Metropol Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi adlı sivil toplum örgütünün, Türkiye’deki üniversite gençliği üzerine yapmış olduğu en son araştırma, AKP Hükümeti karşıtıçevrelere ve bazı medya organlarına yeni bir “İRTİCAÎ KAKOFONİ” malzemesi sunacak gibi gözüküyor. Hadi hayırlısı…
On sekiz farklı ildeki otuz üniversitede okuyan 4449 (dört bin dört yüz kırk dokuz) öğrenci ile mülâkat yöntemiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre; gençliğin yüzde 62’si, dinî ibadetleri yerine getirmenin kendileri için “önemli” olduğunu; yüzde 28’i “kısmen önemli” olduğunu; yüzde 11’i de “önemsiz” olduğunu belirtiyor. Mesela; öğrencilerin yüzde 77’si “Ramazan’da düzenli olarak oruç tuttuğunu”, yüzde 65’i “düzenli olarak Cuma namazı kıldığını”, yüzde 46’sı hiç alkollü içki kullanmadığını, yüzde 44’ü“evlilik bağı olmaksızın birlikte yaşama”yı tasvip etmediğini, yüzde 69’u “bakire olmayan birisiyle evlenme”yi doğru bulmadığını, yüzde 59’u başörtüsünün, devlet daireleri dahil, “her yerde serbest” bırakılmasını istediğini söylüyor. Buyurun “irticaî kakofoni”ye…
Şüphesiz bu sonuçlar; demokrasiyi ve hukuk devletini, muayyen bir hayat tarzını dayatan homojen bir toplumsal ve siyasal model zannedenler için “vahim” karşılanacaktır. Türkiye’deki “sözde demokrasi ve sözde hukuk devleti” taraftarları, kendi “pozitivist” inançlarını “aydınlanma”, “modernite”yi de radikal din karşıtlığı olarak tanımladıklarından, maalesef dinle ilgili temayüllere “vahim” demekten ve bu temayülleri sergileyenleri de “öcü” ve de “tehlike” şeklinde göstermekten kendilerini alamıyorlar. Haliyle; bu pozitivist aydınlanmacı ve radikal din karşıtı modernistlerin zihin dünyasında insanlar, onlar gibi olmadıklarından, bir türlü “ergin” de olamamakta ve “ergin” olamayınca da hep güdülmeyi hak eden “yığınlar”, “sürüler” diye değerlendirilmektedir. Böylesi tipler için pozitivizme inanmak “aydınlanma”; pozitivizme inanmamak, yani İslam’a inanmak “aydınlanamama”, “ergin olamama”, dolayısıyla karanlıkta kalmadır. Radikal din karşıtlığı sosyal ve siyasal değişim itibarıyla iyi; dine sempati ya da temayül ise kötüdür.
Elbette sormak gerekir: Doğruların ve yanlışların belirleyicisi olma hakkını size kim verdi? Üniversitedeki “normal” bir gencin mutlaka din karşıtı olması mı gerekiyor? “Normal” olmak için ille de flört etmek, çılgın-popüler müzik dinlemek, uçuk-kaçık korku ya da porno filmleri seyretmek, alkol ya da uyuşturucu kullanmak, evlilik dışı birlikte yaşamak mı lazım? Bu nevi teşviklerin ders çalışmayı, kitaplarla haşır-neşir olmayı, ülke ve dünya siyasetini tartışmayı“anormal” hale dönüştürdüğünü anlamak için dahi olmak mı icap ediyor? Üniversitelerin gençler için “eğlence merkezleri”ne dönüşmesi toplum ve ülke yararına mıdır? Daha geçenlerde medyaya yansımadı mı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin Amerika’dan davet edilen profesörü dinlemek yerine, popüler bir sarışın artisti dinlemeye gittikleri? İTÜ böyleyse diğerleri nasıldır? Dünyanın hangi demokratik hukuk devletinde gençler, pozitivizm dinine inandırılmaya çalışılıyor? Maalesef, Auguste COMTE’un “Pozitivizmin İlmihali”ne inananlar Fransa’da bile artık yaşamazken, nedendir bilinmez (?!) Türkiye’de yaşamaya ve inançlarını her türlü manipülasyonla yaymaya halâ devam ediyorlar.
