CHP genel başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU’nun; Türkiye’de sözde cumhuriyet rejiminin ilan edildiği ilk günlerden itibaren, “laiklik” ilkesine aykırı denilerek muhafazakâr insanların hayatlarına müdahale aracına dönüştürülen başörtüsü yasağını toplumsal problem olmaktan tamamen çıkarmak üzere, kılık-kıyafet serbestisini legal güvenceye kavuşturma niyetiyle 4 Ekim 2022 tarihinde TBMM’ye sunmuş olduğu kanun teklifi, yasağı fiilen kaldırmış bulunan AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı ERDOĞAN tarafından, “2023 seçimlerine yönelik CHP aldatmacası.” denilerek, samimiyet ve dürüstlük testi kabilinden anayasal teminat restiyle karşı teklife dönüştürülünce, temel hak ve özgürlüklerin anayasada yer alıp, alamayacağı tarzındaki manipülatif-irrasyonel tartışmalar bir kez daha ülke gündemine taşınmış oldu. Tartışmanın fitilini CHP grup başkanvekili Özgür ÖZEL; “Meclis’e sunduğumuz kanun teklifimiz AKP’de rahatsızlık yarattı. Desteklememek için Anayasa değişikliği önerip başka değişiklikler için fırsat kolluyorlar. Her gün anayasayı çiğneyen bir anlayışla anayasa değiştirecek halimiz yok. Yeni Anayasa, yeni Meclisin işi olacak.” cümleleriyle ateşledi… Özgür ÖZEL bu cümleleri CHP’nin resmi görüşüymüş gibi sarf edince, AKP mensuplarına ve AKP medyasına da haliyle “CHP geri adım attı.” propagandası için zemin hazırlandı. Bilahare, Kemal KILIÇDAROĞLU; “Başörtülü kadınların hak ve özgürlüklerine kavuşması için önerdiğimiz bu kanuni zırhı sen destekle Erdoğan; eğer arkasında yine kurnaz bir ajanda çıkmazsa tabii ki Alevi vatandaşlarımız dahil, hak ve özgürlükler konusunda getireceğiniz öneriye her türlü desteği vermeye hazırız.” mesajıyla geri adım atılmadığı imajı çizmeye çalıştı ise de CHP’ye fahrî akıldanelik yapan “akademisyen”, “gazeteci”, “yazar”, “çizer”, “televizyoncu” gibi niteliği kendinden menkul “aydın” tiplemeler avaz avaz bağırmaya, bir taraftan başörtüsüne kinlerini kusmaya bir taraftan da KILIÇDAROĞLU’na homurdanmaya başladılar…
KILIÇDAROĞLU’nun kanun teklifi şu: “Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.” Teklifin gayet insanî, gayet demokratik olduğu açık… Besbelli ki teklif; hem kendilerini muhafazakâr olarak nitelendiren insanların kılık-kıyafetini teminat altına almayı hem de muhafazakâr olarak nitelendirmeyen (çağdaş, seküler, laik, vb.) insanların kılık-kıyafetini teminat altına almayı hedeflemektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yedinci maddesinin amir hükmü de zaten “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır.” ifadelerini içermektedir. Doğrusu, AKP’lilerin hakikaten de gizli bir ajandası yoksa, KILIÇDAROĞLU’nun teklifine karşı çıkmalarını gerektirecek ahlakî ya da hukukî bir sebep yoktur… Ancak, Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın fahrî din danışmanı ve “fetva emini” Hayrettin KARAMAN’ın açık yazıları AKP için “gizli ajanda” ise teklife karşı çıkılması için sebepler hayli fazla?! KARAMAN şöyle diyor: “Emr bi’l-ma’rûf, nehy ani’l-münker müessese ve uygulaması gereği; İslâmî devlette ve toplumda ‘saldım çayıra Mevla’m kayıra’ kuralı yoktur. Tebliğ, temsil, te’dîb, cihad; meşru, iyi ve güzel olana yönlendirme, bunların zıtlarından sakındırma ve engelleme… vardır.”[1] KARAMAN’ın tasvirinin; İran Şii Molla rejimi ya da Afganistan Sünni Taliban rejimi olduğunu inkâr etmek pek de mümkün görünmemektedir… Bu türden devletlere insanların gönüllü köle olmayı makul karşılamaları çok ilginçtir?! Tüm bu ironik İran ve Afganistan özlemleriyle birlikte, CHP’nin tekparti diktatörlüğü dönemi ve halkın rızasına dayanmayan sözde seçimlerle iktidarı gasp ettiği meş’um geçmişi düşünüldüğünde, KILIÇDAROĞLU’nun büyük bir devrime imza attığı da çok açık… Genel başkan olmadan önceki milletvekilliği günlerinde başörtüsü karşıtı söylemlerde bulunması, kuvvetle muhtemel eski CHP zihniyetinin “parti disiplini” kisvesi altındaki icbarından kaynaklanmıştır… Kaldı ki geçmişte yapmış olduğu hatadan dönmesine, AKP’li Bülent ARINÇ’ın tabiriyle “tövbe” etmesine herhangi bir mânia mı var? Tövbe kapısı, kamu kaynaklarıyla kendileri “saray sefası” sürdüğü halde; başkalarına “Yemek porsiyonlarınızı küçültün.”