“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” Üzerine

Milli Eğitim Bakanlığı; Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın yetiştirilmesini istediği “dindar nesil” hedefine dair eğitim modelini, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli başlığı altında nihayet görücüye çıkardı… Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın beyanına bakılırsa yeni model, on yıllık uzun soluklu bir çalışmanın ürünüdür. Hazırlık sürecinde; akademisyen, öğretmen ve diğer eğitim paydaşlarının katılımıyla yirmi çalıştay düzenlenmiş, hayli uzun görüş alış-verişlerinde bulunulmuş, bin küsur akademisyen ve öğretmenle toplantılar yapılmış, merkez teşkilatındaki bütün birimlerle çok yoğun çalışılmış ve nihaî şekli verilmek üzere eleştiri, görüş, öneri ve paylaşımlar için de askıya çıkarılmıştır.[1] Yeni modelin  iddialı bir model olduğu başlığından belli: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli… Buna göre; “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bütün ideolojilerin üstünde millî bir şahsiyetin oluşumuna katkı sağlamak ve millî bilince sahip şahsiyetlerden oluşan bir toplum oluşturabilmek adına ahlaklı, milleti ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş, eleştirel düşünebilen, sorgulayan, araştıran, mesuliyet ve ülkü sahibi millî ve manevi değerler manzumesi ile maddi gelişmenin zirvesini hedefleyen, bir ayağı geçmişte duran, diğer ayağı insanlığın geleceğine ufuklar açan, yalnızca medeniyete uyum sağlayan değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi, milleti ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş, öğrenci profili erdem-değer-eylem bileşenlerinden oluşan, bilge nesilleri, erdemli insanı hedefleyen bütüncül bir eğitim modelidir…” 

İddialı olmak güzel de sormazlar mı AKP yönetimindeki Türkiyeyüzyıla damgasını hangi başarısıyla vurdu? Fatih Sultan Mehmet gibi Bizans’ı mı fethetti de yeni bir çağ başlasın? Yavuz Sultan Selim gibi Sina Çölü’nü mü aştı da Hilafet kapıları Türk devletine açılsın? Kanunî Sultan Süleyman gibi Akdeniz’i Türk gölüne mi çevirdi de deryalar mavi vatan olsun? Sanayi Devrimi’ni mi gerçekleştirdi de yeni bir medeniyet kurulsun? Atom Bombasını mı icat etti de cihan harbinin galibi ilan edilsin? Acaba ampul, parti logosu oldu diye elektrik AKP’liler tarafından keşfedildi sanılmasın?! Kim bilir?! Peki dindar nesil hangisi? “Yolsuzluk, hırsızlık değildir.” içtihadıyla meşhur, AKP’nin fetva emini Hayrettin KARAMAN’ın yetiştirdiği imam-hatipli/ilahiyatlı nesil mi? AKP iktidarına her hâlükârda meşruiyet kazandırmaya çalışan İsmail Ağa Cemaati’nin “İslam, akıl dini değildir.” diyen (Fransisken benzeri) nesli mi ya da Meşveret Nurcuları’nın “İslam, akıl dinidir.” diyen (Dominiken benzeri) nesli mi yahut da Menzil Tarikatı’nın, servet paylaşımı kavgalarından ötürü menzilini bir türlü tayin edemeyen miras-zedelerinin irşadına muhatap nesli mi? Yoksa AKP iktidarına on-on beş yıl boyunca, Kemalci Oligarşiye karşı stratejik ortaklık yapan, “Umumun selameti için fertlerin hakları gasp edilebilir.” sapkın akidesiyle bürokratik hiyerarşide  paralel yapı kurmakta beis görmeyen, paralel yapı tatmin etmeyince de DARBE kalkışmasında bulunan, Başbakan ERDOĞAN’ın o flört günlerinde “Garipliğe tahammül edemiyoruz, sıla hasreti bitsin, gel artık.”[2] diyerek Amerika’dan dönmesini istediği GÜLEN Cemaati’nin (Kalvinist benzeri) nesli mi? Yoksa, iktidar yanlısı dindar çevrelerin amelleriyle aksini temsil ettikleri, Yunus Emre’nin “Sen sana ne sanırsan ayruğa da onu san. / Dört kitabın manası budur eğer var ise.” dizelerine riayet eden kayıp nesil mi?

