Modern-ulus devletlerin günümüzde en fazla eleştiriye tabi tutulan yönü, hiçşüphesiz ulusal, kitlesel ve resmi eğitim veren kurumlarının; yurttaşların etnik kökene, dile ya da dine dayanan kendilerine özgü kültürel kimliklerini “eşit tanıma”maları ve farklılıklara aynı ölçüde saygı göstermemeleridir. Modern-ulus devletlerin demokratik bir rejim olma iddiaları dikkate alınırsa ve demokrasinin de ilke olarak her bireyin “eşit temsil” edilmesine bağlılığı göz önünde tutulursa bu durumun ahlaksal bir sorunu teşkil ettiği inkâr edilemez. Öte yandan; tekleştirilmiş bir ulusal kültüre inananların veya kültürlerinin izini etnik kimliklerinde arayanların ya da dinlerini kültürleri olarak görenlerin bu sorunun çözümüne yönelik ileri sürdükleri düşünceler de günümüzde artık yeterli bulunmamaktadır. Ne yazık ki modern demokrasilerin meşruiyet zeminini oluşturan “evrensel insan hakları öğretisi” de bu sorunu görmezden gelmektedir. Şöyle ki: Herkesin yurttaşlığa hakkı olması, her yurttaşın eşit haklardan faydalandığı anlamına gelmez. Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı olması, her bireyin bunlarıözgürce yaşayabildiğini göstermez. İfade özgürlüğünün varlığı, uygun dil politikasının ne olacağına ilişkin bir şey söylemez. Seçme ve seçilme hakkı, politik sınırların nasıl çizilmesi gerektiğini anlatmaz. Herkesin yönetime katılma hakkının olması, bunun realize edilebilir olduğuna delil teşkil etmez. Herkesin eğitim hakkına sahip olması, her dille eğitim yapılabildiğini ifade etmez. Açıkçası bu sorunlar, devlet içerisindeki çoğunlukçu yahut da egemen karar alma süreçlerine terk edilmiştir. Netice ise kültürel azınlıkların ve farklılıkların, egemen-çoğunluğun insafına bırakılması nedeniyle etnik-kültürel-dinsel çatışmaların şiddetlenmesinden başka bir şey olmamaktadır. Besbelli ki bu soruna hakkaniyetli çözüm üretilmesi; ulus-devlet paradigmasının aşılmasını, “evrensel insan hakları öğretisi”ne çok-kültürlülüğü dikkate alan eşitlikçi prensipler eklenmesini ve küreselleşmeye hakiki saygıyı zorunlu kılmaktadır.
Küreselleşme; beşeri ilişkilerde dünya ölçeğindeki karşılıklı bağımlılıkları ve mübadeleleri meydana getiren, çoğaltan, yaygınlaştıran ve yoğunlaştıran süreçlerin çok boyutlu bileşkesini ifade eder. Avrupa Birliği biçimindeki uluslararası örgütlenmelerin temel hedefi, işte bu ilişkiler hususunda, belirleyici aktör olabilmektir. Avrupa Birliği düşüncesi, teorik alt yapısı hayli eski dönemlere dayansa da somut bir biçimde esas itibarıyla Birinci Dünya Savaşından sonra Avrupa ülkelerinin gündemine girmiş ve özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında yaygınlık kazanmış olan bir barış projesidir. Barış projesiyle hedeflenen “Birlik” bir kurum olarak geçmişteki uluslar arasıörgütlenmelerle mukayese edildiğinde tamamen benzersizdir. Çünkü hedeflenen “Birlik” mevcut devletlerin yerini alması planlanan bir devlet değildir. Aksine, üye devletler arasında işbirliği için kurulmak istenen bir organizasyon, barış ve refah için birlikte çalışmaya karar vermiş, demokratik Avrupa devletlerinden oluşan bir örgütlenmedir. Birliğe üye ülkeler, bu örgütlenme sayesinde, ortak yararları içeren çeşitli konularda, birbirleriyle bağlantılı problemleri çözme noktasında müşterek hareketi vaat etmektedir.
Avrupa Birliği düşüncesi şüphesiz muayyen değerler üzerine inşa edilmiştir, ancak bu değerler insanî ve rasyonel olmaları hasebiyle sadece Avrupa Kıtasına ya da herhangi bir Avrupa ülkesine münhasır değil, küresel değerlerdir. Bir başka ifadeyle Avrupa Birliği; demokrasi ve insan hakları gibi küresel değerlere, sınırlar konulmayan bir iç pazara ve kendi kendine belirlemiş olduğu kurallara dayalı bir entegrasyon projesidir. 1993 yılındaki Kopenhag Zirvesinde, Avrupa Konseyi söz konusu temel değerleri Kopenhag Kriterleri adı altında şu şekilde tespit etmiştir:
Siyasi Kriterler:
1- Kurumsal istikrar.
