Demokrasi üzerine kaleme aldığı kitaplarıyla efsanevi bir üne sahip olan ABD’li siyaset teorisyeni Robert A. DAHL; siyasal sistem anlamında “cumhuriyet” ve “demokrasi” (respublicus – demokratia) ayrımlarının esas itibarıyla ait oldukları dillerden, Latince ve Yunanca arasındaki farktan ibaret olduğunu söylerken elbette sistemin Atinalılar tarafından icat edildiği günden bugüne pratikte değişik görünümlerinin bulunmadığını ve tedrici bir gelişim seyri takip etmediğini kastetmiyordu.[1] Kastettiği şey yönetim formunun bina edildiği temel ilkelerin hep aynı kaldığıydı. O ilkeler de “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim”dir… Halkın yönetime katılma özgürlüğünün bulunmadığı ve idarecilerin, idare edilecek olanların rızası aranmaksızın belirlendiği hiçbir form demokratik ya da cumhuriyetçi olarak nitelendirilemez. İster klasik dönemdeki demokrasi-cumhuriyet modelleri olsun isterse modern dönemdeki demokrasi-cumhuriyet modelleri “eşitlik” ve “rıza” her hâlükârda bağlayıcı unsurdur. “Siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim”in karşıt alternatifleri ve modernite öncesi düşmanları olan merkezi monarşiler, babadan oğula geçen aristokrasiler, sözde seçkin bir grubun rey kullanma hakkına dayanan oligarşiler ve yirminci yüzyılda gözlenen Komünizm, Faşizm, Nazizm gibi tek-parti diktatörlükleri insanların çoğunluğunun nezdinde meşruiyetlerini kaybetmişlerse de demokrasi-cumhuriyet görünümlü yönetimlerin uygulamalardaki yanlışlıkları nedeniyle “eşitlik” ve “rıza” karşıtı etnisite temelli fanatik milliyetçilikler ve kitabî olmayan din temelli fundamentalist inançlar halâ taraftar bulabilmektedir… Etnisite temelli fanatik milliyetçilik, siyasî eşitlik karşıtlığını; kitabî olmayan din temelli fundamentalizm ise inancın siyasî çıkarlar için istismarını ifade eder. Böyle bir neticenin husule gelmesinde sorumluluk yalnızca nominal demokrasi-cumhuriyet görünümlü yönetimlere ait değil, aynı zamanda demokrasi-cumhuriyet iddiasında bulunan aydın-entellektüel görünümlü fertlere de aittir… Hele hele bu şahıslar ülke yönetimine talip oluyorlarsa sorumlulukları daha da büyüktür…
“Siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim”i yok etmeye matuf “cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen yeni yönetim şeklini Türkiye’de tesis eden AKP; cemâziyelevvelindeki vaadi yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar (3 Y) ile mücadele söyleminin aksine, demokrasi-cumhuriyet görünümlü ancak gayrı adil olan “ustalık dönemi” cemâziyelâhir icraatlarıyla sebep olduğu sosyo-ekonomik krizi önleyemeyince iktidarının bekası ve seçmen tabanının konsolidasyonu için “Yeniden Kuruluş Anayasası” diye bir tartışma başlatınca şüphesiz hem Kemalci Oligarşinin büyük tabusunu gizleyen totaliter ideolojinin “cumhuriyetin temel ilkeleri” adı altında muhafazakâr kitleler üzerinde yeniden tahakkümüne hem de fanatik milliyetçilik ve kitabî olmayan din temelli fundamentalist inançların ziyadesiyle taraftar kazanmasına yol açmıştır… AKP’nin böylesi manipülatif tartışmalardan kârlı çıkacağı muhakkak… Zira AKP, etnisite ve din hassasiyeti bulunan seçmen kitlesini bu manipülatif tartışmalarla kendilerinin aleyhine de olsa daha fazla kutuplaştırarak rahatlıkla konsolide edebildiği gibi; yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların kucağına attığı aynı seçmen kitlesinin maruz kaldıkları kötü şartların gerçek failinin kim olduğunu düşünmelerini de bu sayede önleyebilmektedir…