Şüphesiz eğitim teorileri, bireyin ve toplumun nasıl şekillenmesi gerektiği hususundaki bütüncül teorik perspektifin en önemli yönünü oluşturur. Teorilerin anlamlı olup olmadığına ilişkin yapılacak değerlendirmeler; teklif ettikleri örgütlenmelerin biçimini, eğitim için koydukları amaçları, tekniklerin kullanımına ait imkânları ve varlık temelini teşkil eden bireysel veya toplumsal şartları dikkate almalıdır. Modern dünyadaki mevcut eğitim teorilerinin esas olarak iki farklı model (milli-kitlesel-resmi model ve bireyci-özgürlükçü model) ileri sürdükleri söylenebilir. Totaliter bütün devletler tarafından aynı amaçlarla benimsenen modellerden ilki, düzenli bir planlama ve yüksek verimlilik aracılığı ile toplumsal istikrar hedefleyen kollektivist bir yönelime sahiptir. Bu model, öncelikle sosyal düzenle ve ekonomik verimliliğin artmasıyla ilgilenir. Eğitilecek çocuklara, üzerinde tasarrufta bulunulacak ve toplumun iyiliği için şekillendirilecek obje nazarıyla bakar. Eğitim vasıtasıyla ham insan kaynakları çocuklar ayıklanacak, sınıflandırılacak, biçimlendirilecek ve işlendikleri okullardan toplumda kendilerine uygun düşen mevkilere tayin edileceklerdir. Eğitim işte bu ham insan kaynaklarını belli bir amaca götürecek olan hem bir araç hem de yeni bir dünyanın anahtarıdır.[3] Devlet denetimindeki okullar vasıtasıyla yürütülen “milli-kitlesel-resmi” eğitim anlayışının kökeni burada bulunmaktadır. Bu eksendeki eğitimin temel hedefi; bir taraftan makbul yurttaş yetiştirmek, bir taraftan da ekonomik verimliliği sağlayacak kalifiye eleman yetiştirmektir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli‘nin temel yaklaşımı tam da budur. Modeldeki ifadelerle: “Eğitim; herkesin hayat boyu erişiminin teminat altına alındığı temel bir hak olarak görülür. Eğitim alma ve öğrenme; hayatın toplumsal açıdan herkes için daha güvenli, müreffeh ve iyi kılınması, birlikteliğimizin pekiştirilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin dinamik vizyonuyla güçlü bir şekilde var olması bağlamında bir ödevdir. Tüm politika ve uygulamalar, eğitim hakkının kullanımını ve fırsat eşitliğini sağlamak amacıyla uygulamaya geçirilir… Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, sahip olduğu mefkûre ile toplumu ve ülkesini imar eden şahsiyetler yetiştirmeyi ahlaki bir sorumluluk olarak görür… Fertlerin bütün yönleriyle gelişimini amaçlar ve bu çerçevede bütüncül bir eğitim yaklaşımını esas alır. Bu bağlamda eğitim süreçlerini zenginleştirmek üzere disiplinler arası niteliğinin yanında disiplinler üstü ve disiplinler ötesi yaklaşımlardan da yararlanır. Medeniyetimizin üzerine inşa edildiği temel kavramlar olan aklı selim, kalbi selim ve zevki selim sahibi nesiller yetiştirmek için madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan-toplum ve zaman-mekân dengesini gözetir… Programlarda bilgi, beceri, tutum ve davranışlar; yetenek, ilgi, ihtiyaç ve bireysel farklılıklarla güçlendirilerek ele alınır. Programların teknik açıdan gerektiğinde yenilenen, güncellenen, sadeleşen bir esnekliğe sahip olması ve aynı zamanda millî, manevi ve insani değerlerimiz istikametinde hayata geçirilmesi amaçlanır… 

