Anayasa Değişikliği Tartışmaları Üzerine

Anayasal devlet (constitutional state); kadim rejimlerin “kralın tanrısal hakkı” ve “mutlak iktidarı” inancına dayanan monarşi ve feodal yapıdan neşet eden “doğal eşitsizlik” eksenli aristokrasi yönetimine reaksiyon olarak on dokuzuncu yüzyıl başlarında tesis edilen, siyasî otoritenin temel bir hukuktan (fundamental law) kaynaklandığı ve bununla sınırlandırıldığı modern devlet biçimidir. Gelenekten (tradition) devrimsel (revolutionary) bir kopuşu ifade eden, yeni hukuk kavramı “anayasa”, toplum tarafından kararlaştırılan ve tüm kamu gücünü düzenleyen, seküler ideal tip formundaki en temel hukuk metnidir. Anayasa; hükümet yetkililerinin keyfî yargıları veya tasarrufları ile gerçekleşen yönetime karşı, hukukun üstünlüğünün ve kamu görevlilerinin istedikleri her şeyi istedikleri şekilde yapma özgürlüğüne sahip olmadıklarının, aksine toplumun en üst hukukunda belirtilen prosedürlerle sınırlandırıldıklarının ve onlara uymakla yükümlü olduklarının ilanıdır. Şüphesiz anayasa; yalnızca siyasî otoritenin yapısıyla ilgili değildir. Aynı zamanda vatandaşların sivil haklarının ve özgürlüklerinin, özellikle sosyal azınlıkların çıkarlarının güçlü bir şekilde korunmasıyla da yakından ilgilidir. Gerçek bir anayasa sadece siyasal gücü kısıtlamakla sınırlı kalmaz; ona ilaveten idare edilenlerin idarecilerle hukukî eşitliğinin ve hükümet politikalarını halkın isteklerine göre yönlendirebilmelerinin de garantörü olur. Siyasal sistemler; her türlü azınlık da dahil olmak üzere tüm vatandaşların çıkarlarını ve özgürlüklerini korumak için kurumsallaşmış kontrol mekanizmaları içerdikleri ölçüde anayasaldır. Öte yandan; yazılı bir anayasanın varlığı, bir devletin veya siyasî yapının anayasal bir sistem olduğu manasına da gelmemelidir. Mesela; Weimar Cumhuriyeti döneminde (1919–1933) Almanya‘yı yöneten Weimar Anayasası; o günlerde dünyanın en ileri anayasalarından biri olarak görülmesine rağmen, demokratik prosedürler vasıtasıyla iktidara gelen nasyonal-sosyalist keyfiliği (diktatörlüğü) yasa biçiminde örgütlemeyi başaran kararlı düşmanlarının elinde kolayca çökertilmiştir. Bu nevi tehlikelerden ötürüdür ki 1789 tarihli Fransız İnsan Hakları Beyannamesi‘nin on altıncı maddesi “Hakların güvence altına alınmadığı ve yürütme, yasama, yargı ayrımının sağlanmadığı bir toplumun anayasası yoktur.” ifadesine yer vermiştir. Binaenaleyh anayasal yönetim savunusu; halkın, siyasal iktidarın teşkiline yönelik hem “rıza” hakkının hem de oligarşik yapılara karşı “eşitlik” ve “özgürlük” talebinin tanınması için verilen tarihî mücadeleye atıfta bulunur. Mutlak monarşileri anayasal monarşilere dönüştürmek üzere İngiltere’de iç savaş (1640-1648) yılları itibarıyla başlayan süreç; monarşik ve parlamenter güçler arasındaki mücadelenin parlamenterleşmeye doğru yönelmesiyle hem Avrupa’yı hem de yeni kıta Amerika’yı etkilemiş ve 1776 ve 1789‘daki on sekizinci yüzyıl Amerikan ve Fransız devrimleri motivasyonuyla da ikiliği ortadan kaldırarak, Birinci Dünya Savaşı akabinde hemen hemen tüm ülkelerde siyasî sistemlerin anayasallaşması ve demokratikleşmesiyle neticelenmiştir. Ne var ki savaş sonrası yıllar bir taraftan anayasacılığın (constitutionalism) zirvesini temsil ederken; diğer taraftan, diktatörlüğün (dictatorship) yükselişiyle anayasacılığın (constitutionalism) devlet gücünü yasalarla sınırlandıran temel işlevini yok etmiştir.[1] Bu dejenerasyonun etkileri Avrupa’da kademeli bir biçimde de olsa 1989‘dan sonra Doğu Bloku komünizminin çöküşüyle giderilebilmiş ise de dünyanın birçok yerinde ve tabii ki Türkiye’de hâlâ giderilememiştir.

