“Her şer’de bir hayır vardır” denir ya inşallah netice öyle olacaktır. Sözde “Gezi Parkı” protestolarıyla başlatılan Taksim olayları nihayet gerçek kisvesine bürünüyor. Maksadın üç-beş ağaç olmadığını, haşin eylemciler, polisin görevini yapmaktan men-edilmesiyle birlikte ortalığı yakıp yıkarak ispatladılar…
Maalesef olaylar henüz sonuçlanmadı. Çoğunlukla CHP’nin elinde tuttuğu beldelerde eylemler, hız kesmekle birlikte hala sürüyor. 28 Şubat günlerinde olduğu gibi, her akşam yürüyüşlerle, korna sesleriyle ve tencere-tava çalarak insanlar korkutulmaya, sindirilmeye, baskı altında tutulmaya devam ediyor. Başörtülü insanlara yönelik laf atmalar, sataşmalar da başladı… Artık anlaşıldı ki hedef Ak Parti iktidarını sona erdirmek… Sandıkta elde edilemeyeni, kargaşa yaratarak elde etmek… Böyle bir vasatta makul olmak, teyakkuzda olmak özellikle Hükümet için elzem… Garip olan şu: 28 Şubat zulmüne maruz kalan bir takım insanlar ve çevreler, maruz kaldıkları zulmü unutmuş olmalı ki güya hakikati savunuyormuş vehmiyle yapılanlara destek olmaya çalışıyorlar. Şunları söylüyorlar: “Protestoların hiç mi haklı tarafı yok?” “İktidarın otoriterleştiği inkâr edilebilir mi?” “Başbakan’ın üslup sorunu yok mu?” “Tayyip Erdoğan ‘tek adam’ görüntüsü vermiyor mu?” “Düne kadar ittifak kurduğu kesimlerle ittifakı koparmadı mı?” İla-ahir…
Suret-i haktan gözüken bu eleştirilerin elbette cevabı verilmelidir ama bu cevaplar memleketin sulhuna ve selametine rağmen beklenebilir mi??? İttihat ve Terakki’yi alt edebilmek için Edirne’nin Bulgarlar tarafından işgaline göz yuman, “Edirne’ye Enver çıkacağına Bulgar çıksın.” diyen gafil muhalefet anlayışıyla muhalefet etmek, mazur karşılanabilir mi??? Tayyip Erdoğan iktidardan düşsün de isterse tufan olsun denilebilir mi??? Düne kadar Ak Partinin hiçbir icraatına toz kondurmayanlar, bugün böyle bir tavır takındıklarında, “çıkarlarına halel gelince bağırıyorlar” eleştirilerine maruz kalmazlar mı???
Önce liberallerden başlayalım: Meşruiyetini halktan alan, halkın rızasına dayanan bir hükümet, “insan hakları”nı ihlal etmedikçe istediğini yapamaz mı??? Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz; Taksime cami ya da tarihî kışla inşa edilmesi ya da alış-veriş merkezi yapılması hangi insan haklarını ihlaldir??? Spontane toplumsal düzen dikkate alınmadan, “İyi de hükümet, Ayasofya’yı yıkıp AVM yaparsa ne olacak?” yollu absürt çeldirici sualler sormanın mantıkla bağdaşır olduğunu iddia etmek, akla iftira olmaz mı??? Demokrasilerde, halkın rızası yani sandık her şey demek değilse başka nedir acaba her şey??? Şayet çoğunluğun diktası kabul edilemez, denilecekse çoğunluğun diktasını engelleyecek olan şey “anayasa”, “hukuk” ve dolayısıyla hukuki merciler değil de azgın azınlığın ortalığı yakıp yıkması mıdır??? Devlet; gayrimeşru şiddete karşı, meşru şiddeti tekelinde bulunduran güç değil de azgın azınlıktan korkup, silahlarını bırakıp kaçan polis gücü mü olmalı??? “AKP, bireysel haklara saygısız” deniyorsa eğer, ispat edilebilir mi kimin hayat tarzına müdahale edilmiş??? Kendi hayat tarzlarını dahi yasal güvenceye kavuşturma cesaretini gösterememiş birilerinin başkalarının hayat tarzına müdahale etme cesaretini gösterdiklerini söylemek, gülünç bir iddia olmaz mı??? “Alkol yasası” bahanesine sığınılacaksa şayet, benzer yasal düzenlemelerin liberal Batı ülkelerinde de mevcut olduğu inkar edilebilir mi???Ak Partinin gündeme getirmeye çalıştığı, “Başkanlık Sistemi”nin otoriter tınılar taşıdığını, çoğulculuk yerine çoğunluğun kimliğinin, hayat tarzının ve ahlak anlayışının devlet gücüyle azınlığa dayatıldığını ve bunun da yeni bir ‘toplum mühendisliği’ olduğunu iddia etmek, sadece ve sadece bir manipülasyondan ibaret değil midir??? Acaba bu türlü eleştirilerin asıl sebebi, hükümetin, hemen her hususta, yegâne “bilirkişiler” olarak sizlere danışmadan işleri yürütmeye başlaması ve sizlerin de eskisi kadar göz önünde bulunamayışınız olabilir mi???