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; “fırsat eşitliği” iddialarına rağmen, önceliği özgürlük olan bir eğitim modeli değildir. Çünkü etnik-kültürel farklılıkları ve dil farklılıklarını dikkate almamaktadır… Milli-kitlesel-resmi eğitim modeline karşıt olarak ileri sürülen özgürlükçü model açısından eğitimde temel öncelik toplumsal istikrar ve ekonomik verimlilik değil, bireysel özerklik alanının genişletilmesidir. Toplumsal istikrar ve ekonomik verimlilik, bireysel özerkliğin arttırılması sayesinde gerçekleşir. Sosyo-politik örgütlenmenin istikrarı da ekonomik verimlilik de bireylerin maksimum özgürlüğüyle ilişkilidir. Eşitliği reddeden monarşiler, insanları cehalet durumunda tutarak köleleştiriyorduysalar, toplumsal istikrarı ve ekonomik verimliliği hedefleyen, güya eşitlikçi totaliter ulus-devletler de onları milli-kitlesel-resmi eğitimden geçirerek köleleştirmektedir. Modern insanın kölelikten kurtulmasının yolu, totaliter ulus-devlet yapısını destekleyen kurumları radikal bir biçimde değiştirmek ve onların yerine özgürlüğü gerçekleştirecek kurumları tesis etmektir.[4] Türkiye Yüzyılı Maarif Modelitotaliter ulus-devlet uygulamalarının “milli-kitlesel-resmi” eğitim anlayışını baz aldığı için eğitim sisteminde yalnızca Türkçe eğitim-öğretim yapılmasına izin vermektedir: “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde Türkçe bütün zenginliğiyle toplumun birbiriyle iletişimine, bu iletişimi anlamlandırma çabalarına ve kültür unsurlarımızı nesilden nesile aktarılmasına öncülük ve eşlik eder. Bu nedenle Türkçemizin öğretimi ve geliştirilmesi, eğitim sistemimizde temel bir politika olarak yer alır. Eğitimin her aşamasında Türkçenin öğretimine, doğru kullanımına titizlikle dikkat edilir. Türkçenin zenginliği, derinliği, estetiği ve inceliğinden faydalanılarak oluşturulan eğitim programları ile bu programlar doğrultusunda hazırlanan kitaplar, uygulanan etkinlikler; dilin birleştirici ve bütünleştirici bir ana unsur olarak ön plana çıkmasını sağlar. Türk eğitim sisteminde Türkçe, eğitim süreçlerinde hem istifade edilen büyük bir kültür ve hazine hem de bilginin ve sanatın aktarımında kullanılan temel araçtır. Bu nedenle Türkçemizin etkili kullanılmasına yönelik becerilerin kazandırılması tüm derslerin ortak hedefidir.” Metinde, Türkçe kelimesinin bu kadar çok kullanılması maalesef Türk diline gösterilen hassasiyetten kaynaklanmamakta zira hassasiyet gösterilse Modelin hemen ilk sayfasında “İnfografik: Beceri Örgüsü Temelli Öğretim Programı” tablosunda büyük harflerle DÖNÜT diye bir ifadeye yer verilir miydi? “Dön baba dönelim, hacılara gidelim.” Türkçe ile alakalı hassasiyet, anadili Türkçe olanlar için elbette normaldir. Ancak durumun anadili Türkçe olmayanlar açısından “fırsat eşitliği” anlamına geldiğini iddia etmek ne yazık ki mümkün değildir. Şayet dilTürkiye Yüzyılı Maarif Modeli‘nde söylendiği gibi “insanın varlık dünyasına erişiminin, düşünceyi oluşturmasının ve değer üretmesinin, dolayısıyla kendini ve başkalarını anlamlandırmasının temel aracı” ise anadili Türkçe olmayanlar anadille eğitimden mahrum edildikleri taktirde “fırsat eşitliği” gözetilmiş olabilir mi? Öte yandan tek-dil dayatması; totaliter ulus-devlet pratiği açısından siyasal iktidarın tek-eline itaatin daha kolay temini ve monopolist istihsalin tek-tip mallarının herkes tarafından daha rahat tüketiminin sağlanması bakımından önemli bir payanda gibi görünüyor ise de başka birçok açıdan da oldukça büyük bir handikaptır. Binaenaleyh ulus-devletin resmi tekil dili haricinde kalan diğer dillerin yasaklanması, çok da başarılı sonuçlar getirmemekte hatta zaman zaman ulus-devletin istikrarsızlaşmasına yol açmaktadır. Mesela; ulus-devleti yaratan Fransız Devrimi sonrası başlatılan “tekil dil” uygulaması Breton dilini yok edip, Fransızcayı dominant kılmış ise de çok-kültürlü yapıyı tahrip edip, istikrarsızlığa yol açmıştır. İspanya’daki uygulama ise hem Bask dilini yok edememiş hem de toplumu istikrarsızlaştırarak, ayrılıkçı hareketlerin ve terör olaylarının zuhuruna neden olmuştur. Türkiye’deki Kürt sorununun da aynı sebepten kaynaklandığı inkâr edilebilir mi? Ulus-devletin resmi diliyle muayyen bir etnisitenin aynileştirilmesi behemehal bir istikrarsızlık sebebidir. Şöyle ki madem, tekilleştirilen muayyen bir dilin ve muayyen bir etnisitenin ulus-devlet olmaya hakkı vardır, diğerlerinin niçin kendi ulus-devletleri olmasın, sualinin ikna edici bir cevabını bulmak kolay değildir. Bu türden problemlerin çözümü kolay olmadığı gibi, meselenin ahlakî açıdan haklılaştırılması da oldukça zordur… Tekil dil uygulaması, utiliteryan etik anlayışıyla telif edilmeye çalışılıyor ise de aslında o bile bir manipülasyondur. Zira ahlakın; “olabildiğince çok insanın olabildiğince çok faydası” şeklinde tanımlanması, realize edilmesi imkânsız bir paradokstur. Çünkü individüalist insanlardan, solidarist olmalarını beklemek eşyanın doğasına aykırıdır. Çıkarlarını ön planda tutan bir insan, başkalarını ya da bir bütün olarak toplumun çıkarlarını gözetebilir mi? Böyle bir beklentinin absürt olduğunu, modern hayat, kendi tarihi boyunca daima gözler önüne sermiştir. Avrupa ülkeleri yaşamış oldukları tarihî tecrübeden şöyle ya da böyle ders çıkarıp, tekil dil uygulamasından bu nedenle vazgeçmiştir. Netice itibarıyla Avrupa KonseyiAvrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı 1998’de yürürlüğe koyarak çok dilliliği ve anadilde eğitim hakkını güvenceye almıştır.[5] Türkiye; Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı henüz imzalamamış ise de Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri çerçevesinde bugün ya da yarın imzalamak zorunda kalacaktır. Ancak mesele yalnızca AB’ye katılımla sınırlı da değildir. Meselenin Türkiye’nin tarihî, dinî, ahlakî değerleriyle ilgili boyutları da vardır. İslam dünyasının yüz akı simalarından İbni Haldun (1332-1406) Mukaddime adlı eserinde anadil mevzusuna şu şekilde temas etmektedir: “Hangi ilmî sahada olursa olsun, eğitim ve öğretim için en uygun dil şüphesiz anadildir. Çünkü ister aklî ilimler söz konusu edilsin isterse naklî ilimler, hepsi soyut düşünceye dayalı yürütülen disiplinler olduklarından, talimi çok zor yapılan uğraş alanıdırlar. İlmî faaliyetlerin tabiatında var olan bu zorluğa bir de lisan zorluğu eklenirse eğitim ve öğretim son derece çetinleşecektir. İşte bundan ötürüdür ki bir toplumda ilim ve fikir hayatının var olabilmesi için anadile bağlı kalınması elzemdir.”[6] Binaenaleyh yapılması gereken; Türkiye’de de mevzuya ahlakî açıdan bakıp, yaşayan etnisitelere ait (Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Rumca, Ermenice, vd.) tüm dillerin eğitim-öğretim dili olarak var olmasına zemin hazırlamaktır…

