3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbe; başta ABD ve AB olmak üzere, hemen hemen tüm Batı’nın demokrasi hususundaki ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. Batılı ülkelerin hiçbirinden darbeye darbe diyen bir ses ne yazık ki yükselmedi. Taksim-Gezi Parkı olayları bahanesiyle demokrasi havarisi kesilip, Türkiye Hükümeti’ne demokrasi dersi vermeye kalkışan Batılı devletler, Mısır’daki demokrasi katline bırakın göz yummayı, göz kırpmaya devam ediyorlar. Şüphesiz bu tavır modernitenin sözde ahlak anlayışı utiliteryanizmin ve pragmatizmin doğasının gereğidir. Ahlakı pratik fayda olarak benimseyen Batılılardan erdemli tavır takınmalarını beklemek, abesle iştigaldir. Aslında yapılması gereken erdemsizlerden erdem beklemek değil; erdemsizlerin ikiyüzlülüğünü insanlığa duyurmaktır. Acaba, Batılıların darbeye darbe diyemeyişleri, darbenin tanımının bir türlü yapılamamasından ya da Batılıların darbenin tanımını bilmemelerinden yahut da darbenin ne olduğunun kolay kolay tespit edilememesinden mi kaynaklanmaktadır??? Elbette ki hayır. Elbette ki siyasetle ilgili Batıda yazılmış olan yüzlerce kitapta darbe hakkında gerekli gereksiz tüm bilgiler mevcuttur ve isteyen herkes bu bilgilere ulaşabilir. Mesele, Batının utiliteryen ve pragmatist, sözde ahlakından kaynaklanan ikiyüzlülüğüdür.
Literatürdeki anlamıyla darbe; silahlı kuvvetlerin, bir takım bahanelere istinaden, mevcut meşru siyasal iktidara karşı ayaklanması, cebir ve şiddet gibi gayrı meşru yollarla yönetimi ele geçirmesidir. Silahlı kuvvetler; sivil iktidarı değiştirmek ve yerine doğrudan bir askeri düzen kurmak üzere yönetime el koyabileceği gibi, mevcut sivil idarecilerin yerine, arka planda kendilerinin yönlendireceği başka sivil idarecileri geçirmek üzere de el koyabilir. Darbenin niçin yapıldığına dair ileri sürülen en önemli bahane; mevcut iktidarın meşruiyetini kaybetmesi ve kötü yönetimden kaynaklanan ekonomik kriz ise de asıl sebep hiç şüphe yok ki silahlı kuvvetlerin ideolojik ve ekonomik özerk bir çıkar grubu olarak sistem içerisinde örgütlenebilmesi ve Batı egemenliğindeki uluslararası konjonktürün de darbeye göz yummasıdır. Mevcut iktidarın meşruiyetini kaybetmesinden söz edebilmek için, o iktidarın evrensel insan haklarını alenen ihlal ettiğinin ispat edilmesi gerekir. Temel-doğal hakların hayat, hürriyet, mülkiyet ve güvenlik olduğu dikkate alınırsa ya da siyasal iktidarın temel vazifesinin insanların can, mal, akıl, namus ve inanç emniyetini temin etmek olduğu düşünülürse darbeye maruz kalan Mısır iktidarının bunlardan herhangi birini dahi ihlal ettiği ileri sürülemez. Böyle bir ihlale muktedir olan, kudretli bir iktidarın aniden ortadan kaldırılabilmesi mümkün mü??? Nasıl bir kudrettir ki kendisini bile koruyamıyor??? Ortada kudretli bir iktidar olmadığına göre, ihlal iddiaları ya bir manipülasyon ya da meşru iktidara darbe yapmaya muktedir silahlı kuvvetlerin sabotajından ibaret olmalıdır. Ekonomik krizlerin darbeye neden olduğu iddiası daha da irrasyoneldir. Darbe dönemlerinde gerçekleştirilen ekonomik suiistimallerin sivil dönemle mukayesesi kabil değildir. Cebirle iktidarı ele geçirmiş bir gücün faaliyetlerinin denetlenmesinin imkanı var mıdır???
