NOT:
KARABAŞOĞLU Metin adlı tanımadığım bir kalemşör, Zaman Gazetesinin 1 Mart 2010 tarihli Kitap ekinde, şahsıma ait Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi başlıklı monografiyi kendince tenkit etmişti… Elbette ki kimse tenkitten müstağni değildir… Ancak, tenkit yazısını yayınlayıp, gönderilen cevabı yayınlamamak ahlaklı bir tavır olamaz… Ne yazık ki ilgili Zaman Gazetesi editörü gönderdiğim cevabı yayınlamamıştır… Şair ne kadar da haklı; “Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat… Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde…”
ELEŞTİRİYE CEVAP
Cevaptan önce yapacağım girizgâh, ümit ediyorum ki konuyu daha da anlaşılır kılacaktır… Rahmetli, Cemil MERİÇ’in münekkitlerle ilgili değerlendirmeleri mealen şöyle: Kendisine intisabından ötürü herhangi bir gazetede ya da dergide kalem oynatma imkânı bahşedilen, yazarlığa soyunmuş ve ün kazanmak isteyen tipler, okuyucuya rüşvet vermek zorundadır. Bu rüşvet, tenkittir. Tenkidin amacı, insanları ve olayları etkilemek, kamuoyu oluşturmaktır. Münekkit; hem yazarın, hem okuyucuların akıl hocası olduğunu zanneder. İddiası onlara kılavuzluk etmektir. Münekkit: “Birkaç zerre altın bulmak için elindeki sopa ile derelerimizin kumlarını altüst eden yoksul”. Münekkit: “Askerlikte lağımcı neyse, edebiyatta eleştirici o”. Münekkit: “Hiçbir önyargısı, hiçbir art niyeti olmayan, geniş bilgili, selim zevkli bir sanat adamı”. Nerede bu zümrüd-ü anka??? Hoşumuza gitse de gitmese de katlanıyoruz bu rüşvete… Ancak; dürüst münekkidin iki vasfı olmalı: 1) Psikolojik yetenek, yani kendi içinden çıkma, yabancı bir düşünceyi kavrama gücü. 2) Tenkide kalkıştığı düşüncelerin bütün kıvrımlarını, bütün dönemeçlerini izleme kabiliyeti; eserin kaynaklarına vukufiyet, değerini kestirebilecek bir anlayışa sahip olma…
Cevaplara gelince: 1) Risale-i Nur’a vakıf olanlar pekâlâ bilirler ki risalelerin şöyle ya da böyle izahıyla ilgili Bediüzzaman’ın bizzat kendisi bir ölçü koymuştur. Ölçü; Sözler mecmuası, Konferans bahsinde mealen şu şekilde izah ediliyor: “Risale-i Nurlar’ın izah edilmesini isteyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat bu hususta arz edeyim ki Üstadımız Bediüzzaman, bir Nur Talebesi’ne Risale-i Nur’dan bazen okuyuvermek lütfunu bahşederken izah ettirmiyordu, okunan risalenin izahı gerekiyorsa, başka bir risalede varsa getirtip onu okutuyordu. Diyordu ki Risale-i Nur, imanî meseleleri lüzumu derecede izah etmiş. Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Risale-i Nur’daki gayet ince nükteleri derk eden basiretli âlimler de diyorlar ki bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir, fakat o kişi Risale-i Nur’u tafsilata girişip kendi malumatıyla açıklamaya kalkışırsa, bu izahatı Risale-i Nur’un beyan ettiği hakikatlerin anlaşılmasında ve tesiratında Risale-i Nur’un mahiyetinin derkine perde olabilir. Lüzum ediyorsa lügatların manaları verilsin.”
Risale-i Nur’la ilgili bir çalışmada, istenilen bu ölçüye saygı gösterilmiş olması KARABAŞOĞLU Metin’in zannettiği gibi “kuş olma, koyun olmama” hali midir??? Oysaki Bediüzzaman “Hakiki mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz; hasbi verir ilmini. Koyun verir kuzusuna hazm olmuş musaffa sütünü. Kuş veriyor ferhine luab-alud kayyını” derken; hazm olmayan ilmin telkin edilmemesinden bahsediyor… “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” KARABAŞOĞLU Metin’in bu ölçüyü bilmemesi nasıl izah edilebilir???