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli‘nin ideolojiler üstü olma iddiası da hayli ilginç?! Acaba nasıl bir eğitim modeli ideolojiler üstü diye nitelenebilir? Bilenlerin malumudur; ideoloji demek, hayata ve varlığa şu ya da bu perspektiften bakmak demektir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, hayata ve varlığa muayyen bir perspektiften bakmıyor mu? İdeoloji kavramından bihaber eğitim teorisyeni olabilir mi? Millî şahsiyet, millî bilinç tabirlerinin Batılı nasyonalist ideolojilerden tercüme edildiğini bilmemek cehaletten başka bir şey midir? İdealize edilen her toplum modelinin ideolojik bir tasarım olduğunu düşünememek eğitimle kabil midir? Madem; Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli‘nde öğretim programları 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 2. Maddesinde ifade edilen “Türk Millî Eğitiminin Genel Amaçları” ile “Türk Millî Eğitiminin Temel İlkeleri” esas alınarak hazırlanmıştır.” o taktirde ideolojiler üstü iddiası yalan olmaz mı? 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’na atıf yapıp, metinde içeriğe yer vermeyerek insanları aldatmak mümkün müdür?! İstiklal Şairi Mehmed Akif ne de güzel söylemiş: “Alemi aldatmaksa maksat aldanan yok nafile.” Bahis mevzuu madde, zeka özürlülerin (Dummies) dahi anlayabileceği açıklıkta oysa ki: “Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini ATATÜRK inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir.” Temel ilkeler de aynı açıklıkta: “Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde ATATÜRK inkılap ve ilkeleri ve Anayasada ifadesini bulmuş olan ATATÜRK milliyetçiliği temel olarak alınır.”[7] 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun ideolojik bir duruşu yansıttığını anlamamak yalnızca ve yalnızca “Education for Dummies” sistemine maruz kalmakla mümkündür elbette…