Oysa ki demokrasi; pozitivistlerin dindarlara tahakkümünü değil, eşitlik temelinde örgütlenmeyi ve çoğulcu bir toplumdan yana olmayı; hukuk devleti; egemen güçlerin, tebaalarına yönelik irade bildirimlerini değil, insan hakları temelinde bireysel özgürlükleri muhafaza için inşa edilmiş sınırlı devleti benimsemeyi; aydınlanma; pozitivist ve hatta materyalist ne idüğü belirsiz bilimciliği ve bilgiçliği değil, bireylerin kendi akıllarını başkalarının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanma kararlılığını ve yürekliliğini göstermesini; modernlikse rasyonelliği ifade eder.
Şimdi tekrar soralım: Gençlerin oruç tutmaları, tutmayanları niçin rahatsız ediyor? Gençlerin Cuma namazı kılmaları, kılmayanları niçin ilgilendiriyor? Genç kızların başörtüsüörtmeleri, örtmeyenleri niye kızdırıyor? Gençlerin evlilik dışı ilişkileri tasvip etmemeleri, evlilik dışı ilişkileri tasvip edenlere niçin vahim görünüyor? Gençlerin bakire olmayan birisiyle evlenmek istememeleri evlenmek isteyenlere niçin engel teşkil ediyor? Gençlerin alkol kullanmamaları kullanmak isteyenlerin niçin iştihasını kaçırıyor? Acaba, Türkiye’nin geleceği için bunlar mı“vahim”dir, yoksa bunları“vahim” bulanların evhamları mı?
Evhamın nedeni, kazara toplumun dindarlaşacağı ve sonuçta da dindar olmayanlara ya da pozitivistlere baskı kuracağıysa endişeye mahal yok, çünkü “Dinde zorlama yoktur.” emri, dindarları bağlayıcı dinî bir emirdir ve dindarlar kimseye dinlerini zorla kabul ettiremezler. Türkiye’de zorlamaların dindarlardan değil, laikliği din karşıtlığı olarak sunan ve “halka rağmen halk savunusu yapan” statükodan (müesses nizamdan) ve ondan nemalanan oligarşik zümrelerden kaynaklandığı “kaziye-i muhkeme” hükmünde iken ve aksi iddiaların sadece ve sadece “KAKOFONİ” olduğu dünyanın en yetkili ağızları tarafından da belirtilmişken bunca manipülasyon niye??? Cevap olsa olsa özgürlük, eşitlik ve hukuk talep edenlerin haklı taleplerine “KAKOFONİ”lerle mani olmaya çalışmaktan başka bir şey değildir… Kaldı ki anayasal demokrasinin ya da hukuk devletinin varlık nedeni zaten birilerinin başka birilerine kendi hayat tarzlarını dayatmalarını engellemektir. Gerçek anayasal demokrasi ve gerçek hukuk devleti Türkiye’de de tahakkuk ettiği taktirde bu kuşkuların hepsi ortadan kalkacaktır. Ancak, hukuksuzluğun hukuk diye savunulmasının hukuk devletiyle ilgisi olmadığı gibi, oligarşinin de cumhuriyet veya demokrasiyle ve radikal pozitivizmin de aydınlanmayla herhangi bir ilgisi yoktur.
Yaptığımız bu çıkarımın doğruluğu, Türkiye’deki “Batıya rağmen Batıcı” olan çevrelerce muhtemelen kabul görmeyecektir. Belki de onlara Batılı, aydınlanmacı, modernist ve hukuk devleti savunusu yapan, Alman filozof Immanuel Kant’ın diliyle cevap vermek daha isabetli olacaktır: “Ergin olmak, özgür olmaktır. Özgür olmaksa insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanması ve kendi hayatını kendisinin belirlemesidir (self-determinasyon). Din bakımından ergin olmayış ise her şeyden daha çok tehlikeli, zararlı ve onur kırıcıdır”.
Bırakalım da insanlar, kendileri için neyin iyi neyin kötü olacağına yine kendileri karar versin. İnsanlara ergin bireyler muamelesi yerine; baskı, zorbalık ve manipülasyonlarla “ahmak” muamelesi yapmak, aydınlığın değil, olsa olsa despotluğun bir yansımasıdır. Bilinç altlarında insanlara “daha az ahmak ve daha çok ergin olmaları için” böylesi tavırlar takındıklarını söyleyen “pozitivist-aydınlanmış-despotlar”a ve “İRTİCAÎ KAKOFONİ” manipülasyonlarına kalkışan medya organlarına yönelik belki de en güzel cevap, sözü edilen araştırmadaki “Medyaya ne kadar güveniyorsunuz?” şeklindeki soruya üniversite gençliğinin yüzde 75 oranla “Hiç güvenmiyoruz.” demesidir. Anlayanlara aşk olsun…