Askeri darbeler niçin olmaktadır, sorusunun yegâne doğru cevabı; meşru iktidarın meşruiyetinin, ideolojik ve ekonomik özerk bir çıkar grubu olan silahlı kuvvetler tarafından meşru kabul edilmemesi ve kendisinin darbeye muktedir olduğunu hesap edip, muhtelif planlarla darbeyi gerçekleştirebilmesidir. Silahlı kuvvetler, meşru iktidara karşı harekete geçtiklerinde, çıkarlarının ve ideolojik değerlerinin tehdit altında olduğunu düşünerek bunu yaparlar. Batılı hegemonyadan tam anlamıyla kurtulamamış ya da kurtulmaya çalışan ülkelerde, silahlı kuvvetler kendilerini gelenekçi, kırsal çoğunluğun temsilcisi iktidarlar karşısında, Batılılaştırıcı ve modernleştirici bir güç olarak görüp, “ulusu kurtarmak” iddiasıyla iktidara el koyarlar. Darbecilerin hesaplamalarında elbette ki uluslararası konjonktür de yer almaktadır. Çoğu darbelerde ABD’nin çıkarlarına aykırı davranan ulusal iktidarlara karşı, o ulusun silahlı kuvvetlerini darbeye cesaretlendirdiği şüpheden uzaktır. Güney Amerika ülkelerinde, Afrika’da, Orta Doğu’da gerçekleştirilen birçok darbede Amerikan desteği mutlaktır. Mesela; demokratik olarak seçilen Şili devlet başkanı Salvador ALLENDE, General PİNOCHET’nin komutasındaki ordu tarafından devrilmiş ve öldürülmüştür. ALLENDE’yi ekonomik reformları nedeniyle ABD şirketlerine tehdit olarak gören ABD, CIA vasıtasıyla PİNOCHET’yi teşvik etmekle kalmamış, askeri rejim kurulduğunda kendisine ABD’nin diplomatik desteğini de garanti etmiştir. Türkiye’de gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960 darbesi de 12 Eylül 1980 darbesi de demokratik yollarla iktidara gelmiş olan sivil hükümetlere karşı şüphesiz ABD desteği ile gerçekleştirilmiştir. ABD yönetiminin 12 Eylül 1980 darbesinden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy CARTER‘a bir toplantı esnasında “Bizim çocuklar işi bitirdi.” anlamında mesaj iletildiği, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu PAUL HENZE ile Mehmet Ali BİRANT’ın yapmış olduğu görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarıyla ispat edilmiştir.
Açıktır ki hiçbir rejim; sırf siyasi meşruiyete dayanarak iktidarını sürdüremez. Bütün siyasal sistemlerin onu tehlikelere karşı koruyacak silahlı kuvvetlere ihtiyacı vardır. Ancak silahlı kuvvetlerin zorlayıcı gücü, kontrol edilemediği, fonksiyonları net bir biçimde belirlenmediği taktirde istismara çok açıktır. Silahlı kuvvetler savunmaya matuf harici bir siyasi güç olarak kullanılabileceği gibi, halkın sevmediği ve istemediği rejimleri destekleyen, meşru sivil yönetime alternatif dahili siyasi bir güç olarak da kullanılabilir. Silahlı kuvvetlerin bu potansiyeli, böyle bir gücün nasıl kontrol edilebileceği ve fiillerinden ötürü nasıl hesap verir hale getirilebileceği yönündeki sualleri daima önemli kılmaktadır. Silahlı kuvvetleri diğer kurumlardan ayıran ve onu diğer kurumlara nispetle avantajlı kılan bir takım nitelikler vardır: 1- Savaş gücü olarak silahlanma tekeline sahip olmak. 2- Hiyerarşik bir itaat kültürüyle örgütlenmiş disiplinli bir yapıya sahip olmak. 3- Personelini savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye hazır tutan ekip ruhuna sahip olmak. 4- Devletin ve ülkenin güvenliğini sağlayan siyaset üstü bir kurum olduğu imajına sahip olmak. İşte bu nitelikler; silahlı kuvvetleri bir taraftan meşru siyasal sistemin muhafızı yaparken, bir taraftan da zaman zaman onun gayrı meşru alternatifi yapabilmektedir.
Acaba silahlı kuvvetlerin yalnızca ülkeyi savunmaya yönelik bir güç ve siyasal düzenin ve istikrarın güvencesi olması nasıl sağlanabilir? Bir başka ifadeyle silahlı kuvvetler üzerinde meşru-sivil siyasi kontrol nasıl temin edilebilir? Şüphesiz öncelikle yapılması gereken silahlı kuvvetlerin ideolojik ve ekonomik bir çıkar grubu olarak sistem içerisinde özerk bir konumda var olmasına engel olmaktır. Modelin bugün itibarıyla en iyi örneği Amerika ve İngiltere’de mevcuttur. Bu kontrol şeklinin en temel niteliği; sivil ve askeri roller ve sorumluluklar arasında keskin bir ayrımın yapılmasıdır. Her şeyden önce silahlı kuvvetler, halka hesap veren sivil-siyasi otoriteye tabidir. Silahlı kuvvetler, görüş beyan edebildiği kendi uzmanlık alanıyla ilgili konularda bile uygulama söz konusu olduğunda sivil-siyasi otoriteye itaat etmekle yükümlüdür. Bu nesnel şartların yanı sıra belki de çok daha önemli öznel bir şart, silahlı kuvvetlerin değerlerinin hiçbir zaman sivil toplumun ve sivil siyasetin değerleriyle çelişmesine fırsat verilmemesidir.