2- Demokrasi.
3- Hukukun üstünlüğü.
4- İnsan hakları.
5- Azınlıklara saygı.
Ekonomik Kriterler:
1- Ekonominin devlet tarafından kontrol edilmediği, fiyatların serbest pazar kuralları ile belirlendiği, mülkiyet haklarının kanunla korunduğu ve sözleşmelerin uygulanabildiği işleyen bir serbest pazar ekonomisi.
2- Avrupa Birliği içerisindeki rekabet baskısına ve serbest pazar kurallarına dayanabilme kapasitesi – yani ekonominin Avrupa Birliği’ne katıldıktan sonra adapte olması ve gelişmesi – açısından yeterli derecede güçlü olması.
AB Kanunlarının ( Topluluk Müktesebatı) Benimsenmesi:
1- Birliğe üye olmak isteyen ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirmesi.
2- Politik, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına bağlılık.
AB’nin Özümseme Kapasitesi:
1- Avrupa Birliği’nin, Avrupa Entegrasyonu canlılığını koruyarak yeni üyeleri özümseme kapasitesi.
2- Avrupa Birliği’nin ve aday ülkelerin global menfaatleri, örneğin AB politikalarına, kurumlarına etkisi, aday ülkenin büyüklüğü, nüfusu, ekonomisi, vs.
3- Aday ülke 1995 yılında Avrupa Konseyi tarafından belirlenen Madrid Kriterleri’ni yerine getirdiğini göstermelidir. Madrid Kriterleri aday ülkenin yeterli idari kapasite göstermesini gerektirir.
AB Kanunlarının Uygun İdari ve Yargı Yapıları Aracılığıyla Etkin Bir Şekilde Uygulanması:
1- Yeterli ihtisas.
2- Yeterli kaynaklar.
3- İstikrar.
Özetlemek gerekirse; Avrupa Birliği’nin 21. yüzyılda gerçekleştirmeyi amaçladığı hedef, tek bir Avrupa Pazarı yaratarak Avrupa Birleşik Devletleri’ni oluşturmaktır. Bu pazarda vatandaşların, malların, hizmetlerin ve sermayenin sınır tanımadan serbest dolaşımı öngörülmektedir. Ancak, Avrupa Birliği’ni oluşturan devletler, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gibi homojen bir yapıya sahip olmadıklarından; bu ülkelerin kültürleri, dilleri, dinleri ve vatandaşlarının düşünce tarzları birbirinden hayli farklılık arz etmektedir. İşte bu farklılıklar; eğitim-öğretim alanında oluşturulan müşterek standartlarla müşterek değerler çerçevesinde uzlaştırılmaya çalışılmaktadır. Söz konusu müşterek değerler; “insan hakları”, “demokrasi” ve “hukuk devleti” gibi küresel değerlerdir. AB’ye aday ülke durumuna gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim-öğretimle ilgili olarak geleceğe yönelik planlarında, AB ilkelerini göz önüne alması ve ulusal eğitim-öğretim sistemini bu ilkeler çerçevesinde yeniden tanzim etmesi bir zorunluluktur. Yükseköğretimde konuya yönelik yapılması gerekenleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
A} Sisteme Yönelik Öneriler:
1) 2547 Sayılı Kanununda Belirtilen Yüksek Öğretimin Amaçları, AB yüksek öğretim hedeflerine uygun hale getirilmelidir.
Söz konusu kanunda Yüksek Öğretimin amaçları şöyle sıralanmıştır:
A) Öğrencilerini;
· ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı,
· Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan,
· Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu,
· Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren,
· Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı,
· Beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklışekilde gelişmiş,
· İlgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip, vatandaşlar olarak yetiştirmek,
B) Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak,
C) Yükseköğretim kurumları olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmaktır.
