Akademik Özgürlük Türkiye’ye Lazım Değil mi?

Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatmaya karar aldığı 17 Aralık 2004 tarihinden itibaren, oligarşik statülerini kaybedeceklerini düşünen Türkiyedeki Avrupa Birliği karşıtları, üyeliği engellemeye yönelik muazzam bir direnç göstermeye başladılar. Öyle ki söz konusu çevreler akla, hayale gelmedik sansasyon ve manipülasyonlarla süreci etkilemeye çalışmakta ve buna yönelik olmadık gayretler sarf etmektedirler. Danıştay baskınının arka planında da kuvvetle muhtemel ki böylesi bir gayretkeşlik yatmaktadır. Daha da kötüsü tüm bunları yaparlarken, yaptıklarışeyin adını Atatürkçülük ya da Kemalizm koymalarıdır. Ne yazık ki bütün bunlara, Avrupa Birliği’nden yana olduğunu söyleyen bazı medya organları da “reyting” adına olsa gerek, isteyerek ya da istemeyerek alet olmaktadır. 13-17 Kasım 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilen 17. Milli Eğitim Şûrası’na yönelik takınılan tavırda olduğu gibi, Prof. Dr. Atilla YAYLA’nın yapmış olduğu bir konuşmadan ötürü  ona yönelik takınılan tavırda da bunu gözlemlemek mümkün.

Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin modernleşme, demokratikleşme, “muasır medeniyet” projesi değil midir? Adı kullanılarak karşı konulmaya çalışılan Avrupa Birliği, Mustafa Kemal Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesine ulaşma hedefinden başka bir şey midir? Herkesin kendine göre tanımlamaya kalkıştığı Atatürkçülük ya da Kemalizm, Mustafa Kemal Atatürk’e rağmen, onun belirttiği “muasır medeniyet seviyesine ulaşma hedefine karşıçıkmak mıdır? Öte yandan; yine Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmak, “akademik özgürlük” değildir de nedir? Prof. Dr. Atilla YAYLA’nın konuşmasında akademik özgürlüğün istismarına dair herhangi bir karine mi mevcut? Acaba akademik özgürlük; Amerikan Üniversite Profesörleri Derneği’nin, akademik özgürlüğün üç temel ilkesi; a) araştırma yapmak ve bunların sonuçlarını yayınlamak, b) sınıfta neyi, nasıl anlatacağına karar vermek, c) araştırma ve düşüncelerinden dolayı kurumsal sansüre ve baskıya maruz kalmamak, dediği ilkeleri ya da UNESCO’nun “akademik topluluğun başkalarının siyasî, felsefî veya epistemolojik inanç ve düşüncelerine bağımlı olmaksızın, kendi fikirlerine göre bilimsel araştırmalarını yapabilmelerişeklinde tanımladığı serbestliği değil de liyakat ve ehliyetinden ziyade, ideolojik bağlılığından ötürü “yönetici” atanan ve atanmışlığını da liyakat ve ehliyet zanneden insanların keyfî uygulamalarına itaati mi ifade etmektedir?

 Şüphesiz, akademik özgürlükle iş güvencesi arasında sıkı bir bağ vardır. Prof. Dr. Atilla YAYLA’ya yapılan muamele herhalde ki Türkiye’de bu bağın pamuk ipliği ile kurulu olduğunu ispatlamıştır. Bu bağın oldukça zayıf düşürüldüğü Türkiye gibi ülkelerde, akademik özgürlüklerin realize edilememesi bir tarafa, üniversiteler, entelektüel kurumlar olmaktan da çıkarılmakta, üniversal bilgi üretim ve öğretim merkezlerinden öte muayyen bir ideolojinin ajitasyon kulübüne de dönüştürülmektedir. Türkiye Üniversitelerinde çoğunluğu teşkil eden “kitapsız-makalesiz profesörler”in, “akademisyen”lerin varlığı başka neyle izah edilebilir? 28 Şubat 2007 “post-modern darbe”sinin yaşandığı dönemde seslendirilen “cumhuriyetin üniversitesi cumhuriyete sahip çıkar” sözü, üniversitelerin nasıl olup da ajitasyon merkezlerine dönüştürüldüğünün tipik bir örneğidir. Bu sözü seslendirenlerin muradı, kuşku yok ki halk, yani cumhur değil halka karşı psikolojik harp düzenleyen zümreydi. Acaba, İngilterede 1988de yürürlüğe giren Eğitim Reformu Kanunu’ndaki “akademisyenler, işlerini kaybetme tehlikesine maruz kalmaksızın, toplumca (çoğunlukça) benimsenen bilgileri sorgulama ve aksi görüşlere sahip olma hakkına sahiptir” cümlesi, Türkiye’de de kanun olarak yürürlüğe konulsa da “kitapsız-makalesiz profesörler”in, “akademisyenler”in yerini “kitaplı-makaleli profesörler”, “akademisyenler” alsa ülke zarar mı görür? “Kitapsız-makalesiz profesörler”in kürsü işgal ettiği, edebildiği herhangi bir demokratik ülke var mı?