2) “Teodise” problemi, KARABAŞOĞLU Metin’in zannettiği gibi “felsefenin en önemli konularından biri” değil, teolojinin bir konusudur. Akıl hocalığına kalkışan birisi, felsefeyle teolojinin farkını nasıl bilmez??? Kaldı ki Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi “içindekiler” kısmından da anlaşılacağıüzere, tamamen “felsefenin temel problemleri” çerçevesinde hazırlanmıştır. “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” KARABAŞOĞLU Metin, bunu nasıl derk edemez???
3) Bediüzzaman’ın İslamîçerçevedeki rasyonaliteyi benimsediği kitapta apaçık vurgulanmışken; KARABAŞOĞLU Metin’in hepsi hepsi kısa birer paragraftan ibaret olan Lemaat risalesindeki “Nur-u Akıl Kalbden Gelir”, “Dimağda Meratib-i İlim” bahislerini eksik görmesi “Bilginin Kaynağı” mevzusunun eksik izah edildiğine mi delalet eder??? Kaldı ki kitabın yazarı, KARABAŞOĞLU Metin gibi “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” değil… O kadarcık da eksiği olsun…
4) Lemaat Risalesi; bilenlerin malumudur, Bediüzzaman’ın Eski Said dönemine ait bir eserdir. Yine bilenlerin malumudur ki Bediüzzaman; Eski Said’in Yeni Said’e dönüşümünden bahsederken, felsefeyi eskisi gibi değerlendirmediğini anlatıyor. Şöyle diyor: “Risale-i Nur’un, İslamiyet’i izahı ve müdafaası geçmişteki ulemanın tarzında olmadığı gibi, Batı medeniyetine karşıİslam medeniyetini müdafaa eden Eski Said’in ve muasır bazı mütefekkirlerin tarzında da değildir. Çünkü; Eski Said ve onun gibi düşünen mütefekkirler, felsefe-i beşeriyenin ya da hikmet-i Avrupaiye’nin düsturlarını fünun-u müspete suretinde kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübareze etmeye çalıştıklarından bir dereceye kadar onların doğruluğunu benimsemiş oluyorlardı. Bu nedenden ötürüdür ki Kur’ân’ın hakikî kıymetini gösteremiyorlardı. Âdeta, kökleri çok derin zannettikleri felsefî hikmetin dallarıyla Kur’ân’î hikmeti aşılayarak, güya takviye ediyorlardı. Böyle bir usulle rakibe galebe çok az olduğundan ve İslâmiyet’in kıymeti bir derece tenzil edildiğinden, Yeni Said; Eski Said’in ve diğerlerinin usulünü terk etmiştir.”
“Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” KARABAŞOĞLU Metin bilmez mi ki Yeni Said, Bediüzzaman 30. Söz’de “seyahat-i hayaliye”sinde Eflatun, Aristo, Farabî, İbni Sina gibi meşahirlerin “tahte’l-arz” yolda yürürlerken boğulduklarından; ziyaya, nesime, ab-ı hayata ulaşamadıklarından bahsediyor… Kaldı ki yine Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi’nde Bediüzzaman’ın felsefeyi bütün bütün reddetmediği apaçık anlatılırken; anlatılmamış demek, “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” KARABAŞOĞLU Metin’e yakışıyor mu???
5) Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi kitabının yazarı; “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” olmadığından; KARABAŞOĞLU Metin gibilerinin beklentilerini elbette karşılayamaz… Okuyucunun da taktir edeceği üzere; yazarın en önemli eksikliği şurada: Kitabı kaleme alırken, çok değerli münekkit KARABAŞOĞLU Metin gibi “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” ulemanın Risale-i Nur üzerine yaptıkları onlarca (yüzlerce) akademik çalışmaya ulaşamamış… Sanıyorum söz konusu ulema yaptıkları çalışmaları bizler istifade edemeyelim diye kıskanıp, piyasaya sunmuyorlar… E, peki adama demezler mi bu nasıl mürşitlik???
KARABAŞOĞLU Metin gibi, “ulemadan bir zat”a benzer tenkitlerinden ötürü daha önce demiştim: Senin gibiler hem Felsefeye hem de Risale-i Nur’a vakıf olsaydı; 50 yıldır yayınlanan Risale-i Nur Külliyatından SÖZLER mecmuasındaki KONFERANS metninde geçen “Müfessirin Kur’an ve iman hakikatlerini cerh edilmez delil ve hüccetlerle ispat ederek tedris etmesi, yani pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esas ittihaz etmiş olması”şeklindeki ifade düzeltilmez miydi??? Bediüzzaman, pozitivist mi??? Bediüzzaman, pozitivizmi bir esas mı ittihaz etmiştir??? Kendisini senin gibi “Nur Talebesi” zanneden bir sürü “Ham bilgi aktarıcısı olmayan, alim-i mürşid, koyun” acaba niçin bu yanlışı düzeltememiştir???