Modelde sözü edilen ülkü hangi ülküdür? 1933 yılından 2013 yılına kadar ilköğretim okullarında okutulan; AKP’nin, Türkiye’deki Kürt sorunuyla alakalı, terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine dair “çözüm süreci” uygulamaları çerçevesinde güya yürürlükten kaldırdığı (Aslında kaldırılan bir şey yok. Metin ilköğretim kitaplarında halâ duruyor. İcraatlarındaki şiarı “…mış gibi görünmek”; “dindar-mış, demokrat-mış, milli-imiş, yerli-imiş gibi, vs.” olan AKP bu hususta da “kaldır-mış” gibi görünüyor.) tek-parti diktatörlüğüne mahsus “öğrenci andı” metninde bahsedilen ülkü mü? Kollektivite adına seslendirilen iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapma çağrıları, ferdî hukuku yok edecekse makbul müdür? Böyle bir kabul, hakkaniyet olarak adalete uygun mudur? Mesuliyet, hukuka karşı mı otoriteye karşı mı olmalıdır? Eleştirel düşünebilen, sorgulayan, araştıran insan totaliter bir kollektiviteye evet der mi? Aynı şekilde; modelde atıfta bulunulan millî ve manevi değerler manzumesi nelerden ibarettir? Türkiye vatandaşı Müslümanlara ait olan değerler mi, Hıristiyanlara ait olan değerler mi, Yahudilere ait olan değerler mi, Atatürkçülere ait olan değerler mi? Aynı şekilde; bahsi geçen medeniyet, hangi medeniyettir? ATATÜRK’ün muasır medeniyet diye güya hedef gösterdiği Batı medeniyeti mi?! Saltanat rejimlerinden ibaret Osmanlı ya da Selçuklu medeniyeti mi?! Aynı şekilde; yetiştirilecek öğrenci profili için temel nitelik olarak kastedilen erdemin tarifi nedir? Erdem; taksimi meçhul, herkese hakkını vermek midir, muktedir (ulü’l-emre) itaat midir, kollektif ya da bireysel faydayı gözetmek midir, kaynağı muamma-muhayyel bir ödeve riayet midir, altın kurala uymak mıdır? Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin hangi erdem tanımını benimsediği hususunda sarahat yoktur. Mesela; Antik Yunan filozofu Platon’dan (427-347) beri yazılı metinlerde geçen dört temel erdeme (adalet, basiret, şecaat, itidal) ilave gibi görünen ve öğrenci profil özellikleri diye model metninde sıralanan nitelikler şayet temel erdemlerse birçoğu tarife muhtaçtır. Bilhassa erdem olduğu “rivayet edenlerden mervî” vatanseverlik kavramı hakkında tavzihe ve tasrihe alelıtlak ihtiyaç vardır… Ravilere göre vatansever: “Bayrağına ve millî sembollerine saygı gösteren, Türkçeye sahip çıkan, vatanını-milletini seven ve savunan, toplumsal sorumluluklarını yerine getiren, gelişmiş bir devlet bilicine sahip, devletin millet için anlamını bilen, ülke çıkarlarını üstün tutan, millî kültürüne ve manevi değerlerine bağlı olan insandır.” Açıktır ki bu yaklaşım; Antik Yunan ve Roma döneminin “patria”ya (vatana) sadakati, siyasi rejime sadakat olarak algılayan yaklaşımından mülhemdir. Patria’ya (vatana) duyulan bu sevgi, tipik olarak askeri güç ve kültürel üstünlüğe duyulan gururla karışsa da ayırt edici odak noktası, kişinin kendi iyiliğini (hayatı da dahil) devlete feda etmeye istekli olmasıdır. Modern ulus-devletin kuruluşuyla birlikte bu anlayış, ulus-devlet ve ona birlik ve bütünlük sağlayan resmi dil ve homojen kültürle eş anlamlı hale gelmiştir. Bu nedenle de kozmopolitliğe ve üniversal kültüre asimilasyona karşıdır. Dolayısıyla da fertler için özgürlük, siyasi baskılara karşı mücadele, kollektivite adına savunulan keyfi isteklerden bağımsızlık değil, mütecanis halkın korunması ve ulus-devletin bekasının güvence altına alınması arzusuyla donatılmış fedakârlıkla emsal değerdedir. Bu soyut, spekülatif anlayışı benimsemek; tüm fertlerin eşit ahlaki değere sahip olduğunun tanınmasıyla, evrensel değerlerle, insan haklarına saygıyla ve etnik-ulusal farklılıklara hoşgörü ile bağdaşmayan, faşizme ve ırkçılığa yol açması kuvvetle muhtemel hayli tehlikeli bir anlayıştır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin vatanseverlik yaklaşımı, modelin satır aralarında gizlenmeye çalışılan İslamî değerlerin  evrensellik iddiasına da uygun değildir. Mamafih çağdaş toplumları karakterize eden Avrupa standartlarındaki çok-kültürlü yapılar da elbette dayanışma duygusuna ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu dayanışma, homojen topluluk fikrine değil, evrensel, sosyal-liberal anayasal ilkelere bağlılığa istinat etmektedir. Bahse konu sosyal-liberal hukuk devletinin anayasa prensipleri; plüral kültürün farklı etnik ve dini hayat tarzlarına mensup vatandaşlarını, aralarında herhangi bir ayrımcılığa yol açmayacak, kendi ülkelerinde bir arada yaşayabilmelerini ve kendi ülkelerinde eşit şartlarda var olabilmelerini sağlayacak, altın kural ilkesinden mülhem evrensel prensiplerdir. Netice itibarıyla vurgulamak gerekirse; Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin bir erdem olarak tasarladığı vatanseverlik; evrensel değerlere bağlılık, insan haklarına saygı ve etnik-dilsel-etik farklılıklara hoşgörüyle bağdaştırılabilir nitelikte görünmemektedir.  Eğitimle alakalı temel değerler hususunda genel-geçer tanımlamalara yer vermemek muhtelif manipülasyonlara sebep olacağı için elbette tasvip edilemez… Kemalci Oligarşi; on yıllarca tanımı belirsiz laiklikirtica manipülasyonlarıyla insanlara zulmetmedi mi? Yoksa zulmetme sırası AKP’ye mi geçti?!