[2] telkinlerinde bulunan, onların “iyi hayat” arzularını “süfli heves”[3] diye nitelendiren, en küçük bir emekleri olmadığı halde astronomik rakamlarla üç maaş, beş maaş alan, kamu ihaleleriyle yandaşlarını zengin eden, kur korumalı mevduat hesabı ile halkın vergilerini paradan para kazanan bir avuç FAİZCİ sermayedara aktaran AKP’lilere açık da yine daha dün muhafazakârlardan rey alabilmek için başörtülü bir kadını partisinden milletvekili adayı yapıp, TBMM’de baskıyla başını açtıran ve başbakan yardımcılığı yaptığı hükümet döneminde de başörtüsüne “Çağ dışı kıyafet.” deyip, bakanlığına bağlı kamu kurumlarının dinlenme tesislerine “başörtülü kadınların ve köpeklerin giremeyeceğini belirten genelge” yayınlayan, tepkiyle karşılanınca da “Çağdaş ilkeler kapsamı dışında olduğu bilinen kıyafetler ile dinlenme tesislerimize misafir kabulünün uygun olmadığı düşünülmektedir.”[4] açıklaması yapan Devlet BAHÇELİ’ye açık da bir tek KILIÇDAROĞLU’na mı kapalı? Kaldı ki Tayyip ERDOĞAN’ın genel başkanlığındaki bugünün AKP’sinde farklı ses çıkarmak nasıl mümkün değilse Deniz BAYKAL’ın genel başkanlığındaki o günün CHP’sinde de farklı ses çıkarmak aynen öyle mümkün değildi… Mamafih, KILIÇDAROĞLU’na homurdanmaya çalışan, niteliği kendinden menkul “aydın” tiplemelerinin bir türlü idrak edemediği husus demokrasinin, onların tabiriyle cumhuriyetin halkın rızasına dayanan bir yönetim biçimi olduğu gerçeğidir… Monarşi ve diktatörlük rejimlerinden demokrasiyi-cumhuriyeti ayırt eden temel nitelik halkın rızasına dayanmasıdır… Unutulmamalıdır ki herhangi bir rejimin demokrasi ya da cumhuriyet olarak tanımlanmasının olmazsa olmaz şartı, yönetimin halkın rızasını temsil etmesidir… 1923 – 1950 yılları arasında iktidarı elinde tutan CHP; bunu halkın rızasına istinaden elde etmemiş, cebir ve hile ile gasp etmiştir… Listelerini kendilerinin belirlediği “müntehib-i evvel”, “müntehib-i sani” dedikleri sözde seçmen gruplarıyla halkı tek-parti CHP’ye rey vermeye icbar ettikleri “sözde seçim” mizansenleriyle yürütülen bir iktidar, demokratik-cumhuriyetçi, rızaya dayalı, seçimle gelinen bir iktidar olarak nitelendirilebilir mi?
Apaçık ki tarihinde ilk defa CHP, KILIÇDAROĞLU sayesinde halkın rızasına istinaden iktidara talip olmaktadır… Bunun anlamı, CHP’nin sözde cumhuriyetçilikten, gerçek cumhuriyetçiliğe evrilmesidir… Bu değişimi içlerine sindiremeyen sözde cumhuriyetçi, gerçekte oligarşik dikta taraftarı, niteliği kendinden menkul “aydın” tiplemelerinin KILIÇDAROĞLU’na yönelik sarf ettikleri cümlelerden bazıları şöyle: “Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın pasörü mü?”, “Sorun başörtüsü değil türban.”, “Türban konusunda çok yanlış adımlar.”, “Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü ve tesbihi!”, “Biri ‘Goool’ diye mi bağırdı?”, “CHP bu yazıyı iyi oku!”, “Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü tavrı Atatürk’ün kurduğu CHP’nin Genel Başkanı’na yakışmamaktadır.”, “Çarşaf sarmalına girdiğinizde, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olabileceğiniz bir yola girmiş oluyorsunuz!”, “Bugünün Türkiye’sinde milyonlarca insanın iktidarın kurduğu servet transferi mekanizmasıyla yoksullaşmasını, geleceksizleşmesini, umudunu kaybetmesini örten her türlü siyasi hamle son kertede iktidarın ve oradan beslenen rant çevrelerinin işine yarar.”, “Bu ülkede açlık, yoksulluk, adaletsizlik, yolsuzluk, yasaklar, sığınmacı sorunu var. Türkiye’de başörtüsü sorunu çözülmüştür, geride kalmıştır. Başörtüsü sorununu bu sorunların önüne geçirmek hem rakibine diz çökmektir hem de siyaset bilmemektir.”… Çoğunluğu tekparti diktatörlüğü özlemi çeken bu taifeyi, Ermeni kökenli, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Sevan NİŞANYAN; “Bir diktatörü kendilerine ata belleyen, ahlakî yozlaşmışlığın ve bağnazlığın en aşırı ucu.”[5] diye tanımlarken haksız mı acaba? Türkiye realitesinde bu zihniyetin serbest seçim yöntemiyle, halkın rızasını alarak iktidara gelmesi kabil midir? Öyle bir dertleri yoksa cumhuriyet-demokrasi söylemleri yalandan ve sahtekârlıktan başka neyi ifade eder? KILIÇDAROĞLU’nun bu güruhtan farklı olması, demokrasi-cumhuriyet adına memnuniyet verici değil midir? Nüfusunun yüzde sekseni muhafazakâr olan bir ülkede, yüzde yirmilik seküler kesimi de alelıtlak koruyacak tarzda yasal ya da anayasal düzenlemeler yapmaktan daha tabii ne olabilir?