Hukukun üstünlüğünü, keyfî iktidarın reddini, halkın rızasını ve her türlü seçkinlik iddiasına karşı insanların eşitlik, özgürlük ve refah talebini temsil eden anayasal yönetim sisteminin 1876’dan beri Türkiye’de hâlâ tesis edilememiş olmasının asıl sebebi; şüphe yok ki halkın kahir ekseriyatının cehalet nedeniyle kendi hakkını hukukunu bilmemesi ve münevver görünen ekalliyetin de “kralın tanrısal hakkı” ve “mutlak iktidarı” inancını avama ya “bilim” diye ya da  “din” diye anlatıp, onları iğfal etme becerisidir. CEHAPE zihniyetinin (Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın tabiridir.) organik aydın taifesinin “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir.” teranesiyle diktatörlüğü “cumhuriyet” diye; AKP’nin suî ulema taifesinin de “Ulü’l-emre itaat farzdır.” istismarıyla tek-adam rejimini “İslamî şûra” dolayısıyla da “cumhuriyet”diye kabûl ettirmeye çalışması iğfalin apaçık numune-i imtisalidir. 2024 Eylül ayında Türkiye gündemine yeniden sokulan anayasa tartışmalarının maksadı da besbelli ki anayasal yönetim taraftarlığı değil, kutuplaştırma manipülasyonlarıyla sahip olunan mevzilerin tahkimidir. İşin garip tarafı tartışmalarda CEHAPE zihniyetinin bugünkü varyasyonları (CHP, MHP, İYİP, VATAN P, İP, TKP, ÖDP vs. vs.) var gücüyle yerini alırken; kâr maksimizasyonu sevdasıyla iktidarını muhafaza derdine düşen AKP, geçmişteki açıklamalarına rağmen, her zamanki riya kokan ikircikli tavrıyla bütün kesimleri idare etmeye çalışmaktadır. Tartışmaları başlatan AKP’nin cumhur ortaklarından HÜDAPAR genel başkanı şöyle diyor: “Ey CEHAPE’liler …biz cumhuriyetçiyiz, cumhuriyet karşıtı değiliz, saltanat istemiyoruz, bizim inancımız o şekildeki bir yönetimi doğru bulmaz, ‘Onların arasındaki işler şûra iledir, istişare iledir.’ der. Dolayısıyla devlet başkanının, idarecinin seçilmesi de halkın oyuyla olmalıdır, cumhuriyet dediğiniz şey de budur, cumhuriyet dediğiniz şey, halkın kendi idarecilerini kendi eliyle seçmesidir yani idareciliğin babadan oğula geçtiği sistemin zıddıdır. Biz diyoruz ki evet bu millet kendi idarecisini seçecek. Diyorsunuz ki falanca kişinin eşi başörtülü ondan cumhurbaşkanı olmaz, sözde değil özde laik olmalı. Siz istiyorsunuz ki bir kast sistemi olsun, sizin bu cumhuriyet anlayışınız cumhur kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğinizi göstermektedir. Aslında istediğiniz şey diktatörlüktür, siz tek-parti diktatörlüğü istiyorsunuz. Biz cumhuriyet istiyoruz ama buna rağmen siz hâlâ bize, bunlar şuna şuna karşı diyorsunuz. Ahmağa anlatır gibi söyledim, buna rağmen anlamamakta ısrar ediyorlar. O zaman onların bile anlayacağı şekilde söyleyeyim; biz anayasanın dördüncü maddesi olmasın diyoruz, biz anayasanın dördüncü maddesine karşıyız. Kameraya bakarak söyleyeyim bir daha, anayasanın dördüncü maddesi olmasın demek, bütün o maddelerin hepsi değişsin demek değildir, biz anayasanın dördüncü maddesine karşıyız, tamam mı anladınız mı? Dördüncü madde olmasın çünkü dördüncü madde gelecek nesillerin iradesine ipotek koymaktır, altını çizerek söylüyorum, tamam mı, anladınız mı?”[2] Türkiye genelindeki seçmen karşılığı yüzde bir bile olmayan bir partinin anayasal yönetim istediğine hangi rasyonel insan inanır?! Daha dün, aynı partinin bir başka sözcüsü; “Biz iktidara geldiğimizde kadınların çarşaflarının renklerine karışmayacağız.” diyerek, nasıl bir iktidar ve nasıl bir  özgürlük tasavvuruna sahip olduklarını insanlarla alay edercesine beyan buyurmuştu?! Böyle bir tasavvurun hedefi Afganistan-Taliban rejimi ya da İran-Molla rejiminden başkası elbette değildir. Ne var ki maksadı anayasal yönetim olmasa da HÜDAPAR’ın, CEHAPE zihniyetine yönelik ileri sürdüğü eleştirilerin haklılık payı da kolay kolay inkâr edilemez… Tam da bu haklılık payı rahatsız etmiş olmalı ki CEHAPE sözcüsü; NATO’ya kabûl için müracaat eden seleflerine, “tek-parti diktatörlüğünün, halkın rızasına dayanan cumhuriyete dönüştürülmesi” şartını koşan Batıkarşısında afallayıp, “Hasolar’la ve Memolar’la eşit mi olacağız?” diyerek ayak sürümeye çalışan ataları gibi, tepeden bakar bir edayla şu cevabı verdi: “Geri zekalıya anlatır gibi anlatalım!!! Devletin şekli ve niteliklerini tarif eden Anayasa’nın 1., 2. ve 3. maddelerini koruyan ve 1924, 1961, 1982 Anayasalarında da yer alan 4. madde, gericiler istiyor diye ilga edilemez. Cumhuriyet Halk Partisi olarak herkesin inancına, yaşam tarzına saygılıyız. Sizin probleminiz olan “Laiklik İlkesi” de inanç özgürlüğünün teminatıdır. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’sinde Cumhuriyeti Laiklikten, Laikliği Cumhuriyetten ayıramazsın! Cumhuriyeti ve Devrimleri koruyan maddelerden vazgeçmek, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nden vazgeçmektir. Taliban kafalı, gerici, 3-5 yobaz istedi diye, ne Atatürk’ten, ne demokrasiden, ne cumhuriyetten, ne de laiklikten vazgeçmeyiz! Toplumun sinir uçlarıyla oynayarak siyaseten var olmaya çalışan Hizbullah artığı bir kaç zibidiye de pabuç bırakmayız!”[3] Ne kadar da buyurgan bir dil değil mi? Şimdiki CHP’yi, tek-parti diktatörlüğü CHP’si zannediyor olmalı?! Maalesef CEHAPE sözcüsünün zannettiği şekilde ne 1924 Anayasasında ne de 1961 Anayasasında “değiştirilemeyecek hükümler” başlığı altında bir 4. Madde mevcut.[4] Olsaydı bile, bu 1924 ve 1961 anayasalarının, bir hukuk kavramı olarak anayasayı icat eden BATI ülkeleri standartlarında bir anayasa olduklarına yine de delalet etmezdi. Hatırlatmak gerekir ki ATATÜRK hayattayken ve Cumhurbaşkanı iken TBMM tarafından kabûl ve ilan edilmiş olan cumhuriyet anayasası 1924 Anayasası metnidir. Ahkâm-ı Esasiye başlığı altındaki maddeler şunlardır:

  1. Madde: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
  2. Madde: Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır; resmi dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.
  3. Madde: Hakimiyet; bilakayd-ü şart milletindir.
  4. Madde: TBMM, milletin yegâne ve hakiki mümessili olup, millet namına hakk-ı hakimiyeti istimal eder.
  5. Madde: Teşrî salahiyeti ve icra kudreti TBMM’de tecelli ve temerküz eder.
  6. Madde: Meclis, teşrî salahiyetini bizzat istimal eder.
  7. Madde: Meclis; icra salahiyetini, kendi tarafından müntahab Reisicumhur ve onun tayin edeceği bir İcra Vekiller Heyeti marifetiyle istimal eder. Meclis, hükümeti her vakit murakabe ve ıskat edebilir.
  8. Madde: Hakk-ı kaza millet namına usulü ve kanunu dairesinde müstakil mehakim (hakimler) tarafından istimal olunur.

ATATÜRK’ün yaşadığı süre zarfında, sekiz maddeden ibaret olan bu “esas hükümler” üzerindeki tek önemli değişiklik, 1928’de, ikinci madde üzerinde yapılan tadilat olup, o da ilgili maddeden, “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır.” kısmının çıkarılmasıdır. Dikkat edilirse “esas hükümler” arasında “Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez.” gibi, herhangi bir madde bulunmamaktadır. Besbelli ki bu ifadeyi askeri darbeler sonrası ihdas edilen “kurucu meclisler”, “kraldan çok kralcı” mantığıyla sivil siyaset üzerinde askerî vesayetin devamını sağlamak maksadıyla “anayasa” metnine koymak zorunda bırakılmışlardır. Binaenaleyh, böyle bir madde anayasal yönetim anlayışına da anayasacılığın ruhuna da aykırıdır. Böyle bir maddeyi savunmak, sadece ve sadece vesayetodaklarının yapabileceği bir iştir. Gerçek anayasanın ve anayasal yönetim formunun ne olduğunu öğrenmek isteyenler, tarihteki ilk anayasa örneği olan ABD anayasası metnine bakmalıdır.[5] Eski başbakanlardan Necmettin ERBAKAN, o dönemde yapılan anayasa tartışmaları esnasında “ABD anayasasını tercüme edip, Türkiye anayasası diye kabûl edelim.” teklifinde bulunduğunda, “gerçek anayasa” istemeyen CEHAPE zihniyetinin o günkü varyasyonları (CHP, DSP, AP, MHP, İP, TKP, vd.) şiddetle karşı çıkmışlardı. Zira hiçbirisinin derdi gerçek anayasal yönetim değildi. Halkın rızasına endeksli anayasal bir yönetimde, demokratik prosedürlerle “değiştirilemeyecek” bir anayasa hükmü olacaksa o da sadece ve sadece devletin bir anayasal devlet olduğu ilkesi olmalıdır. Onun dışındaki her ilave hüküm elbette ki HÜDAPAR’ın genel başkanının dediği gibi gelecek nesillerin iradesine ipotek koymak” olacaktır. Kaldı ki mevcut anayasadaki devletin şekli cumhuriyete de cumhuriyetin nitelikleri olarak belirtilen demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine de devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, milli marşı ve başkentine de itirazımız yok deniyorsa yaygaranın anlamı manipülasyon değildir de nedir?! Düşünce ve ifade özgürlüğü ile bağdaşması mümkün olmayan “Değiştirilmesi teklif edilemez.” cümlesi, akıl tutulması psikozundan başka bir şeyle açıklanabilir mi?! Hele hele “Atatürk milliyetçiliği” gibi bir ifadenin, anayasal yönetim sisteminin üst hukuk belgesinde yer almasını istemek, anayasa hukuku bilgisiyle asla telif edilemeyecek bir irrasyonalitedir. Bunu savunanlar; ilk gerçek