Dinde İcbar ve Dine İcbar Üzerine

İran Vahşet Cumhuriyeti’nde, 13 Eylül 2022 tarihinde meydana gelen müessif hadise İslam’ın kadim meselelerinden “dinde icbar ve dine icbar” mevzuunu bir kez daha insanlığın gündemine taşımıştır. Hadise şu: Mahsa Amini adlı yirmi iki yaşındaki genç bir kız, Tahran’daki akrabalarını ziyarete giderken, başörtüsünü düzgün takmadığı, saçının bir kısmı göründüğü gerekçesiyle İran “ahlak polisi” tarafından darp edilip, saçlarından sürüklenerek gözaltına alınmış, götürüldüğü karakolda da aynı kötü muameleye maruz kalıp, kalp kriz geçirince de güya hastaneye kaldırılmış ama maalesef kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir (https://www.youtube.com/watch?v=2zoMEzW_VKE). Mahsa Amini’nin cenaze merasiminde sağduyu sahibi insanlar; polisi ve asıl müsebbip totaliter rejimi protesto edince de biber gazı ve plastik mermilerle saldırıya uğramış ve zorla dağıtılmıştır. Saldırıda çok sayıda insan da yaralanmıştır  (https://www.youtube.com/watch?v=0dxp9WRuiz8). Bu nevi olaylar ne yazık ki sadece İslam’ın Şia yorumunun yaşandığı İran’a mahsus değildir. Aynı kabilden olayların İslam’ın Sünnî yorumunun yaşandığı Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerde de cereyan ettiği açıktır…

Acaba, İslam’ın Sünnî yorumunun egemen olduğu Türkiye’de de benzer olaylar cereyan edebilir mi? Henüz etmemiş olması gelecekte de etmeyeceği anlamını taşımakta mıdır? Şüphesiz bu kabil suallerin cevabı ülkenin siyasî iklimine ve o iklimi destekleyen insanların eylemlerine yön veren, “hareket saiki” hükmündeki “değer” dünyasında gizlidir. Siyasî iktidarın son on yılı gözlendiğinde, bu değer dünyasının daha ziyade İslam’ın Sünnî yorumundan beslendiği inkâr edilemez. İktidar partisi AKP’nin de Kemalci Oligarşiye karşı geçmişte birlikte yol yürüdüğü müttefiki, şimdilerde adına FETÖ denilen örgütlenmenin de 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasında ve sonrasında AKP’ye destek çıkan tüm cemaat ve tarikat yapılanmalarının da “Sünni İslam” akidesine mensup olduğu bilinen bir gerçektir. Yurttaşlarına yaşattığı özgürlükeşitlik ve ekonomik refah seviyesinden ötürü Modern Batı kültürünün üstünlüğünü kabule mecbur kalan, “Kur’an Eksenli İslam” adlı rasyonel hareketin dışındaki, geleneksel bütün anlayışların Türkiye’de toplumsal hayata hakim kılmak istedikleri İslam yorumuyla Şii İran ve Sünni Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır vs. İslam yorumlarının hemen hemen aynı olduğu da bir gerçektir. Aynı yorumların paylaşıldığının delillerini; kadim ulemanın kitaplarında görmek mümkün olduğu gibi, o çizgiyi benimsediğini ve temsil ettiğini söyleyen bugünün ulemasının yazılarında ve konuşmalarında da görmek mümkündür. Bu ayniliğin günümüzdeki en tipik örneği; faize karşı olduğunu söyleyen ve “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” ekonomi teorisinin mucidi Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın, Kur Korumalı Mevduat programına destek veren ve ülkenin çalışan ve üreten kesimlerinden toplanan vergileri bir avuç zengine aktaran, “dövize endeksli katmerli faiz” uygulamasına “HİBE” fetvası veren (Kimin parasını, kimin rızasıyla kime hibe ediyorsa?!), dinî konulardaki fahri danışmanı ve “fetva emini” İslam hukuku profesörü Hayrettin KARAMAN’dır.

KARAMAN’a göre; “Dinde zorlama yoktur; doğru eğriden açıkça ayrılmıştır…” (Bakara: 2/256)mealindeki ayete dayanan klasik İslam yorumcularının kahir ekseriyatı, Müslüman olmayanların İslam’a girmeleri için zorlanamayacakları, kimsenin tehdit ve baskı yoluyla dine sokulamayacağı konusunda görüş ve anlayış birliği içindedir. İster İslam ülkesinde (şeriata göre yönetilen ülke) ister başka ülkelerde yaşasın; hiçbir Gayrimüslim dinini değiştirmeye zorlanamaz ve kural olarak inandığı gibi yaşaması engellenemez. Müslümanlara gelince; meali geçen ayeti bunlara uygulamak (icbarın yokluğu), diğer ilgili ayet ve hadisler de göz önüne alındığında mümkün görülmemiştir. Zira Müslümanların hisbe (dini ve ahlaki denetim -emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l münker-) vazifeleri vardır. Bu vazifenin müeyyideli (gerektiğinde ceza ile ıslah) kısmını toplum adına devletin tayin ettiği görevliler yapar. Müeyyidesiz kısmını ise bütün Müslümanlar yerine getirir. Herhangi bir Müslümanın özel alanında, gizli olarak dine ve ahlaka aykırı davranışlarını kimse araştırıp ortaya çıkaramaz ve müdahale edemez ise de ihlal kamuya açık alanda yapılıyorsa buna müdahale edilir. Mesela; Müslüman’ın açıkta orucunu yemesine, içki içmesine, İslam’a göre müstehcen sayılan davranışlarda bulunmasına (kadınların başı açık dolaşmasına), namazını mazeretsiz terk etmesine, vs. izin verilmez. Islah ihtimali varsa usulünce baskı yapılır. Bu, daha ziyade ibadet ve ahlak eğitimi ile ilgilidir. Örneğin; anne-baba çocuğunu namaza kaldırır, namazını aksattığında uyarır, sevgi ve ilgisini esirger, kıldığında ödüllendirir. Allah’ın iman ve ibadetler konusundaki ödül ve cezalarını da ben zorlama olarak yorumluyorum. Şunu da eklemek gerekir ki bütün bunlar, şeriatla yönetilen bir ülke için söz konusudur. Çok kültürlü, çok inançlı ve farklı hayat tarzlarının yan yana bulunduğu demokratik ülkelerde devletin zorlamasından söz edilemez. Böyle ülkelerde Müslümanların yapabilecekleri şey; iyi örnek olmaktır. Güzeli, iyiyi, doğruyu, yararlıyı hayatlarında ve hizmetlerinde gerçekleştirerek farklı olan insanları imrendirmek ve teşvik etmektir.[1] KARAMAN’ın bu görüşlerinin, devletin resmi din anlayışının temsilcisi Diyanet İşleri Başkanlığı için de aynen geçerli olduğunu belirtmek yanlış olmasa gerektir.[2]

