ya da görevlendirilmiş kamu kurumları (YSK, İçişleri Bakanlığı) kontrolünde gerçekleştirildi. AKP temsilcileri; geçmişteki birçok seçim gibi bu seçimi de kazanacaklarından çok çok emin olduklarından, seçim arifesindeki beyanatlarında, mevcut seçim sisteminin Amerika’da ve Avrupa’da bile örneğinin bulunmadığından bahisle, sonuçlara yönelik bilahare gündeme getirilebilecek itirazların, olsa olsa kaybedenlerin kendi başarısızlıklarına ve toplumsal kabul görmemelerine kılıf aramaktan ibaret beyhude gayret olacağını defalarca tekrarladılar (https://www.youtube.com/watch?v=118U8E-U7wk). Fakat ne olduysa oldu, “hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu” AKP, “kaybetmemesi gereken” en önemli yerde, İstanbul’da seçimi kaybetti… İstanbul’u kaybetmemesi gerekiyordu çünkü “Reis” bir zamanlar; “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır.”, buyurmuştu. Öyle de olmuştu. 1994’te “Reis”, %25 oranla İstanbul belediye başkanlığını kazanmış, 2002’den itibaren de farklı oranlarda Türkiye’de mükerreren kazanarak, başbakan ve neticede de cumhurbaşkanı olmuştu. İktidarının meşruiyetinin yegâne kaynağı da tabii ki hep seçimlerdi… Acaba ne olmuştu da 1994’ten beri hep kazanan “Reis”, kendi tabiriyle “kıyıda köşede kalmış bir ilçenin belediye başkanı” karşısında 31 Mart 2019’da İstanbul’da kaybetmişti? “Maâzallah (معاذ اﷲ) İstanbul’da kaybetmesi, Türkiye’de de kaybedeceğinin işareti olabilir miydi?” Besbelli ki 31 Mart 2019 seçimlerinde “hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler olmuştu”!?
Aslında olan, İslamcı kesimin nadir vicdanlarından Ahmet TAŞGETİREN’in isabetli tespitiyle şu: “Ak Parti ahlakî üstünlüğünü kaybetti.” Nasıl mı? Çok açık: Seçim öncesi hemen her platformda; “YSK seçimin organizasyonunu ve denetimini yapar. Seçimi kim yapar, partiler yapar. Sandık kurulunda her partinin bir üyesi var mı, var. Her partinin müşahidi var mı, var. Vatandaş oy kullanmaya gidince kimliklerini partiler beraber kontrol ediyor. İmzasını atarken, beraber takip ediyorlar. Oy pusulasını birlikte veriyorlar. Mührü beraber veriyorlar. İçerde oyunu kullandıktan sonra vatandaş partilerin şahitliğinde getirip, zarfı oy kutusuna onların huzurunda atıyor. Sonra zarfları beraber açıyorlar. Sayımı, dökümü, her şeyi partiler beraber yapıyor. Sandık kurulundaki parti üyeleri oyların sayım-dökümünden sonra imzalanan bütün tutanakların altına birlikte imza atıyorlar. İlçe seçim kurullarında ve YSK’da yine parti temsilcileri var. Bütün birleştirmeler onların huzurunda yapılıyor. Her sandıktaki sonuç bütün partilerin genel merkezlerine bir link üzerinden YSK tarafından veriliyor. Bütün partiler bir sandıkta, anlaşmadan ve oradaki kamu görevlisiyle anlaşmadan orada bir hile yapma imkânı yok. Herkes kendi partisinin hukukunu korumak üzere orada. O yüzden Türkiye’de sandıkta kim hile yapılıyor diyorsa, bilin ki kaybetmiş, kaybetmesine bahane arıyor…”, şeklinde konuşup; 31 Mart 2019’da İstanbul’da kaybedince “hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu” diyerek, YSK’yı harekete geçirmek hangi “ahlak” iledir? Siz %25 oranla kazanınca meşru, Ekrem İMAMOĞLU %48,8 oranla kazanınca gayrı meşru, “topal ördek” öyle mi? Harekete geçirilen YSK’nın “legal görünümlü illegal” kararı daha bir içler acısı… O güne kadar, aynı itirazlara yönelik vermiş olduğu emsal kararların yüz seksen derece zıddı bir karar vermek hangi “hikmet” iledir? Hakim, hikmetli iş yapan demek ya hani!? Çok şükür ki dil devrimcileri hasb-el-kader (حسب القدر) “HAKİM” ismini “YARGIÇ” olarak değiştirmişler… Doğu PERİNÇEK; televizyonlarda bas bas bağırarak, “Hukuk, siyasetin köpeğidir.” (https://www.youtube.com/watch?v=RTSUoPSEACM), derken; meğer AKP ile “kanka” oluşlarının sebebini anlatıyormuş… 11 üyeden müteşekkil YSK’nın, 7 YARGIÇ ile aldığı şu çoğunluk kararına bakar mısınız Allah aşkına (AKP’liler; Temel KARAMOLLAOĞLU’na karşı, Çamlıca Camii’ni Sabah Namazında doldurma çağrıları yaparlarken dedikleri gibi yine “Reis aşkına” da diyebilirler…):
