1469-1527 yıllarında yaşayan ve modern siyasetin mucidi ve ilk temsilcisi diye nitelenen Rönesans düşünürü Machiavelli, reel-politiği şöyle tanımlıyor: Teorik ve etik hedeflerden öte, pratik ve somut faktörler üzerine temellenen politika (siyaset)… Bir başka ifadeyle reel-politik; ahlak ve siyaset arasında kesin bir ayırım olduğu varsayımına dayanarak devletin iç ve dış politikasının ahlakî kaygılardan bağımsız bir biçimde, maddî gücünün gereklerine göre uygulamaya konulmasını savunan yaklaşımdır. Yani reel-politik, ahlakî ya da dinî her türlü değerin politikadan dışlanması, politikanın mutlak sekülerleşmesidir.Seküler politikada belirleyici olansa “Hak” değil, “Güç”tür. Tabiatıyla böyle bir tavır; aynı zamanda siyasal meşruiyetin kaynağının, ahlak ya da din olmadığının da kabulü demektir. Reel-politik açısından aslolan iktidarın bekasıdır. İktidarın bekası ise ülkenin güvenliğiyle kaimdir. Güvenliğin olmadığı yerde devletin mevcudiyetinden de toplumsal hayatın sürdürülebilirliğinden de söz edilemez. Reel-politiğin temel ilgi alanı, iktidarın bekasına yönelik siyasal etkinlik ve sonuç alabilirliktir. Dolayısıyla modern dünyada, dâhilî ve haricî siyasal ilişkilerden söz edildiğinde belirleyici unsurun reel-politik yaklaşım olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır… Acaba “İsrail’le dostluk” reel-politiğin gereği midir???
Malum; 2010 Mayıs ayında İnsani Yardım Vakfı, İsrail’in Filistin’e, Gazze’ye uyguladığı ablukayı protesto etmek için bir yardım organize etmiş, yardım Mavi Marmara adlı gemiyle yola çıkarılmış ancak 31 Mayıs günü Gazze’ye yakın uluslararası sularda İsrail Ordusunun gemiye asker çıkarması üzerine de hem organizasyon hedefine ulaşamamış hem onlarca aktivist yaralanmış hem de 9 Türk vatandaşı öldürülmüştü… Olay üzerine Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti öyle bir tepki göstermişti ki İsrail adeta şok olmuştu… O gün bugündür İsrail’le Türkiye ilişkileri askıya alınmış ve Hükümetin İsrail’e koymuş olduğu tavır sayesinde de Ak Parti dünya Müslümanları nezdinde hayli itibar kazanmıştı… Ne yazık ki Ak Parti Hükümeti, iktidar yorgunluğundan ya da idealizm kaybından olsa gerek, dâhilî ve haricî politik yalpalamaları yüzünden, artık İsrail’e yönelik haklı tavrını sürdürememekte ve maalesef itibar erozyonuna uğramaktadır… AK Parti Sözcüsü Ömer ÇELİK’in İsrail’le ilişkilerin düzelmesine yönelik şu açıklamalarına bakın: “İsrail’le aramızda kesin bir anlaşma yok, henüz imza atılmış bir şey söz konusu değil. Bir taslak üzerinde çalışılıyor. Kuşkusuz, İsrail devleti ve İsrail halkı, Türkiye’nin dostudur. Şimdiye kadar ki eleştirilerimiz, İsrail hükümetinin aşırı davranışlarına, meşru görmediğimiz davranışlarına dönüktü. Anlaşma için üç şartımız vardı; özür dilenmesi, tazminat ödenmesi ve Gazze’den ambargonun kaldırılması. İlki yerine geldi, diğer ikisi gelmedi. Türkiye’nin bu üç şartı yerine gelmek kaydıyla, normalleşme sağlıklı bir süreç olur. Şimdiye kadar gelinen noktada imzalanmış bir şey yok. Bu üç şartın yerine gelip gelmeyeceğine bakacağız…” Oysaki Cumhurbaşkanı Erdoğan Başbakan iken şöyle demişti: “Türkiye olarak, kendimiz, şahsen ben bu görevde bulunduğum sürece hiç bir zaman İsrail’le olumlu bir şeyi düşünemem. Başkaları düşünebilir o beni enterese etmiyor. Ben ve sorumluluğum altında ki yönetim, biz bu görevde olduğumuz sürece asla bu işe olumlu bakmayız…” Nerden nereye???
Ömer ÇELİK’in açıklamaları üzerine İnsani Yardım Vakfı Başkanı şu tepkiyi gösterdi: “İsrail bizim dostumuz olamaz. Biz şahsen İsrail ile olan hiçbir anlaşmayı doğru bulmuyoruz. Çünkü İsrail bugüne kadar yaptığı hiçbir anlaşmaya uymamıştır. Bir anlaşmanın yapılabilmesi için o ülkenin geçmişine bakarsınız. İsrail’in bugüne kadar Birleşmiş Milletlerde alınan hiçbir kararı uyguladığı görülmemiştir. Mescid-i Aksa ile ilgili kararları uyguladığı görülmemiştir. Halil İbrahim Mescidi ile ilgili alınan kararları uyguladığı görülmemiştir. Türkiye ile yaptığı anlaşmaların hiçbirine uymamıştır. Şimdi bakın Türkiye İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük dostu, en derin dostu; değil mi? Fakat ne oldu da bu kadar enlere rağmen Mavi Marmara’yı açık denizde vurdu. Demek ki İsrail’e güvenilmez. Bugün İsrail’le şu şartlarda anlaşma yapsanız, yarın İsrail yine Mescid-i Aksa’da çocuk öldürür yine Gazze’de çocuk öldürecek yine bebek katilliği yapacak. O zaman bunu kimseye anlatma şansımız olmaz. İsrail’le dost olamayız. Hele İsrail Devleti ile hiç dost olamayız. Çünkü İsrail devleti ne demektir? İsrail Devleti Mescid-i Aksa’yı yıkmaya çalışan bir devlettir. Ömer Çelik Bey’in sürçü lisanıdır. O anda ağzından kaçmıştır. Açıkça özür dilemesi lazım…”
Bence de Ömer ÇELİK’in açıklamaları sürçü lisan olmalı ama mesele özür dilemekle hallolunacak bir mesele de değil… Mesele “değerli yalnızlık” saçmalıklarından da İsrail’le, Rusya’yla, Amerika’yla ya da AB’yle dostluk saçmalıklarından da kurtulmaktır… Bunun yolu da her hususta en az Hıristiyanlar ve Yahudiler kadar çalışkan ve üretken olmaktır… Ömer ÇELİK gibi konuşanlar şayet reel-politiğe uygun düşündüklerini sanıyorlarsa bu saçmalıklar reel-politiğe aykırı; şayet İslam’a uygun düşündüklerini sanıyorlarsa İslam’a da aykırı… Rasyonalitesi olmayanın reel-politiği olabilir mi??? Kur’an’a uymayan eylemin İslamiliği olabilir mi??? Reel-politiği hadi boş verdiniz de Kur’an’da Maide Suresinde geçen Müslümanlara yönelik şu uyarıya ne demeli: “Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost sanmayın (edinmeyin). Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost sanırsa (edinirse) muhakkak ki o da onlardan olacaktır. Allah zalim toplumlara yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların; ‘Bize bir belâ gelmesinden korkarız.’ diyerek, Yahudi ve Hıristiyanların arasında koşuşturduklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih veya kendi katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar…”