Temel hakların anayasa ile korunması mevzuuna gelince; bilenlerin malumudur, anayasal sistem düşüncesi liberal-doğal hukuk geleneğinin ürünüdür. En önemli temsilcileri Locke (1632-1704) ve Montesquieu (1689-1755) olan bu geleneğe göre; devlet gücünü sınırlandıran bir anayasa yoksa emretme yetkisini elinde tutan yöneticiler keyfî icraatlarda bulunabilir, öngörülmesi mümkün olmayan davranışlar sergileyebilirler. Zira “İnsanlar, melek değildirler; melek olsalardı zaten devlete ihtiyaç olmazdı.”… Dahası “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidarsa mutlaka yozlaştırır.”… Bundan da ötesi devletin asıl varlık sebebi, ona takaddüm eden doğal hukuk kaynaklı temel insan haklarının muhafazasıdır. Yani devlet, doğal hukukun determine ettiği pozitif hukuk denilen legal kuralların icrasıyla tavzif edilmiş bir mekanizmadır. Binaenaleyh bir toplum sözleşmesi olarak anayasa; devlet mekanizmanın nasıl çalıştırılacağını ve sınırlarını belirleyen hem bir “teşkilat-ı esasiye kanunu” hem de “temel insan hakları beyannamesi” olarak bütün kurumları ve bütün şahısları bağlayan en üst hukuk metnidir. Bu formülasyonla kaleme alınan ilk anayasa örneği ABD Anayasası metnidir. Yani, ABD Anayasası “teşkilat-ı esasiye kanunu” ve “haklar beyannamesi” metnini birlikte ihtiva eden ilk anayasa örneğidir. Amerikan Eyaletleri; Birleşik Krallık’a karşı müşterek yürüttükleri bağımsızlık savaşını (1775-1783) kazanınca, siyasî ve entelektüel önderlerin çabasıyla hemen hemen tüm ülkede bu birlikteliği federatif bir siyasal sisteme dönüştürme fikri benimsenmiş; George Washington, Alexander Hamilton, Benjamin Franklin, James Madison, John Dickinson, Gouverneur Morris, Edmund Randolph, Roger Sherman, James Wilson, George Wythe, George Mason gibi ileri gelen liderler bir anayasa kapsamında güçlü bir federal hükümetin kurulmasından söz etmeye başlamışlardır. Bu maksatla 25 Mayıs 1787’de Philadelphia eyaleti Independence Hall’de (Bağımsızlık Salonu) George Washington’un, başkanlığı ve William Jackson’un sekreterliğinde toplanan Anayasa Konvansiyonu çalışmalarını 17 Eylül 1787’de tamamlamıştır. Tamamlanan ilk metin “teşkilat-ı esasiye kanunu” kısmı itibarıyla konvansiyona katılan 55 delegeden 39’u tarafından imzalanmış ise de diğer delegeler “temel insan hakları beyannamesi” kısmının eksikliği nedeniyle imzalamayı reddetmişlerdir. Ancak anayasanın ilk metnini onaylayan eyalet temsilcileri “temel insan hakları beyannamesi”nin de hazırlanacağı sözünü verdikleri için, metne imza atmayan eyaletler, federal sistemin tesisine yönelik seçimlerin 1789 Ocak ayı itibarıyla ülke genelinde yapılmasına razı olmuş ve 4 Şubat 1789’da George Washington, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk başkanı olarak seçilmiştir. Seçimler neticesinde teşkil edilen yeni Kongre (Temsilciler Meclisi ve Senato), anayasanın “temel insan hakları beyannamesi” kısmının tamamlanması hususunda James Madison’ın önderlik yapmasını kararlaştırınca 4 Mart 1789’da çalışmalarına başlayan anayasa komisyonu “Haklar Beyannamesi” metnini 15 Aralık 1791’de tamamlayarak Kongreye sunmuş ve Kongrenin kabulü üzerine de ABD Anayasası nihai formuna kavuşmuştur… İşte bu anayasa; devleti sınırlandırmak maksadıyla önce kamu yetkilerini federal hükümet ve eyalet hükümetleri arasında bölerek federal bir sistem