Bahse konu amaçlar Tekparti diktatörlüğü ideolojisini esas alan maddeler olup, hem Avrupa Birliği’nin Siyasi Kriterlerine hem Avrupa Konseyi Demokratik Yurttaşlık için Eğitim ve İnsan Hakları Eğitimi Bildirgesi’ne hem de Lizbon Zirvesi’nde tespit edilen “eğitim hakkının bir insan hakkı olduğu ve bilginin elde edilmesi ve ilerlemesinde bir araç niteliği taşıyan yükseköğretimin, hem bireyler hem de toplum için az bulunur zenginlikte kültürel ve bilimsel bir değer oluşturmasını; halklar ve ülkeler arasındaki barış, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün teşviki ve karşılıklı güvenin oluşturulmasında hayati rol oynamasını; Avrupa bölgesi eğitim sistemlerindeki büyük çeşitliliğin bütünüyle saygı duyulması gereken kültürel, sosyal, siyasal, felsefî, dinî ve ekonomik farklılıklarını yansıtmasını; öğrencilerin eğitim kaynaklarına erişimini, özellikle de kurumsal özerklik ilkesine ve bu ilkenin ayakta tutulmasına istinaden tüm yükseköğretim kurumlarında eğitimlerini sürdürmelerini kolaylaştırarak bütün bölge halkının bu zenginlikten yararlanabilmelerine imkan tanımak”şeklindeki hedeflerine aykırıdır. Avrupa Konseyi’nin Stockholm Zirvesi’nde Lizbon Stratejisi’ni teyiden belirlemiş olduğu “AB’ deki eğitim ve öğretim sistemlerinin kalitesi ve etkililiğini artırmak”, “Herkesin eğitim ve öğretim sistemlerine erişimini kolaylaştırmak”, “Eğitim ve öğretimi daha geniş bir dünyaya açmak” tarzındaki üç temel hedef, Türkiye yüksek öğretiminin de temel hedefi olmalıdır. Topluluk Müktesebatına Uyum Kriterlerinde belirtildiği üzere; AB kanunları tüm üye ülkelerdeki ulusal kanunların önündedir ve müktesebat, müzakere edilemez. AB eğitim zirvelerinde tespit edilen hedeflerle çelişmekte olan Yüksek Öğretim Kanunu, AB zirve kriterlerine uyarlanmak mecburiyetindedir.
2- Yükseköğretimin Ana İlkeleri AB ilkelerine uygun hale getirilmelidir.
2547 Sayılı Kanunda, Yükseköğretimin Ana İlkelerişöyle sıralanmıştır:
· Öğrencilere, ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.
· Milli Kültürümüz, örf ve adetlerimize bağlı,kendimize has şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır.
· Yükseköğretim kurumlarının özellikleri, eğitim – öğretim dalları ile amaçları gözetilerek eğitim – öğretimde birlik ilkesi sağlanır.
· Eğitim – öğretim plan ve programları, bilimsel ve teknolojik esaslara, ülke ve yöre ihtiyaçlarına göre kısa ve uzun vadeli olarak hazırlanıp sürekli olarak geliştirilir.
· Yükseköğretimde imkan ve fırsat eşitliğini sağlayacak önlemler alınır.
· Üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunlar içindeki fakülte, enstitü ve yüksekokullar, kalkınma plan ve programlarının ilke ve hedefleri doğrultusunda ve yükseköğretim planlamasıçerçevesinde Yükseköğretim Kurulunun görüşü veya önerisi üzerine kanunla kurulur.
· Meslek elemanı yetiştiren bakanlıklara bağlı yüksekokullar, Yükseköğretim Kurulunun tespit edeceği esaslara göre Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur.
· Yükseköğretim kurumlarının geliştirilmesi, verimlerinin artırılması, genişletilmesi ve bütün yurda yaygınlaştırılması amacına yönelik olarak yenilerinin açılması, öğretim elemanlarının yurt içinde ve dışında yetiştirilmeleri ve görevlendirilmeleri, üretim – insan gücü – eğitim unsurları arasında dengenin sağlanması, yükseköğretime ayrılan kaynakların ve ihtisas gücünün dağılımı, milli eğitim politikası ve kalkınma planları ilke ve hedefleri doğrultusunda ülke, çevre ve uygulama alanı ihtiyaçlarının karşılanması, örgün, yaygın, sürekli ve açık eğitim – öğretimi de kapsayacak şekilde planlanır ve gerçekleştirilir.
· Yükseköğretim kurumlarında, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Türk dili, yabancı dil zorunlu derslerdendir. Ayrıca, zorunlu olmamak koşuluyla beden eğitimi veya güzel sanat dallarındaki derslerden birisi okutulur. Bütün bu dersler en az iki yarı yıl olarak programlanır ve uygulanır.