YSK_KARAR
“Adalet ve Kalkınma Partisi adına Genel Başkan Yardımcısı Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan YAVUZ tarafından Kurulumuz Başkanlığına verilen 16/04/2019, 20/04/2019 ve 22/04/2019 tarihli aynı içerikli dilekçelerde; 31 Mart 2019 Pazar günü yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin, Anayasanın 79, 2972 sayılı Kanunun 25 ve 29. maddeleri ile 298 sayılı Kanunun 14, 110, 112 ve 130. maddeleri gereğince seçimin neticesine müessir olaylar ve haller sebebiyle iptali ve yenilenmesini istedikleri…”
“Tüm bu nedenlerle sonuca etkili sayıdaki sandıkta, sandık kurulu başkanlarının kanun hükümlerine aykırı olarak görevlendirilmesi ve kanuna aykırı şekilde oluşan sandık kurullarının yaptığı seçim iş ve işlemlerine itibar edilmesinin mümkün bulunmaması hususu ile bir bütün olarak değerlendirilen yukarıda izah edilen diğer kanuna aykırılık ve usulsüzlükler, seçimin güvenilirliğini ortadan kaldıran ve seçim sonucuna müessir olay ve haller kapsamında görülmüş, bu nedenle seçimin iptali ve (23 Haziran 2019 tarihinde) yenilenmesine (oy çokluğuyla) karar verilmesi gerekmiştir…”
7 YARGIÇ tarafından; bir hokkabazın şapkadan tavşan çıkarma marifetine benzer bir marifetle, AYNI ZARF içerisine konulan DÖRT OY PUSULASI arasından YALNIZCA BİRİ hakkında OY ÇOKLUĞU ile aldığı “USULSÜZLÜK” kararının yanlışlığını ve hukuk dışılığını; YSK’nın diğer üyeleri 4 HAKİM, KARŞI OY yazılarıyla şöyle beyan etmişlerdir:
KARŞI OY
“Sayın çoğunluk ilçe seçim kurullarınca bir kısım sandık kurullarının, Kanuna aykırı oluşturulması ve bu hususun da seçim sonucuna müessir olması nedeni ile seçimin iptaliyle yenilenmesine kararı vermiş olup katılmak mümkün olmamıştır.”—“Sandık kurullarının yasada öngörülen şekilde atanmaması halinde yapılacak işlem Yüksek Seçim Kurulunun 13/12/2018 tarihli 2018/1105 sayılı kararıyla kabul edilen seçim takvimine göre 02 Mart 2019 tarihinde sandık kurullarının teşkiline dair ilçe seçim kurulu kararlarına karşı yapılan itirazın il seçim kurulunca kesin olarak karara bağlamasının son günü şeklinde düzenleme ile belirlenmiştir.”—“Sandık kurullarının usulsüz oluşması tam kanunsuzluk halini oluşturmaz. Sandık kurullarının kuruluşuna ilişkin işlemlerin kesinleşmesinden sonra bu kuruluşa karşı yapılacak itirazlar seçimden sonra o seçimlerin iptali için tek başına bir itiraz sebebi olarak ileri sürülemez.”—“Yasa koyucu sandık kurulu başkanlarının usulsüz atanmalarını tam kanunsuzluk nedenine dayalı mutlak iptal sebebi saymamıştır. Yüksek Seçim Kurulu da (daha önceki) kararlarında tam kanunsuzluk nedeniyle iptal sebebi saymamıştır.” — “298 sayılı Kanunun 21 ve 23. maddeleri gereği 5 kişisi siyasi parti temsilcisi olup 7 kişiden oluşan sandık kurulunda siyasi partili üyelerle birlikte görev yapan usulsüz atanmış sandık kurulu başkanının 31 Mart 2019 günü yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine ilişkin maddi hatalar giderilip geçersiz oyların tamamının yeniden sayılması karşısında tek başına seçimin neticesine tesir ettiğine ilişkin seçimin iptalini gerektirir tespit olmadığından sayın çoğunluğun seçimin iptali ile yenilenmesine ilişkin kararına katılınamamıştır.”