anayasa, ABD anayasası metninde “George Washington milliyetçiliği” gibi bir tabirin geçtiğini zannediyor olmalıdır?! İlham kaynakları da muhtemelen bu zandır?! Gerçek anayasalarda “değiştirilemez hükümler” arayanlar şu ifadeleri görmelidir: “Kongre, dinî bir kuruma ilişkin veya serbest ibadeti yasaklayan; ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan; ya da halkın sükûnet içinde toplanma ve şikâyete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükümetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangi bir yasa yapmayacaktır. Halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı ihlal edilmeyecektir. Kişilerin üstlerinin, evlerinin, belgelerinin ve eşyalarının gereksiz aranması ve bunlara el konulmasına karşı masuniyeti ihlal edilemeyecek ve bu yetkiyi veren müzekkere mutlaka muhtemel bir nedene dayanacak, yemin ve beyanla desteklenecek ve özellikle aranacak yeri, tutuklanacak kişi ile el konacak eşyaları belirleyecektir.”[6] CEHAPE kültüründe bu ifadelerin karşılığı var mıdır?! CEHAPE sözcüsünün “gericiler” diye kastettiği insanların Müslümankitleler olduğunu bilmeyen “geri-zekalılar” kimler acaba?! Gericilik diyerek; İslam’ı, Kur’an’ı, Ezanı, Türk müziğini geçmişte yasaklayanlar CEHAPE’liler değil de Alman Nasyonal-Sosyalistler miydi?! Gerici diye tahkir ettiğiniz insanların reyini tek-parti diktatörlüğü günlerindeki gibi icbar ile mi elde edeceksiniz?! 1950’ye kadar serbest seçim olmaksızın, seçilenleri de seçenleri de belirleyip, gasp ve hile yöntemleriyle iktidarı elinizde tutmadınız mı?! CEHAPE’liler Patagonya ülkesinde mi “herkesin inancına, yaşam tarzına saygılı” olmaktadır?! CEHAPE’liler tarafından savunulan sözde laiklik ilkesi Patagonya ülkesinde mi inanç özgürlüğünün teminatı olmuştur?! Mütehakkim olduğunuz günlerde, “Eşi başörtülü olandan cumhurbaşkanı olmaz, sözde değil özde laik olmalı.” demiyor muydunuz? Avrupa Birliği standartlarında laiklik yerine, yıllarca din düşmanlığını laiklik diye uygulamadınız mı? CEHAPE zihniyetinin organik aydın taifesi madem “bilim, bilim, bilim” diyor, “sosyal bilim” disiplinlerinden bir parça haberdarlarsa öğrenmiş olmalıydılar, “gericilik” diye itham ettikleri İslam siyaset düşüncesi saltanat rejimini, krallığı-padişahlığı telkin etmez; teklif ettiği muayyen bir siyasal form yok ise de şûrayı, meşvereti, liyakati, ehliyeti, adaleti emreder… Bu kavramların, malûm güruhun lügatinde yeri var mı? Bilim (science) dediğiniz, şey şayet pozitivizm ise ahlakî, hukukî, siyasî normları hangi eşyaya bakarak tespit edeceksiniz? Halkın rızasına dayanmayan rejimin cumhuriyet değil diktatörlük olduğunu bilmeyen, sözde “ilerici” tiplerin “mürşidi  bilim” midir?! Bu bilim olsa olsa “science for dummies” kabilinden bilim olabilir?! Açıktır ki Türkiye’de, Avrupa Birliği standartlarındaki modernleşmenin önünde en büyük engel, tüm Batıcılık iddialarına rağmen, CEHAPE zihniyetidir. Modern düşünce; özgürlük, eşitlik ve ekonomik refahı bir avuç zengine (oligarşiye-aristokrasiye) münhasır kılan geleneksel DİNanlayışını elbette eleştirebilir. Herkes için özgürlük, herkes için eşitlik ve herkes için ekonomik refah talep eden rasyonel insanların geleneksel DİN eleştirisinden daha tabii ne olabilir? Batı kültüründe geleneksel