Kemalci Oligarşinin “cumhuriyetin temel ilkeleri” adını verdikleri şeyin; kadim dönemlere ait monarşi, aristokrasi, oligarşi ya da modern dönemlerde görülen Komünizm, Faşizm, Nazizm gibi tek parti diktatörlüğü rejimleri karşıtlığını ifade eden yeni siyasal sistem, modern cumhuriyet ya da modern demokrasinin temelini oluşturan “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim” ilkeleriyle herhangi bir alakasının bulunmadığı açıktır. Bilenlerin malumu olduğu üzere cumhuriyetten kasıtları faşizm ve komünizm karışımı tek parti diktatörlüğü; cumhuriyetin temel ilkeleri derken kastettikleri şeyse tarifini yalnızca kendilerinin bildiği CHP’nin altı okudur. Adını cumhuriyet koydukları tek-parti diktatörlüğü rejiminin CHP milletvekili (1923-1950) ve partinin resmi organı Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay; 1931’de kaleme aldığı “Faşist Roma Kemalist Tiran” başlıklı kitabında söz konusu sentezi şöyle değerlendiriyor: “Bizim Rusya’da ve İtalya’da sevdiğimiz şey, bizim işimize yarayacak ihtilalci terbiye ve inkişaf metotlarıdır… Faşizmle sosyalizmi ayıran farklar gaye değil, hareket tarzı farklarıdır… Türk yığınlarının terbiyesi için Moskova’nın yığın terbiyesi metotları; devletçi Türk iktisatçılığı içinse Faşizmin korporasyon metotları benimsenmelidir…”[2] Ne yazık ki tüm uzlaşmacı tavırlarına rağmen Kemal KILIÇDAROĞLU bugün dahi CHP’yi diktatörlüğün kadim ideolojisinden kurtarabilmiş değildir. Türkiye halkının rızasını beyan ettiği 1950 serbest seçimlerinden beri CHP’nin doğru-dürüst iktidar yüzü görmemiş olması, kendilerini aydın-entelektüel zanneden CHP’lilerin bir türlü idrak edemediği çetrefil bir mesele maalesef?! CHP ve sağlı-sollu türevleri (MHP, Vatan Partisi, vb.) için “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim” ilkelerinin idraksizliği “normal” karşılansa bile parti programını “sosyal-liberal” çizgide hazırlayan DEVA Partisi için kabul edilemez…
AKP’ye alternatif olma iddiasıyla kurulan DEVA Partisi’nin genel başkanı Ali BABACAN’ın; AKP’nin başlattığı “Yeniden Kuruluş Anayasası” tartışmalarına Deutsche Welle Türkçe‘de yaptığı söyleşide önce “gerçekçi” değil diyerek katılmamaya çalışması, “Bizim de anayasa değişikliği önerimiz var ancak bu yeni bir anayasa yapma çalışması değil, sistem değişikliği önerisidir… Günü geldiğinde, zemin ve şartlar uygun olduğunda, mevcut anayasanın ilk dört maddesi üzerinde de konuşulabilir…”[3] cümlesini; Kemalci Oligarşi çevrelerinden gelen “Anayasamızın ilk dört maddesi devletimizin mihenk taşıdır. İlk 4 madde ile sorunu olanların Türkiye Cumhuriyeti ile de sorunu vardır. Bu maddelerin tartışmaya açılması bile kabul edilemez. Kim bunları tartışmaya kalkarsa sonuna kadar karşı dururuz.”[4]; tarzındaki ucuz eleştiriler üzerine bilahare özür diler gibi “Bizim için cumhuriyetin temel ilkeleri vazgeçilmezdir.” şeklinde tevile kalkışması sadece ve sadece “Özürü kabahatinden büyük.” deyimini hatırlatan bir durumdur. Ali BABACAN; Kemalci Oligarşi çevrelerinin “cumhuriyetin temel ilkeleri” derken, “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim” ilkelerini kastetmediğini nasıl bilmez? Şayet biliyorsa niçin tutarlı davranmaz? Belki rey verirler diye düşünüyorsa beyhude gayret… O çevrelerin reyi CHP’yi abad etmiyor ki başkalarını abad etsin… Unutulmamalı ki ne idüğü belirsiz “yerli ve milli başkanlık sistemi”ni Türkiye’de tesis eden AKP, “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim”i şimdilerde ne kadar yok ediyorsa Kemalci Oligarşinin geçmişte tesis ettiği tek-parti diktatörlüğü akla, hayale gelmeyecek ölçülerde, katbekat ötesinde yok etmiştir… Üniversiteli Z KUŞAĞI için söyleyelim; güya ilkelerinden bazıları “halkçılık, milliyetçilik” olan Kemalci “cumhuriyet rejimi” halka ait ne kadar değer varsa tahribat ve tahrifatta o kadar ileri gitmiştir ki bırakın EZAN yasağını; Türk müziğini, (https://www.youtube.com/watch?v=Qbbp8ac8ROQ) şarkı ve türkü söylemeyi dahi yasaklamıştır… Sosyal-liberal parti programının temsilcisi, yılların siyasetçisi, Ali BABACAN, Z KUŞAĞI’ndan değil ki tahribat ve