Tekparti diktatörlüğü ideolojisini esas alan bahse konu maddeler; hem “çok kültürlü bir toplumda yaşam için gerekli olan farklılıklara saygı, insan hakları, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerini demokratik yurttaşlık eğitimi yoluyla geliştirmeyi amaçlayan”Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 16 Ekim 2002 tarihinde kabul edilen (2002) 12 sayılı Demokratik Yurttaşlık Eğitimi Tavsiye Kararları ile hem Avrupa Konseyi’nin Stockholm Zirvesi’nde tespit ettiği üç temel hedeften türetilen “1-Öğretmen ve eğitmenlerin eğitim ve öğretimlerini çağın koşullarına uygun hale getirmek, 2-Bilgi toplumu için temel becerileri geliştirmek, 3-Bilgi teknolojilerine herkesin ulaşabilirliğini garanti altına almak, 4-Bilimsel ve teknik alanda iyileştirme ve bu alanlara ilgiyi artırmak, 5-Finans ve insan kaynaklarının en iyi şekilde kullanımını sağlamak, 6-Öğrenme ortamlarını herkese açmak, 7-Öğrenmeyi daha cazip hale getirmek, 8-Aktif vatandaşlığı, eşit imkânları ve sosyal uyumu desteklemek, 9-Çalışma hayatı ve bilimsel araştırmalar ile toplumun geniş bir kesimini içine alacak şekilde bağlantılar kurmak ve olan bağlantıları kuvvetlendirmek, 10-Girişimcilik ruhunu geliştirmek, 11-Yabancı dil öğrenimini ilerletmek, 12-Ülkeler arası hareketliliği ve değişimleri artırmak, 13-Avrupa işbirliğini güçlendirmek” biçimindeki ikinci dereceden hedefleriyle hem de “AB’nin Ortak İlke ve Anlayışları: Dil öğretimi, Eğitim-Öğretim Sistemlerine Herkesin Erişiminin ve Yararlanmasının Sağlanması”prensipleriyle örtüşmemektedir. Dolayısıyla; Yükseköğretimin Ana İlkeleri AB Kriterlerine uyarlanmalı ve fırsat eşitliğinin de gereği olarak hem ana dilde eğitime hem de yerel anadillerin öğretiminin okul sistemine sokulmasına izin verilmelidir.
3- Yükseköğretim Sisteminin Genel Yapısı, AB ilkelerine uygun hale getirilmelidir.
Yükseköğretim sisteminin genel yapısı için öngörülen amaç ve ilkeler; AB Kriterlerine uyarlanmalıdır. Bu çerçevede; AB ülkelerinde olduğu gibi; Türkiye’de de mesleki ya da akademik, her alanda özel yükseköğretim kurumunun açılmasına kolaylık tanınmalı ve yükseköğretimde özel sektörün oluşması sağlanmalıdır. Bu yapıldığı taktirde yüksek öğrenime yönelik yoğun talep baskısı ve yığılma da önlenmiş olacaktır. Yine; Üniversitelerin akademik özerkliği korunmalı ancak ilk, orta ve yükseköğretimde temel politik bütünlüğün ve idarî birliğin sağlanabilmesi için Bolonya Deklarasyonu’nun da gereği, YÖK, hükümetten bağımsız olmaktan çıkarılmalı ve Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmalıdır. Zira, AB’ye üye hiçbir ülkede, hükümetlerden bağımsız YÖK benzeri bir kurum bulunmamaktadır.
B} Eğitimde Niteliğin Yükseltilmesine Yönelik Öneriler:
Yüksek öğretim; bireylerin sosyal değerlerini, istihdam edilebilirlik ve kişisel becerilerini geliştirmesine imkân verecek şekilde esnek olmalıdır. Lizbon Stratejisinde belirlenen; “Öğretmen ve Eğitmenlerin Yetiştirilmelerini Çağın Koşullarına Uygun Hale Getirme, Bilgi Toplumu İçin Temel Becerileri Geliştirme, Bilişim Teknolojilerine Herkesin Ulaşabilirliğini Sağlama, Matematik Fen Bilimleri ve Teknoloji Alanlarını Geliştirme ve Bu Alanlara İlgiyi Arttırma, Finans ve İnsan Kaynaklarının En İyi Şekilde Kullanımını Sağlama” hususları eğitim-öğretim niteliğinin ve etkinliğinin arttırılması noktasında temel ilke olmalıdır. Bu çerçevede;
· AB sürecinde benimsenen Magna Charta (1989), Sorbon (1998), Bologna (1999) deklarasyonları, Lizbon Stratejisi (2000), Stockholm Toplantısı (2001), Bratislava Konferansı (2002) ve Berlin Zirvesi (2003) ilkeleri aynen benimsenmelidir.