Hem madem, akademik özgürlüğe karşıçıkılacak; uluslararası sözleşmeler ihlal edilecek bu sözleşmelerin altına niçin imza konuluyor? Bakınız; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de benimsemiş olduğu, yüksek öğretim kurumlarının özerkliği ve akademik özgürlüğüüzerine Lima Bildirgesi bu meselelerle ilgili neler diyor: 

1- Akademik özgürlük, akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri anlamına gelir.

2- Üniversite ve akademik kuruluşlar; insanların ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarının yaşama geçirilmesini takip etmekle yükümlüdürler. 

3- Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir. 

4- Devletler akademik çevrenin tüm üyeleri için insan hakları konusunda Birleşmiş Milletler anlaşmalarında tanınan temel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları sağlamak ve bunlara saygı göstermekle yükümlüdür. Akademik çevrenin her üyesi, başta düşünce vicdan, din, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere kişinin özgürlüğü ve dokunulmazlığı ile seyahat özgürlüğünden yararlanır. 

5- Tüm devletler ve yüksek öğrenim kurumlarıöğretim üyeleri ve araştırmacılar için istikrarlı ve güvenceli bir istihdam sistemini temin ederler. Akademik çevrenin hiç bir üyesi, akademik çevrenin demokratik yollarla seçilmiş bir organıönünde adil bir savunma yapılmadan görevinden alınamaz. 

6- Akademik çevrenin araştırma işlevi ile ilgili tüm üyeleri, bilimsel araştırmanın evrensel ilke ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın araştırma çalışmalarını sürdürme hakkına sahiptir. Bu kişiler aynı zamanda araştırmalarının sonuçlarını başkalarına özgürce iletme ve sansürsüz yayımlama hakkına da sahiptir. 

7- Tüm yüksek öğretim kurumları ilgilerini toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yöneltirler. Bu amaçla, bu kurumların müfredatları ve faaliyetleri bir bütün olarak toplumun ihtiyaçlarına yanıt verir. Yüksek öğretim kurumları, kendi toplumlarında politik baskıları ve insan hakları ihlallerini kınamalıdırlar. 

8- Tüm yüksek öğretim kurumları diğer benzeri kurumlar ve kendi akademik çevreleri içindeki bireylerle, baskıya maruz kaldıkları zaman dayanışma içinde olmalıdırlar… 

Bu ilkeler çerçevesinde düşünelim: Prof. Dr. Atilla YAYLA ne yapsaydı? Her şeyin halka dikte edildiği tek parti diktatörlüğü; “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti”nin zirvesi mi deseydi? Seçme-seçilme hakkının göstermelik bir “oyun” şeklinde icra edilmesini, açık oy gizli tasnif” yöntemini; demokratik seçimin ideal örneği diye mi sunsaydı? Muhalefetin yasak olduğu bir siyasal anlayışı; çoğulcu, katılımcı, çağdaş-liberal demokrasi uygulamasışeklinde mi anlatsaydı? Bırakın “ezan”ın yasak edilişini, Türk müziğinin dahi yıllarca dinletilmemesini; halkçılık, toplumculuk numunesi biçiminde mi yorumlasaydı? “Bu memlekete bir şey getirilecekse (sosyalizm gibi) biz getiririz, siz de kim oluyorsunuz diyerek devlet terörü estiren yöneticilerin egemenliğini; Altın Çağ olarak mı lanse etseydi??? Bu ülkede; doğru olmayan şeyleri doğruymuş gibi satan, pazarlamacı, kendi çıkarlarını halkın yararıymış gibi gösteren, böylelikle de statüsünü koruyan “sözde bilim kilisesi”nin yüzlerce, binlerce “zangoç”u zaten var… Bırakın, Galileo Galilei’ler de toplumun ve ülkenin gerçek anlamdaki gelişimi için dünya dönüyor desin

*Yorum, 27. 11. 2006.

Bu yazı Eğitim, Güncel Yazılar, WEB kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.