tahrifattan haberdar olmaması mazur görülsün… Madem DEVA Partisi sosyal-liberal bir programa sahip, Ali BABACAN’ın aşağıdaki suallere cevabı nedir: Gerçek bir cumhuriyet-demokrasi rejiminde halkın, yeni bir toplum sözleşmesi yapamayacağı ve askeri darbe rejiminin mecbur bıraktığı “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” şeklindeki sözde anayasa maddesine mahkum olacağı rasyonel-sosyal-liberal çerçevede ileri sürülebilir mi? Mevcut anayasaya dayanan Türkiye Cumhuriyeti; toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı bir devlet midir? Atatürk milliyetçiliği nedir ki cumhuriyet rejimi ona bağlı olsun? Dünden bugüne Türkiye’nin siyasal sistemi; insan onurunun dokunulmazlığını, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı kuvvetler ayrılığına dayanan demokratik bir düzeni, hayatın temeli olan doğanın ve çevrenin korunmasını, eşitliği ve adaleti, laiklik ilkesini ve hukukun üstünlüğünü, devletin ideolojik tarafsızlığını, yerinden yönetimi ve yerel yönetimler ile sivil toplumun güçlendirilmesini anayasal düzenin temel ilkeleri olarak kabul ediyor mu? Tek-parti diktatörlüğü dönemini unutalım, Türkiye’de bugün dahi “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim”in mevcudiyetinden bahsetmek mümkün müdür? Siyasî eşitliğe ve rızaya dayanmayan bir devletin; milletinin bütünlüğünü, ülkesinin bölünmezliğini, yurttaşlarının refah, huzur ve mutluluğunu sağlaması, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini koruması kabil midir? Halihazırdaki anayasasını ve anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan, onlara saygı da duymayan bir yürütmenin varlığı gerçek cumhuriyet-demokrasi rejimlerinde rastlanılır bir durum mudur? Yürütmenin emrinde bulunan bir yasamanın ve yargının varlığından gerçek cumhuriyet-demokrasi rejimlerinde söz edilebilir mi? Türkiye’de insanların dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırıma uğramadığı söylenebilir mi? Devlet organları ve idarî makamlar işlemlerinde gerçekten de kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmekte midir? Türkiye’de imtiyazlı kişi, aile ve zümreler mevcut değil midir? Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti midir? Batı (AB) standartlarında böyle bir sistemin adına cumhuriyet-demokrasi denilebilir mi? Cevaplar şayet olumsuzsa Ali BABACAN böyle bir cumhuriyetin mi temel ilkelerinden vazgeçememektedir? Sosyal-liberal parti programının temsilcisi Ali BABACAN’ın gerçek bir cumhuriyet-demokrasi için yalnızca ve yalnızca “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim” ilkelerini savunması ve sadece ve sadece onlardan vazgeçememesi gerekmez mi?
Anlamamak için direnen Kemalci oligarşi çevreleriyle AKP tarafından yaratılan yeni oligarşi çevrelerine ve hakikati arayan erdemli insanlara sonuç formunda bir kez daha hatırlatalım; yönetilenlerin yönetime katılma özgürlüğünün bulunmadığı ve idarecilerin, idare edilecek olanların rızası aranmaksızın, keyfî bir biçimde belirlendiği hiçbir idarî form demokratik ya da cumhuriyetçi olarak nitelendirilemez… İnsanlar “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim” ilkeleri haricinde hiçbir ilkeye icbar edilemez… Böyle bir icbarın meşruiyetinden de asla bahsedilemez… Bu nevi icbarlara karşı direnmek de elbette ki rasyonel düşünebilen erdemli insanlar için temel ve doğal bir haktır… Siyasî eşitliğe ve rızaya dayalı olmayan otokratik siyasal sistemlerin yaratacağı sonuçsa ne yazık ki etnisite temelli fanatik milliyetçilik ve radikal fundamentalizmdir…
[1] Robert A. Dahl, Demokrasi Üstüne, Çev., B. Kadıoğlu, Phoenix Yay., Ankara, 2001.
[2] Falih Rıfkı Atay, Faşist Roma Kemalist Tiran, Hakimiyeti Milliye Matbaası, Ankara, 1931.
[3] Yeniçağ Gazetesi 13. 02. 2021.
[4] https://twitter.com/vekilince, 12 Şub 2021.