· Mezuniyet öncesi yeterlilik sınavı konulmalıdır.
· Üniversite-sanayi, üniversite-ekonomik sektör ya da üniversite sivil toplum işbirliği sağlanmalı, teknik alanlarla ilgili fakülteler (mühendislik, fen, vb.) “söz” üretir olmaktan çıkarılmalıdır.
C} Eğitimde Hareketliliğe Yönelik Öneriler:
Eğitim-öğretim hususunda öğrencilerin uluslararası standartlarda referans sahibi olmaları, şüphesiz uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine ve uluslararası hareketliliğe bağlıdır. Bu çerçevede nitelikli deneyimlerin paylaşımı, farklı kültürlere ilişkin farkındalık seviyelerinin artırımı ve tanıtımı ile uluslararası sinerji yaratımı açısından AB programlarına (Socrates, Erasmus, Comenius, Grundtvig, Lingua, Minerva, Leonardo de Vinci) etkin ve yoğun katılım sağlanmalıdır.
D} Hayat Boyu Öğretime Yönelik Öneriler:
Avrupa Komisyonu “hayat boyu öğrenme”yi kişisel, yurttaşlıkla ilgili, sosyal veya istihdamla bağlantılı bilgi, beceri ve yeterliliği geliştirmek üzere hayat boyunca üstlenilen tüm öğrenme faaliyetleri biçiminde tanımlamıştır. Bireylerin, bilgi ve enformasyon toplumunun ortaya çıkardığı problemleri çözümleyebilmeleri için hayat boyu öğrenime ihtiyaç duydukları inkâr edilemez bir gerçektir. Bu ihtiyacı karşılamada asıl fonksiyonu yüksek öğretim kurumlarıüstlenmelidir. Hayat boyu öğrenme bireyler, aileler, sivil toplum ve üniversiteler gibi pek çok ögeyi içeren ve devletin büyük sorumluluğu bulunan geniş bir eğitim yelpazesine seslenir. Bu maksatla yükseköğretimde kalite standartları oluşturulmalı ve deneyim paylaşımı teşvik edilmelidir. Bilim ve teknolojideki hızlı değişimler örgün öğretim dışında kalan kişiler için yükseköğretim kurumlarınca kurslar ya da hizmet içi eğitim faaliyetleri çerçevesinde yaygın öğretime açık hale getirilmelidir.
Netice olarak vurgulamak gerekirse; küresel değerlerle ulusal ve bireysel değerleri mezc etmek, şüphesiz bir barış kültürünün inşasına bağlıdır. Elbette bu da eğitim-öğretim sayesinde mümkün olacaktır. Madem ki hem tekleştirilmiş bir ulusal kültüre inananların, hem kültürlerinin izini etnik kimliklerinde arayanların, hem de dinlerini kültürleri olarak görenlerin anlayışlarıçokkültürlü bir yapıda yeterli bulunmamaktadır, o halde öncelikle yapılması gereken çoğulculuğu bir veri olarak kabul etmektir. Çoğulculuğun kabulü; eğitimi, bir prototipe, bir modele göre yetişkinler üretmek biçiminden çıkarıp, insanlardaki özgünlüğü engelleyen şeyleri ortadan kaldırmayı ve fertlere kendi tekil kimliklerine göre var olma şansını tanıyacaktır. Tabiatıyla burada öncelikle ilgilenilen şey, ulus-devletin tekil ideolojik kimliği ve ekonomik verimlilik değil, bireysel özerkliğin arttırılmasıdır. Özgül kimliklere sahip fertlerin öğrenmek istediklerini öğrenmekte özgür bırakılmaları için; yükseköğretimde de ulusal, kitlesel ve resmi eğitim anlayışından vazgeçilmelidir. Örgütlü düzen açısından devletin resmi dili olsa bile spontane düzene ait eğitim-öğretimle ilgili resmi dil dayatmaları yükseköğretimde terk edilmeli ve süreç tüm farklılıkları dikkate alacak şekilde kurumsallaştırılmalıdır. Açıktır ki ülke içerisinde barış ortamının tesis edilememesi söz konusu küresel barış kültürünün inşası yolunda önemli bir engeli teşkil etmektedir. Bu engelin aşılmasında asıl rol, yükseköğretim tarafından oynanmalıdır. Bahse konu önerilerin dikkate alınması, AB’ye üyelik sürecine girmiş olan Türkiye’de umulur ki hem ülke bazında hem de küresel bazda barışa katkı sağlayacaktır…