Bu noktadan hareketle tekrar Mısır’daki darbeye ve projeksiyon için Türkiye’ye dönersek: Mısır ve Türkiye gibi ülkelerde darbelerin niçin gerçekleştirilebiliyor olduğunun izahı aslında hiç de zor değildir. Şüphesiz en önemli sebep; silahlı kuvvetlerin, mensubu bulunduğu milletin değerlerini paylaşmayan ve o değerleri imha düşüncesiyle organize edilmiş, ideolojik ve ekonomik özerk bir çıkar grubu olarak varlığını sürdürmesidir. Ne yazık ki böyle bir durum, onun kendisini hep sivil iktidarın alternatifi olarak görmesine yol açmakta, ülkede bir takım krizlerin çıkması için psikolojik operasyonlar düzenlemesine vesile olmakta ve uluslararası konjonktürü de yanına alır almaz darbeye teşebbüs etmesine neden olmaktadır. Tabii ki meselenin sivil insanlardan kaynaklanan boyutu da vardır. Demokrasiyi benimsediğini iddia edip de darbelerle iktidar peşinde koşan siyasi partiler ne yazık ki Mısır’da da Türkiye’de de mevcut. Mısır’da; Muhammed el-Baradey’in liberal Anayasa Partisi, Emid Abdül Gaffur’un selefi El Nur Partisi, Amr Musa’nın ulusalcı Kongre Partisi darbeyi teşvik eden ve darbenin yanında yer alan sözde siyasi partilerdir. Hem darbenin yanında yer almak hem de demokrat parti olmak sadece ve sadece Batının utiliteryen ve pragmatist sözde ahlakını benimsemekle yani ikiyüzlülükle mümkündür. Mısır’daki o partiler ne kadar darbeciyse Türkiye’de de CHP o kadar darbecidir. Mısır’daki askeri darbeye ilişkin olarak; CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU şöyle diyor: “Darbe kimden gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin, demokrasilerin önündeki en ciddi engeldir. Apoletli, apoletsiz olmasının farkı yoktur, darbe darbedir. Mısır’da cadı avı olmamalı, kan akmamalı. MURSİ, uzlaşma kültürünü egemen kılsaydı böyle bir tablo ile karşı karşıya kalmazdı. Neden uzlaşmıyor, ben bildiğimi yaparım, benim dediğim doğrudur diyor. Tiranlar söyler bunu, demokraside seçimle gelen insanlar söyleyemez. Yüzde 50′yi evlerinde hapsediyorum, hapsettiğim insanları düdüğümle dışarı çıkaracağım, böyle demokrasi olur mu? Dini siyasete alet edenlerin artık demokrasilerde yeri yoktur. Hiç kimse Allah’la kul arasında kendisine bir yer seçmesin, hiçbir siyasi kendini konumlandırmasın. ERDOĞAN‘a da ders olsun bu. İnanç, hepimizin saygı duyduğu bir şeydir. Kimsenin inancına müdahale etme, inancıyla ilgili yorum yapma hakkımız yoktur. İslam coğrafyasının bu gerçeği bilmesi lazım. Özgürlüğü ve demokrasiyi her siyasetçi kendi ülkesinde kurmak, geliştirmek ve derinleştirmek zorundadır. Bunun olmazsa olmazlarından birisi laikliktir. Herkesin inanç güvencesinin temelinde seküler sistem yatar.” Genel Başkan öyle söyleyince milletvekilleri de şöyle söylüyor: Birgül Ayman GÜLER: “Mısır‘daki darbe desteklenmelidir”. Umut ORAN: “Mısır’daki gelişmeler çok önemli. Demokrasinin sadece sandıkla olmadığının bir göstergesi. Tüm siyaset kurumları ders çıkarmalı”. Nurettin DEMİR: “Mısır’da Müslüman Kardeşler kaybetti, darısı buradaki kardeşlerinin başına”.
Mısırlı; “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatini söyler”miş ya CHP’liler de öyle “Darbe kötüdür ama bizi iktidar edecekse niçin olmasın.” demek istiyorlar…
Sözde demokratlar ve demokratik siyasi partiler bilmezler mi ki demokrasi; iktidara seçimle gelmek ve iktidardan seçimle gitmektir…