Açıktır ki YSK’nın 7 YARGIÇ üyesi tarafından oy çokluğuyla alınan 31 Mart 2019 seçimlerini iptal ve yenileme kararı; muhalif 4 HAKİM üye tarafından nasıl hukuka uygun bulunmamışsa demokrasilerin nihai karar mercii halk tarafından da 23 Haziran 2019 yineleme seçimlerinde öyle uygun bulunmamış, Ekrem İMAMOĞLU yeniden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiştir. Üstelik 31 Mart 2019 seçimindeki 13 700 oy farkı, 23 Haziran 2019 seçiminde % 54,3 oranla 806 000 civarına yükselmiştir. AKP’nin “KİTLELERİN CEHALETİ” üzerine kurduğu; HİTLER’in, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph GOEBBELS vari stratejik propagandaları halkın çoğunluğunu aldatmakta yeterli olmamıştır. NAZİ uygulamalarından haberdar olanlar bilir; GOEBBELS’in en yaygın propaganda ilkelerinden bazıları şunlardır:
- Yalan söyleyin mutlaka inananlar çıkacaktır. Bir yalanı ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
- Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır.
- Halkı, hassasiyetlerine dokunarak her zaman alevlendirin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin.
- Sadece rakibinize odaklanın, üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
- Hukuk; devlet hayatının efendisi değil, devlet politikasının hizmetkârıdır, deyin.
- Medyayı ele geçirin ve halkı algı bombardımanına tutun.
- Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun.
- Asla herhangi bir kabahati veya suçu üstlenmeyin.
Baksanıza; 31 Mart ve 23 Haziran öncesi Millet İttifakı ve adaylarına yönelik yapılan yakıştırmalar GOEBBELS taktiklerine ne kadar da benziyor. İşte bazı örnekler:
- Terör örgütleriyle ittifak yapan Millet İttifakı; terör ittifakı, zillet ittifakıdır.
- PKK ve FETÖ sizi niye destekliyor? Millet İttifakı teröristlerin ortağıdır.
- Yerel Seçimler, Türkiye için bir BEKA meselesidir.
- YSK seçimleri iptal etti çünkü ÇALDILAR.
- Binali Yıldırım’ın rakibi kim ÇALDI diyor. ÇALDILAR ifadesi, hukukî değil siyasî bir ifadedir.
- Pazar günü, SİSİ mi diyeceğiz, Binali YILDIRIM mı?
- PKK ve FETÖ’nün desteklediği İMAMOĞLU bir vitrin süsüdür.
- Pontuslu Rum Ekrem İMAMOĞLU’nu Yunan medyası destekliyor.
- Pontuslu Rum değilse İMAMOĞLU için Yunanlılar niye seviniyorlar?
- Genel başkanları nasıl yalan söylüyorsa adayları da öyle YALANCI.
- Bu çevreler işi 1453’ün rövanşına kadar götürmüşlerdir.