Anlaşılacağı üzere; Türkiye’de egemen olan Sünni İslam yorumuyla Şii İran ve Sünni Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır vs. İslam yorumları arasında herhangi bir fark yoktur. Farklılık yalnızca Türkiye’de şimdilik o yorumun kamusal alanda henüz pratiğe aktarılamamış olmasıdır. Niçin aktarılamadığının cevabı; KARAMAN’ın, “Çok kültürlü, çok inançlı ve farklı hayat tarzlarının yan yana bulunduğu demokratik ülkelerde devletin zorlamasından söz edilemez.” cümlesinde verilmektedir aslında. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliği standartlarında “demokratik” bir “hukuk devleti” değil ise de Şii İran ve Sünni Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır vs. gibi ülkelerle mukayese edildiğinde, insanların, başkalarının ya da devletin “keyfi” isteklerinden az-çok bağımsız olduğu da bir realitedir. Bu realiteden memnun olmamak rasyonel-akîl fertler için tasavvur dahi edilemez. KARAMAN’ın tasvir ettiği “şeriata göre yönetilen” devlet kurulduğu taktirde; insanların akıbetinin Şii İran ve Sünni Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır vs. gibi ülkelerden asla farklı olamayacağı hakikati izahtan varestedir… İranlı Mahsa Amini adlı yirmi iki yaşındaki genç kızın maruz kaldığı muameleye maruz kalmak isteyen psiko-mazoşist kadınlar da onların eşleri de o kadınların anne-babaları da KARAMAN’ın akidesini ve siyasî ideolojisini elbette destekleyebilirler. Ancak böyle bir muameleyi kendileri için reva görmeyenler, muhakkak ki KARAMAN’ın, “çok kültürlü, çok inançlı ve farklı hayat tarzlarının yan yana bulunduğu demokratik ülkeler” dediği ülkelerdeki özgürlük anlayışından yani Avrupa Birliği standartlarında “demokratik” bir “hukuk devleti”nden yana olmak mecburiyetindedir…

Şüphe yok ki kendilerini “İslam Devleti” diye niteleyen Şii ya da Sünni ülkelerde cereyan eden akıl dışı, vicdan dışı müessif hadiseler, İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’a mal edilemez… Zira “Kur’an Eksenli İslam” savunusu yapan insanların da söyledikleri gibi, Kur’an’da başını örtmeyene ya da namaz kılmayana yahut da oruç tutmayana vs. vs. yönelik, KARAMAN tipi ulemanın anlattıkları tarzda, devlet tarafından icbar edileceklerine ve cezalandırılacaklarına dair herhangi bir ifade yer almamaktadır. Aslî vatandaşı Müslümana, Gayrimüslim vatandaşına tanıdığı kadar özgürlük tanımayan bir “İslam Devleti” akla ziyan bir tasavvur değil midir? Zaten bu akla ziyan tasavvurlar sebebiyle “İslam Dünyası” per-perişan değil midir? Bu akla ziyan tasavvurlar sebebiyle Müslüman görünümlü bir avuç yönetici “saray sefası” sürerken, kahir ekseriyet sefalete mahkûm değil midir? Elbette İslam’ı kendi iradeleriyle seçen ve benimseyen insanların aynı zamanda kabullenmiş oldukları bir takım vecibeler vardır. Ancak o vecibelerin kaynağı ve kriteri kutsal kitapta yer almayan ve kutsal kitapla telifi mümkün olmayan; Hadis diye, Sünnet diye, Mezhep diye, Cemaat diye, Tarikat diye sonradan ihdas edilmiş şeyler değildir… Kaldı ki madem Türkiye çok dinli, çok mezhepli, çok etnisiteli, çok dilli, çok kültürlü bir ülkedir; o halde olması gereken siyasal sistem ne kendi insanına zulmeden despot-totaliter Şii İran rejimine benzer bir rejim ne de kendi insanına zulmeden despot-totaliter Sünni Taliban rejimine benzer bir rejimdir. Olması gereken siyasal sistem; tüm farklılıklara aynı seviyede özgürlükeşitlik ve ekonomik refah temin edebilecek, Avrupa Birliği standartlarında sosyal-liberal bir hukuk devleti rejimidir…

 

[1] Hayrettin Karaman, Yeni Şafak Gazetesi, 27 Temmuz 2003.

[2] https://www.diyanet.tv/diyanete-soralim/video/dinde-zorlama-yoktur-ayet-i-kerimesi-sadece-gayrimuslimler-icin-mi-gecerlidir

 

Bu yazı Güncel Yazılar, İslam Felsefesi, Siyaset, WEB kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.