Son sözü Bediüzzaman’a bırakıyorum: Tahrip esheldir; zayıf tahripçi olur. Bundandır ki, âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müspete hiç yanaşmaz…
Prof. Dr. Neşet TOKU
RİSALE-İ NUR’UN FELSEFEYE BAKIŞI
2010, son yüzyıl içinde yazılmış Türkçe eserler içinde en çok okunan ve kitleleri en çok etkileyen eserin müellifi olarak Bediüzzaman Said Nursî‘nin vefatının 50. yılı. Birçok kitap, daha yazarı hayatta iken ‘vefat’ eder; eserin, yazarının ölümünden sonra yaşamayı sürdürmesi, hele ki okuyucusunun ve etkisinin giderek artması ise o eserin gücünün alâmetidir. Bu açıdan, müellifinin ölümünden elli yıl sonra Risale-i Nur külliyatının farklı yayınevleri tarafından yayımlanıyor olması, her yıl yüz binlerce yeni okuyucuya ulaşması, dahası her yıl çevrildiği dünya dillerine en az bir yenisinin eklenmesi, Bediüzzaman’ın bu şaheserinin çok uzun olmayan gelecekte bütün insanlığa mal olabilme potansiyelini de gösteriyor. Böyle etkili bir eser ve böyle değerli bir müellif söz konusu olunca da, 50. vefat yılı gibi bir dönemeçte, eser ve müellifi hakkında yeni çalışmalar ortaya çıkacağını beklemek kaçınılmaz oluyor.
Başkaca yayınların yanında Risale-i Nur eksenli çalışmalarıyla öne çıkan bir yayınevi olarak Nesil Yayınları tarafından yayımlanan Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi‘ni de, ‘ellinci yıl’a dair çalışmaların bir habercisi olarak görmek herhalde mümkün. Dolayısıyla, bu kitap üzerinden yapılacak bir değerlendirmeyi de, ‘ellinci yıl’ dolayımında yapılmakta olan veya yapılacak başka çalışmaları da kapsayıcışekilde mütalaa etmek gerekiyor.
Felsefe profesörü Neşet Toku tarafından kaleme alınan söz konusu çalışma, başlığıyla, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da ortaya koyduğu düşünce sistematiğinin temel unsurlarından birini anlamak için önemli bir vesile olmayı okuyucuya vaat ediyor. Bediüzzaman’ın “Otuzuncu Söz” başta olmak üzere pek çok eserinde insanlık tarihini temelde ‘silsile-i felsefe ve hikmet’ ve ‘silsile-i diyanet ve nübüvvet’ diye iki ana akım dahilinde ele aldığı dikkate alınırsa, “Risale-i Nur’da felsefe eleştirisi”ni derinliğine anlamak, Risale tefekküründe bir kritik eşiği aşıp bir temel paradigmayıçözümlemek anlamına da geliyor.
Ancak kitabın sayfaları arasında ilerlerken, yazarın bütün iyi niyetine ve gayretine karşılık, bizzat Bediüzzaman’ın bir eser ortaya koyanlar için dile getirdiği ‘koyun olma, kuş olmama’ ölçüsünün gerçekleştirilemediği anlaşılıyor. Koyunun farklı otları ve gıdaları yiyip sindirerek yavrusuna süt sunmasına karşılık, kuşun yakaladığı gıdayı olduğu gibi yavrusuna verişine işaretle bunu söyleyen Bediüzzaman, dolayısıyla ‘âlim-i mürşid’in de bir ‘ham bilgi aktarıcısı‘ olmaktan öte, bu bilgiyi özümseyip sindirerek kendi ifadeleriyle kaleme dökmesi lüzumuna işaret ediyor.
Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi, çok az bir kısmı hariç, Risale-i Nur’da geçen felsefeye dair bahisleri tırnak içine alınmasa da Bediüzzaman’ın kendi ifadeleri önemli ölçüde korunarak kaleme alınmış. Bu durum, Bediüzzaman’ın felsefe eleştirisine dair özgün bir yorum okumak ümidiyle kitabı eline alan benim gibi bir okuyucuyu hayal kırıklığına uğratıyor ve kitaptan yüzde yüz istifade edecekler zümresinin, daha önce bu konuda derli-toplu bir ham bilgiye sahip olamayanlarla sınırlı kalmasına yol açıyor.