DİN eleştirisi yapılmışsa; özgürlük, eşitlik ve ekonomik refahı bir avuç zengine münhasır kılan mutlak monarşi rejimini yıkabilmek ve anayasal yönetimi tesis edebilmek için yapılmıştır. CEHAPE zihniyetinin geleneksel DİN eleştirisinin maksadıysa mutlak diktatörlük rejimini tesis etmek için olmuştur. CEHAPE zihniyeti ne zaman rasyonel olabilmiş ve ne zaman herkes için özgürlük, herkes için eşitlik ve herkes için ekonomik refah talep etmiştir?! CEHAPE zihniyetinin böyle bir derdi hiçbir zaman olmamıştır. Birazcık rasyonalitesi olsa İskandinav tipi sosyal demokrasi savunusu yapmaz mı? Tek-parti diktatörlüğünü sosyal demokrasi diye savunmak, akılla, zekayla, rasyonaliteyle telif edilebilir mi?! Tek-parti diktatörlüğünü sosyal demokrasi diye savunmak, akılla, zekayla, rasyonaliteyle telif edilemez ise de “niteliği kendinden menkul” CEHAPE zihniyeti, kendini ülkenin aslî sahibi zannettiği için suret-i haktan görünerek, bunu yapmaya ısrarla devam etmektedir. Necmettin ERBAKAN başbakanlığındaki REFAHYOL hükümetinin “irtica” yaygaralarıyla 28 Şubat 1997 post-modern darbe girişimi sayesinde iktidardan uzaklaştırılması sonrası kurulan hükümetlerde bir süre İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı, bir süre de Adalet Bakanı görevlerini üstlenen ve bu sıfatlarıyla bağdaştırılması kabil olmayan “Başörtüsü bir insan hakkı değildir.” cümlesini telaffuz eden, CEHAPE zihniyeti millet vekillerinden  Hikmet Sami TÜRK; anayasa tartışmaları üzerine muhafazakâr KARAR gazetesinde kaleme aldığı (Yayınlamak, Karar gazetesinin vazifesi olmalı?!) yazısında iktidar partisi AKP’ye şöyle yol göstermekte:“AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı tarafından yapılan bir açıklama olarak basında çıkan ‘Anayasa’nın ilk maddesinden son maddesine kadar, hepsinin ele alınacağına’ ilişkin sözler, yürürlükteki Anayasa’nın ilk 4 maddesini de değiştirilmesi düşünülen hükümler olarak bu tartışmaların odağına alacak niteliktedir. Oysa ‘Değiştirilemeyecek hükümler’ kenar başlıklı 4. maddeye göre; Anayasanın 1’inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’inci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. Bu madde, yapılacak yeni bir anayasa için de geçerlidir. Yeni Anayasa, sıfırdan başlayarak değil, yürürlükteki Anayasa’nın 175. maddesinde düzenlenen usule ve 4. maddeye uygun olarak yapılacak bir anayasa değişikliğiyle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla yürürlükteki Anayasa’nın ilk üç maddesi, 4. maddede gösterilen numaraları, kenar başlıkları ve değişmezlik kapsamındaki içerikleriyle yapılacak yeni Anayasa’da da yer alacaktır. Buna karşılık 2 ve 3. maddelerde aynı hükümleri koruyan bazı ifade değişiklikleri yapılabilir. Önerilen değişiklikler sadece (sadeleştirme kabilinden) özlü bir ifade içindir. İlk 3 maddeden sonra onların sigortası niteliğindeki 4. madde de aynı kenar başlığı ve içeriğiyle yerini korumalıdır. Onlar için farklı bir içerik söz konusu olamaz…”[7] Yani; hukuk tanımı “Egemen gücün irade bildirimi.” olan Hikmet Sami TÜRK demek istiyor ki mevcut anayasadaki “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” maddeler, dil bakımından sadeleştirilebilir ama değiştirilemez… Ne güzel anayasal yönetim, ne güzel anayasacılık?!