AKP’nin “KİTLELERİN CEHALETİ” üzerine kurduğu bu stratejiyi yanlış bulan ve geçmişteki birliktelikleri hatırına onları ikaz eden Ahmet TAŞGETİREN gibi İslamcılara karşı yapılan muameleler de çok garip. AKP’nin Fetva Emini Hayrettin KARAMAN’ın iktidara yönelik ikazlara dair ifadeleri hayli ilginç: “Genel olarak icraatı takdir edilen bir iktidarın bir kısım mensuplarında ahlak, liyakat, adalet, hakkaniyet… bakımından arızalar, eksikler, çürüklükler oluyor, iyi niyetli bazı insanlar da yetkili sorumlular bunları niçin ayıklamıyorlar diye “haklı olarak” yakınıyorlar; yakınmakla kalmıyorlar, Doğrucu Davutluk adına olur olmaz zamanlarda biraz da abartarak ve genelleme yaparak şikayetlerini yayıyorlar. Siperde bekleyen muhalefet fırsatı kaçırmıyor, iktidar dostlarının yersiz ve zamansız ifadelerini kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışıyor, bazen de ulaşıyorlar. Dostlar, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” akla ve hikmete uymaz. Mevcut iktidarı yıpratmak ve yok etmek isteyen iç ve dış mihraklara bakıyorum; bunların ve özellikle dışarıdakilerin ve içerideki “yönü ve davası farklı olanların” derdi ahlak, liyakat, hak-hukuk değil, dertleri ve hedefleri Türkiye’yi teslim almak; mel’un emellerine mani olmaya çalışan, zalimlere karşı dik durup hiç değilse hakkı söyleyen lideri bertaraf etmekten ibaret. Şunu demek istiyorum: Bize benzeyen ülkelerde tasfiye (pirincin taşını/kötüleri ayıklamak) kolay değildir, ama yapılmalıdır. Savaş sırasında âdî suçluların cezası infaz edilmez ve biz zalimlerle savaş halindeyiz. Her şeyin uygun bir zamanı vardır ve bunu gözetmek gerekir. Islah niyetine dayalı olup hikmete de uygun olan her uyarı, tenkit, gayret makbuldür elbette, ama Doğrucu Davutluk adına düşmana fırsat vermek ve bindiğimiz dalı kesmek de makul ve meşrudur diyemem!”
Sormak gerekmez mi? İktidarın genel olarak taktir edilen icraatları hangileridir? Ekonomi politikaları mı? Eğitim politikaları mı? Kültür politikaları mı? Dışişleri politikaları mı? Yoksa kamu yöneticilerini sadece imam hatip kökenlilerden seçme politikaları mı? Ahlak, liyakat, adalet, hakkaniyet bakımından arızalar, eksikler, çürüklükler kimlerin eseri? Mesela; DİLİPAK gazete köşesinde, “Belediyedeki adama ‘niye yakınını atıyorsun’ diyorsun, ‘Reis de yapıyor.’ diyor. Niye ihaleyi birtakım kişi ve kuruluşlara yönlendiriyorsun’ diyorsun, ‘Reis de öyle yapıyor.’ diyor.” cümlelerini sıralarken, neyi anlatmak istiyor? Problemlerin, icranın başından kaynaklandığını mı yoksa asgari ücretle çalışan işçilerden kaynaklandığını mı? Fetva Emini Hayrettin KARAMAN’ın, icranın başına yönelik, “şu da yanlıştır” dediği tek bir eleştirisi olmuş mudur? Mesela; “Gerekçeli kararda ‘OYLAR ÇALINDI’ diye, bir tarafın söylemini yazacak halleri yok ama biz bunu HALK diliyle söylüyoruz… ÇALDILAR ifadesi, hukukî değil siyasî bir ifadedir.” cümlelerini kuranlara