Hükümeti eleştiri korosuna katılan “dindar” kesimlere gelince: Hakikaten sizin de derdiniz liberallerin ileri sürdüğü gibi; Ak Partinin gündeme getirmeye çalıştığı, “Başkanlık Sistemi”nin otoriter tınılar taşıması, çoğulculuk yerine çoğunluğun kimliğinin, hayat tarzının ve ahlak anlayışının devlet gücüyle azınlığa dayatıldığı ve bunun da yeni bir ‘toplum mühendisliği’ olduğu iddiası mıdır??? Şayet otoriter tınılara karşıysanız, bırakın tınıyı, gerçek otoriter rejim olan 1923-1950 arası Tek Parti Diktatörlüğü dönemine dair hangi eleştiriyi ortaya koyabildiniz??? Taksimdeki üç-beş ağaca yönelik dizdiğiniz ağıtları, 18 yıllık Ezan ve Kur’an yasağına dizebildiniz mi??? Resmi “Tek Adam” Ezan’ı ve Kur’an’ı yasaklamamış mıydı??? Gerçek tek adamlığın, diktatörlüğün ne olduğunu unuttunuz mu??? Tek Parti Diktatörlüğünde bırakın çoğulculuğu, çoğunlukçuluk mu vardı??? Tek Parti Diktatörlüğünde, bir avuç oligarşinin hayat tarzının dışında çoğunluğun ya da farklı kesimlerin hayat tarzına saygı mı gösteriliyormuş??? Gerçek toplum mühendisliğinin o dönemde yapıldığı zihinlerinizden silindi mi??? Bir avuç azgın azınlığın kitleleri manipüle ederek, yakıp-yıkarak Ak Partiyi alaşağı ettiğinde, sizi mi iktidara getireceğini sanıyorsunuz??? Olayların arka planındaki asıl organizatörün ve finansörün Tek Parti Diktatörlüğü Oligarşisi olduğunu anlamıyor musunuz??? Taksim Platformu adıyla ortaya çıkıp, 5 Haziran 2013 günü açıklamalar yapan ve “İstanbul’a Üçüncü Köprüyü, İstanbul’a Üçüncü Havalimanını, Kanal İstanbul Projesini, Hidro-Elektrik Santrallerini, Nükleer Enerji Santrallerini, Mevcut Dış Politikayı, Kentsel Dönüşümü” ve daha da ötesi REFERANDUM‘u istemiyoruz, diyen bir avuç insanın taleplerinin esasta demokrasi karşıtlığı olduğunu görmüyor musunuz??? 28 Şubat’ta ERBAKAN hükümetini bitirenler, sizi baş tacı mı etmişlerdi??? Hükümete yönelik provokasyonun 28 Şubat’takiyle aynı olduğunu fark edemiyor musunuz??? Acaba asıl sorun, Ak Partinin demokrasi vaad edememesi ya da farklı kesimleri kapsayan demokratik çizgiden geri dönmesi değil de iktidarın nimetlerinin sadece ve sadece size hasredilmemesi olabilir mi???
Denilebilir ki iyi de Ak Partinin hiç mi kabahati yok??? Elbette var… Ama sormak gerekmez mi iktidarın nimetlerinden istifade ederken ve benzer hatalar o günlerde de yapılırken aklınız neredeydi??? En büyük hata, idari görevlerin, diğerlerine güvenememe gerekçesiyle, liyakat ve ehliyet ölçülerinden ziyade eş, dost, tanıdık, bizim seçmen (sen, ben, bizim oğlan dememeye çalışıyorum) derecelendirmesine göre yapılmasıdır. Kerameti kendinden menkul şeyhler gibi, niteliği kendinden menkul danışmanlar, bürokratlar, genel müdürler, rektörler, dekanlar, müdürler, gazeteciler, televizyoncular ve saire ne yazık ki çoğunluğu teşkil ediyor… Şura ve meşveret yerine, “Her şeyin iyisini siz bilirsiniz efendim.” diyen danışmanlara herhangi bir şey danışılabilir mi??? “Başbakanı yedirtmeyiz” demekle dediğinizi yapamazsınız… Gerçekten yedirtmek istemiyorsanız, ona “şura ve meşveret” çerçevesinde yardımcı olmalı, “liyakat ve ehliyet” ölçülerini telkin etmelisiniz… MENDERES’in, seçmen kalabalığına güvenerek, “Siz isteseniz hilafeti bile geri getirirsiniz.” dediği, hep söylenir; doğru veya yanlış, şayet söylenilmiş ise danışmanlarına düşen görev böyle bir sözü, haklı ya da haksız, söyletmemeleriydi… Bugün de Başbakan’ın sert mizacından kaynaklanan, haklı ya da haksız cevaplarının, alenen dillendirilmemesi gerekiyorsa buna danışmanlarının engel olması icabeder, tabii gerçek danışmanlar ise…
Elbette şu da denilebilir: Bu beş-on günlük olaylarda Ak Partinin kusuru ne??? En büyük kusur, devlet otoritesinin zaafa uğratıldığı görüntülerine yol açan, polisin görevini yapmaktan men-edilmesidir. Eğer polislerden aşırı şiddet kullananlar vardıysa ki vardı, yapılması gereken onların en başından ayıklanmasıydı… Polisin geri çekilerek, halkı manipüle etmeye çalışan bir avuç eylemciye meydanın boş bırakılması daha vahim neticelere de sebep olabilirdi. İktidarı elinde tutanların, devletin, gayrimeşru şiddete karşı meşru şiddeti tekelinde bulunduran güç olduğunu asla unutmaması gerekir…
Akademisyen olduğu söylenen bir kişinin sosyal medya aracılığı ile yayınlamış olduğu aşağıdaki mesaj, asıl yapılmak istenenleri çok açık anlatıyor:
“Ne yazık ki bu topraklarda hiçbir sağ iktidar döneminde demokrasi yeşermedi, hep geriye gitti. Sivil direnişle nereye kadar durdurulabilir. Derhal silahlı darbe olmalı. Bunlar Yassıada’da faşizmden ve din devleti kurmaktan idam edilmeli. Menderes de hak etmişti.”
Lütfen dikkatli davranalım; barışçıl, demokratik, haklı protestolarla diğerlerini birbirinden ayırt edelim ve gayrimeşru şiddete engel olalım…