Hülasa; anayasal devlet (constitutional state); kadim rejimlerin “kralın tanrısal hakkı” ve “mutlak iktidarı” inancına dayanan monarşi ve feodal yapıdan neşet eden “doğal eşitsizlik” eksenli aristokrasi yönetimine reaksiyon olarak on dokuzuncu yüzyıl başlarında tesis edilen, siyasî otoritenin temel bir hukuktan (fundamental law) kaynaklandığı ve bununla sınırlandırıldığı modern devlet biçimidir. Gelenekten (tradition) devrimsel (revolutionary)bir kopuşu ifade eden, yeni hukuk kavramı “anayasa”, toplum tarafından kararlaştırılan ve tüm kamu gücünü düzenleyen, seküler ideal tip formundaki en temel hukuk metnidir. Anayasa; hükümet yetkililerinin keyfî yargıları veya tasarrufları ile gerçekleşen yönetime karşı, hukukun üstünlüğünün ve kamu görevlilerinin istedikleri her şeyi istedikleri şekilde yapma özgürlüğüne sahip olmadıklarının, aksine toplumun en üst hukukunda belirtilen prosedürlerle sınırlandırıldıklarının ve onlara uymakla yükümlü olduklarının ilanıdır. Aynı zamanda vatandaşların sivil haklarının ve özgürlüklerinin, özellikle sosyal azınlıkların çıkarlarının güçlü bir şekilde korunmasının, idare edilenlerin idarecilerle hukukî eşitliğinin ve hükümet politikalarını halkın isteklerine göre yönlendirebilmelerinin de garantörüdür. Halkın rızasına endeksli anayasal bir yönetimde, demokratik prosedürlerle “değiştirilemeyecek” bir anayasa hükmü olacaksa şayet o hüküm; devletin bir anayasal devlet olduğu ilkesi ve insan hakları öğretisine aykırı yasal bir düzenlemenin yapılamayacağı ilkesi olmalıdır…

[1] Gerhard Casper, “Constitutionalism,” University of Chicago Law Occasional Paper, No. 22 (1987).

[2] https://www.instagram.com/hurdavapartisi/reel/C_3tT4ZgaBm/

[3] https://x.com/avdenizyucel/status/15 Eylül 2024

[4] https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa

[5] https://constitutioncenter.org/the-constitution

[6] https://usa.usembassy.de/etexts/turkish/oagt.pdf

[7]https://www.karar.com/gorusler/ilk-maddeden-son-maddeye-anayasa-degisikligi-1893314

Bu yazı Hukuk, Siyaset, WEB kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.