karşı; Peygamber’in, “Aldatan, bizden değildir.” vecizesini hatırlatabilmiş midir? Mesela; suçlu olduklarına dair hiçbir mahkeme kararı olmaksızın, KHK ile işinden atılıp, ailesiyle birlikte aç bırakılan on binlerce insana yapılan muamele zulümdür, diyebilmiş midir? Yoksa “adelet-i izafiye” denilerek, Kur’an’a iftirayla savunulan sözde fıkıh kuralına mı sığınılmıştır? Mesela; 12 yaşındaki bir Ermeni çocuğu, ailesinden habersiz televizyon ekranlarına çıkarıp, Müslüman yapmaya çalışan (nasıl yapılıyorsa) bir reyting avcısını REKTÖR atamak yanlıştır, diyebilmiş midir? İktidar partisine muhalefet etmek, İslam’a göre düşmanlık mıdır? Siperde bekleyen muhalefet; sizin gibi namaz kılan, oruç tutan, Kur’an okuyan Ekrem İMAMOĞLU mu? İç ve dış mihraklar kimler? Dertleri ve hedefleri Türkiye’yi teslim almak olan zalimler; Amerika, Avrupa ve İsrail ise iktidar partisinin onların politikalarına zıt icraatları nelerdir? Zalimlere karşı dik durup, hiç değilse hakkı söylemenin somut delili nedir? İç politikaya yönelik pirim yapmak adına, hiçbir reel karşılığı olmayan “Dünya beşten büyüktür.” cümlesini kullanmak mı? Derdi ahlak, liyakat, hak-hukuk olmayan bir iktidarın yönü ve davası İslam olabilir mi?Savaş halinde olduğumuz zalimler kimlerdir? Amerika, Avrupa ve İsrail ile savaşıyor muyuz? Nasıl bir savaş bu? Kendi ülkesinde eti yenen hayvan hatta saman bile üretemeyip, dışardan satın alan bir iktidarın sözünü ettiği “ekonomik savaş” mı kastınız? Ne menem bir savaş ki Tarım Bakanı “Çok şükür paramız var ithal ediyoruz.” diyor. Yoksa savaştan muradınız ülkenin muhalefet partileri ile AKP’nin iktidar mücadelesi mi? Savaş sırasında işlenen ama göz yumulması gereken adi suçlar hangileridir? Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, irtikâb, vs. mi? Her şeyin uygun zamanı ne zaman ve kim tayin edecek? Islah niyetine dayalı, hikmete de uygun olan tenkit iktidara yönelik mi yapılacak muhalefete karşı mı? Mesela; Ekrem İMAMOĞLU’na; Pontuslu Rum, Yunan, SİSİ, vs. demek mi ıslah niyetine dayalı, hikmete de uygun tenkit? Doğrucu Davutluk adına hangi düşmana fırsat vermemek gerekir? Muhalefet partilerine mi? Meşruiyetten kastınız; Kur’an’a itaat mi yoksa zaman zaman kendinizin de karşı çıktığınız (Recim Hadisi, vb.) İslam ve Peygamber adına uydurulan rivayetlere riayet mi yoksa şahsi kanaatleriniz mi? Sizin bir şeye meşru dememeniz, o şeyin meşru olmadığının delili midir? Tüm bu söylenenleri; iktidar dalına binerek makam, mevki, servet sahibi olan ve Kemalci Oligarşinin yerine geçen Yeni Müstekbirlere karşı söylemek İslam’ın emrettiği asıl mâruf (معروف) değil midir? Kurtuluş Mücadelesi yürüten Anadolu’daki Kuvâ-yi Milliye hareketine, bugünün diliyle “terörist” ithamıyla karşı çıkıp, aleyhte fetva yayınlayan, 1920’lerdeki Osmanlı Sadrazamı Damad Ferid iktidarının Fetva Emini Şeyhülislam Dürrizade Abdullah da meşruiyetin kriteri olduğunu söylüyordu; haklı mıydı?