Risale-i Nur’daki felsefe bahislerinin kabaca dökümü anlamında da eserin bazı eksiklikler taşıdığını söylememiz mümkün. Meselâ, ‘şer’ veya ‘kötülük’, felsefî literatürdeki yerleşik ifadesiyle ‘teodise’ problemi, felsefedeki en önemli konulardan biri olduğu, Bediüzzaman’ın felsefe-itikad geriliminde en hassas alanlardan birini oluşturduğu ve bir tebliğinde Prof. Mehmet Aydın’ın da belirttiği üzere Bediüzzaman’ın bu meseleden tevhidin ispatında tabir yerindeyse bir ‘estetik delil’ ihdas ettiğini söylemek mümkün olduğu halde, bu bahis ayrı bir başlık altında ele alınmayıp iki sayfada âdeta ‘geçiştirilmiş‘. Benzer şekilde, “Bilginin Kaynağı” konusu ele alınırken, Bediüzzaman’ın Lemat’ında yer alan ve “Nur-u akıl kalbden gelir” başlığını taşıyan bölümün derinlemesine tahlili ihmal edildiği gibi, yine aynı bahisteki “dimağdaki merâtib” bahsine de konuyla irtibatlandırılarak meseleden haberdar bir okuyucunun kitapta görmeyi umduğu şekilde yer verilememiş. Ayrıca Bediüzzaman’ın her türlü eleştirisine karşılık hem Lemaat’ta “Yüzden biri kurtulur; Eflâtun, Sokrat gibi” deyişinin ve Risale-i Nur’un bütününü anlamakta kritik bir öneme sahip “İkinci Dal”da felsefe çizgisini bütün bütün reddetmekten uzak duruşunun ardındaki sebepler de kitapta müstakil bir şekilde irdelenememiş.
Kitabın özgün bir yorum sunmaktan ziyade yetersiz bir ‘bilgi aktarıcısı’ düzeyinde kalmasının en önemli sebebini, dipnotlarda ve “Kaynaklar” kısmında görmemiz mümkün. Yazar, felsefeye dair genel müktesebatını merkeze alıp, “Risale-i Nur’da felsefe eleştirisi”ni salt taradığı Risale metinleri üzerinden yapmasına karşılık; hem dipnotların, hem ‘kaynakça’ bölümünün gösterdiği üzere, Risale-i Nur üzerine ve Risale-i Nur adına yapılan çalışmalara neredeyse hiç yönelmemiş. Halbuki bu başlığı taşıyan bir kitap için olmazsa olmaz nitelikteki böyle bir literatür takibi, gerek Risale-i Nur adına yapılan sempozyumlarda sunulan konuyla ilgili tebliğler, gerek Risale-felsefe ilişkisine şu veya bu yönüyle değinen kitap, makale ve denemeler ile yazarın bakış ufkunun derinleşmesini ve genişlemesini, kitabın daha özgün bir muhtevaya kavuşmasını sağlayabilirdi. Sözün kısası, bu haliyle, Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi kitabı, başlıkla ilgili beklentileri karşılamaktan uzak bulunuyor.
Buna karşılık, belki teselli verecek nokta, kitabın editöryal anlamda ciddi zafiyetler taşımakla birlikte, yanlış bilgi aktarmama konusundaki hassasiyeti ve yazarın, Bediüzzaman’ın duruşunu konuşlandırma noktasındaki başarısı… Sonuçta, kendi alanında uzman ve iyi niyetli bir araştırmacıyla karşı karşıyayız; problem, elde edilen araştırma bulgularının yeterince işlenip özgün bir yoruma ulaşmadan ‘nihai bir metin’ halinde sunulmuş olmasından kaynaklanıyor.
Umarız, bu kitaba dair değerlendirmelerimiz, müellifinin vefatının ‘ellinci yıl’ında artmasını umduğumuz Risale-i Nur üzerine çalışmalarda da dikkate alınır ve okuyucu Risale-i Nur’un künhüne vâkıf olabileceği doyurucu ve özgün çalışmalarla beslenir, zenginleşir.
Metin KARABAŞOĞLU