tesis etmekte, sonra aynı yetkileri bağımsız üç organ –yürütme, yasama, yargı – arasında paylaştırarak dengeli bir federal hükümet oluşturmakta, yasaların uygulamasında karşılaşılabilecek sorunların çözümünde de Yüksek Mahkeme’yi en son karar mercii olarak tanımakta ve neticede de bütün bunları temel insan haklarının korunması şartına endekslemektedir… Temel insan haklarının korunmasına yönelik belki de en önemli anayasa maddesi Haklar Beyannamesi kısmında belirtilen “Kongrenin Salahiyetini Tahdit” maddesidir. Bu maddeye göre: “Kongre, herhangi bir din tesisine yönelik yasal düzenleme yapamaz. Aynı şekilde, herhangi bir dinin özgürce yaşanmasını engelleyen yasal düzenleme yapamaz. Aynı şekilde, ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenleme yapamaz. Aynı şekilde, insanların barışçıl bir biçimde toplanmalarına ve şikâyetlerine neden olan hallerin düzeltilmesine yönelik hükümetten talepte bulunmalarına mani olacak yasal düzenleme yapamaz.” Açıktır ki temel hakların anayasa ile korunması hususunda, anayasal sistemi icat edenler yani ABD hiçbir sakınca görmemiştir. Sakınca görmedikleri gibi; “Biz Amerika Birleşik Devletleri halkı; daha mükemmel bir Birlik oluşturmak, Adaleti tesis etmek, iç Huzuru sağlamak, ortak savunmayı gerçekleştirmek, genel Refahı desteklemek ve Özgürlük Nimetlerini kendimize ve gelecek nesillerimize güvence altına almak için, işbu anayasayı buyuruyor ve uyguluyoruz.”[6] diyerek de haklı olarak yaptıklarıyla övünmüşlerdir… Acaba “muasır medeniyetler seviyesi” bu değil de cumhuriyet kisvesi altında tesis edilen tekparti diktatörlüğü müdür?!
Madem hakikat böyledir; Türkiye’de de pekâlâ insanların temel hak ve özgürlükleri anayasal güvenceye kavuşturulabilir… Elbette ki anayasal güvence muhafazakâr ya da seküler bütün insanların haklarını kapsamalıdır… Binaenaleyh, Kemal KILIÇDAROĞLU’nun yasa teklifi, pekâlâ anayasa teklifine dönüştürülebileceği gibi, AKP’nin önerebileceği benzer bir teklif de anayasa metnine konulabilir… KILIÇDAROĞLU liderliğindeki CHP madem halkın rızasına istinaden iktidara talip olmaktadır, “Başörtüsünün anayasada yeri yoktur.”, “Böyle bir düzenleme laiklik ilkesine aykırıdır.” şeklindeki tekparti diktatörlüğü yavelerine kulak asmamalı, geri adım atmamalıdır… Akletmek gerekmez mi cumhuriyet kisvesi altında tekparti diktatörlüğü hülyası kuranlar, laikliği savunuyor da anayasal sistemin mucidi Amerika Birleşik Devletleri savunmuyor mu? Amerikan anayasasının pratiğindeki laiklik; Kemalci oligarşinin insanları zorla tek-tip kılmaya çalışan totaliter ve otoriter sözde laikliği değil, farklılıklara kamusal alanda eşit muamele yapan gerçek laikliktir. Türkiye’de; herkes için özgürlük, herkes için eşitlik ve herkes için ekonomik refah isteyenlerin taraftar olması gereken laiklik anlayışı ABD’de uygulanan laiklik anlayışına benzer bir laiklik anlayışı olmalıdır… Aksi uygulamaların, eşitlik eksenindeki siyasal organizasyon ve rızaya dayalı yönetim anlamındaki demokrasi-cumhuriyet sistemiyle hiçbir alakası yoktur…
[1] https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/iki-ucun-ortasi-2064174
[2] https://www.youtube.com/shorts/XTP2IP8aJo8
[3] https://www.youtube.com/watch?v=ZP30tBzviTo
[5] https://www.youtube.com/watch?v=iZuvPUKQlwo
[6] https://constitutioncenter.org/media/files/constitution.pdf