Besbelli ki AKP’nin hemen her hususta uyguladığı; Fetva Emini Hayrettin KARAMAN’ın da tasvip ettiği itikadî ve amelî usûl, geleneksel ulemanın “hayr-ı kesir için şerr-i kalil irtikab edilir” düsturunun suiistimal halidir. Zira geleneksel ulemanın bu düsturdan muradı; hayır ve şerrin yaratılışında umumi neticeye bakılmasını salık vermek içindir. Mesela; yağmurun yağması hayr-ı kesir iken; dere yatağına ev yapan tedbirsiz insanın evinin o yağmurdan harabeye dönmesi şerr-i kalil olacaktır. Ya da mesela; tedavi edilen bir hastanın bedeninin selameti için kangren olan parmağının kesilmesi… Eğer söz konusu düstur böyle değil de “Kamunun selameti için fert (ya da ferdî haklar) feda edilebilir.” şeklinde yorumlanırsa “Her kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde ‘yol kesme, eşkıyalık, ırza tecavüz ve benzeri gibi’ fesat çıkarmamış bir insanı haksız yere öldürürse, adeta bütün insanlığı öldürmüştür.” (Maide 32) ve “Hiç kimse bir başkasının suçunun, günahının taşıyıcısı değildir.” (Fatır 18 , Zümer 7) ayetlerine ters düşülmez mi? Haddizatında AKP ve Fetva Emini’nin savunduğu “iktidarın bekası için her yol mubahtır” prensibinin siyasî literatürdeki karşılığı yalnızca Makyavelizm’dir. Makyavelizm; siyasetin temeline erdem yerine erdemsizliği koymaktır. Buna göre: İdeal yöneticinin tek gerçek kaygısı iktidarın ele geçirilmesi ve sürdürülmesidir. Meşru ve gayrimeşru iktidar kullanımları arasındaki farkı yargılamak için hiçbir ahlaki kriter yoktur. Meşruiyet ve güç esas itibariyle aynı şeydir. Gücü sağlayan iyilik olmadığından; iyi kişinin, iyi olmasından ötürü herhangi bir yetkisi yoktur. İyilik, siyaset makamını kazanmak ve sürdürmek için yetersizdir. Hukukun-yasanın meşruluğu tamamen zorlayıcı güç tehdidine dayanmasındadır. Hukuka-yasaya riayeti sağlayan şey, devletin gücüne veya bu gücün fiilen uygulanmasına yönelik korkudur. Her şey devletin-iktidarın bekası için bir araçtır. Devletin-iktidarın bekası, her türlü erdemsizliği meşru kılar. Devleti idare edecek olan yönetici de erdemli olduğu için değil, erdemli ya da erdemsiz, her halükârda iktidarını koruyabildiği takdirde yöneticidir. Siyasette başarı, propagandayla inandırıp iknâ etmeyi becermededir. Pekii; “usulde Makyavelist esasta Müslüman” olmak kabil midir? Şüphesiz İslam; bir “erdemli toplum” projesi, bir “medinetü’l-fazıla” iddiasıdır. Zira muamelat-ı İslamiye; âleme istibdadı ve zalimane tahakkümü yok etmek için gönderilmiştir. Usulü de esası da mutlak meşruiyettir. Meşruiyetin kaynağı da kriteri de Kur’an yani akıl ve ahlaktır. Meslek-i hakikisi ise meşveret ve şuradır. İstibdat, zulüm ve tahakküm iken; meşveret ve şura adalet ve hikmettir. Siyasi iktidar; adalet ve hikmete riayet ediyorsa meşrudur. İnsanlar da ona bu sebeple itaat ederler. Adalet ve hikmete tabi olmayıp, zulmedenler bir biçimde “siyasi iktidar” dahi olsalar gayrı meşru, zorba ve müstebittirler. Muamelattaki hitabı “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine dahi olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun.” (Nisa 135) şeklinde olan bir dinin, ahlak dışı vasıtalara mubah dediği ileri sürülebilir mi? Kem aletle kemâlâtın tesis edildiği nerede görülmüş? Görünen o ki AKP için İstanbul’un kaybı; mevcut kılavuzlarla ve mevcut zihniyetle tek kayıp olarak kalmayacak… Adaletten, ahlaktan, hukuktan, liyakat ve ehliyetten uzaklaşmaya devam ettiği taktirde yakın bir gelecekte Türkiye’yi de kaybedecek… Hukuk Devleti’nin olmazsa olmazı “kuvvetler ayrımı” (Yürütme, Yasama, Yargı) 3Y’yi TEKEL’de toplayan ve 4Y’ye (Yalan, Yasak, Yolsuzluk, Yoksulluk) yol açan rejim, MONOKRASİ’yi tesise çalışan bir anlayış eninde sonunda kaybetmeye mahkumdur…