Hülasa; Milli Eğitim Bakanlığı’nca büyük iddialarla görücüye çıkarılan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, maalesef Avrupa Birliği standartlarındaki bir eğitim modeliyle yarışabilecek nitelikte değildir… Erdemli insan yetiştirme hedefi isabetli de olsa “erdem” hususundaki tanım belirsizliği muhayyel hedefe ulaşmayı elbette sağlayamaz… Erdem; Yunus Emre’nin “Sen sana ne sanırsan ayruğa da onu san. / Dört kitabın manası budur eğer var ise.” mısralarında da ifade edilen “altın kural”dır. Milli Eğitim Bakanlığı becerebilecekse şayet tüm çocuklara temel erdem “altın kural” ilkesi çerçevesinde, Türkiye’nin çok-kültürlü yapısına uygun düşecek tarzda müşterek dil Türkçe öğretiminin yanı sıra bütün yerel anadillerle nüfusa orantılı sürdürülebilecek, Avrupa Birliği müktesebatına uygun, mesela İngiltere’deki ya da Almanya’daki ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim programlarında öğretilen disiplinleri (kültürel dersleri Türkiye’deki kültürel karşılığıyla tarih, edebiyat, vd.; felsefe, matematik, fen bilimleri, vs. aynıyla) esas alan ve anadilde yapılan bir eğitim-öğretim sistemini hayata geçirsin… Ötesi gereksiz çaba…

 

[1] https://ttkb.meb.gov.tr/www/turkiye-yuzyili-maarif-modeli 26.04.2024

[2] https://www.youtube.com/watch?v=ZioVJ65g4J0

[3]Bertrand Russell, Eğitim Üzerine, Çev., Nail Bezel, Say Yay., İstanbul, 1993.

[4] Joel Spring, Özgür Eğitim, Çev., Ayşen Ekmekçi, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1991.

[5] https://hukukbook.com/avrupa-bolgesel-ve-azinlik-dilleri-sarti/

[6] İbni Haldun, Mukaddime, C. I., II., Çev., S. Uludağ, Dergah Yay., İstanbul, 1983.

[7] https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.1739.pdf

Bu yazı Eğitim, Genel Felsefe, WEB kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.