NOT:
Bu yazı 6 Ocak 2010 tarihinde yazılarak muhatabına gönderilmiş ve şöyle denilmiştir: “Sayın” Alparslan AÇIKGENÇ; “Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi” adlı çalışmam Nesil Yayınları‘nca basıldı… Kendini felsefeci zannederek “bilirkişi” olmaya kalkıştığın raporuna dair cevabım EK‘tedir… Zannının “hakikat” olduğunda ısrar ediyorsan, hem senin raporunu yayınlat, hem de benim cevabımı… Mensubu bulunduğun Fatih Üniversitesi’nin bir sürü dergisi var… Şöyle de yapabilirsin: Türkiye’de, İslam Felsefesi ile uğraşan hakiki felsefe profesörleri yok değil, ikimizin yazısını da onlara gönder, bak bakalım ne cevap alacaksın?????? Yazının muhatabı ne raporunu ve raporun cevabını yayınlatabilmiş ne de konuyu İslam felsefesi uzmanlarına sorabilmiştir… Yayınlatamazdı çünkü felsefi bilgi hususundaki derekesi kendi eliyle ifşa edilmiş olurdu… Hakiki İslam felsefesi profesörlerine bir şey soramazdı çünkü yazdığı yazıların gerçek kalibresi ortaya çıkardı… Mecburen; “Konuşma ki âlim zannetsinler.” siperine sığındı… Maalesef, bu sipere sığınan herkes gibi o da “avam” nezdinde “âlim” zannedilmeye devam ediyor…
“Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi” Adlı, Şahsıma Ait Çalışmaya, Sözde Felsefeci “Prof. Dr.” Alparslan AÇIKGENÇ Tarafından Yazılan “Rapor”a Cevap:
Bilenlerin malumudur; Türkiye’deki üniversiteler, başarı sıralamasında dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına giremediği için eleştirilir ve dünyadaki başarılı üniversitelerin icra ettikleri fonksiyonları icra edemedikleri için küçümsenirler. Bu başarısızlık sadece kamu üniversitelerinin değil, özel üniversitelerin de sorunudur. Durum her ne kadar böyle ise de niçin böyle olduğu hususunda kimse fikir beyan etmek istemez. Çünkü aslî nedenleri sorgulamak, tek bir kurumla sınırlı kalmayacak, topyekûn sisteme yönelik olacaktır. Türkiye’de; Amerika’da ve Avrupa’da olduğu gibi, üniversitelere üniversal bilgi üretme fonksiyonu mu yüklenmiş ki aynı seviyede başarı istensin!? Liyakat ve ehliyet gözetilmeksizin, sıradan birilerine “akademisyen” olma imkânı tanınırsa üstelik bunu “özel üniversiteler” bile yaparsa o sıradan tiplerden üniversal bilgi ve üniversal ahlak beklemek, akıl kârı mıdır!?
Sözde mesleki formasyonu “ilahiyat” olan bir tipi, felsefî bilgi tahsili olmaksızın “Felsefe Bölümü” başkanı yaparsanız, üstelik ona felsefede “bilir-kişi” – “ehl-i vukuf” yetkisi verirseniz, yapacağı şeyin haddini bilmezlik olacağı açık değil mi!? Böylesi tiplerle muhatap olmak her ne kadar doğru değil ise de (cahilden, yangından kaçar gibi kaçmak esastır) piyasada “adam” zannedildikleri için, hadlerini bildirmek bazen mecburiyet oluyor. “Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi” başlıklı çalışmama haddini aşarak “bilir-kişi” olmaya kalkışan “Prof. Dr.” Alparslan AÇIKGENÇ adlı sözde felsefeci, vukufsuz “ehl-i vukuf” tipi muhatap alışım, maalesef bir mecburiyettir:
1- Çalışmanın başlığına rağmen beklentilerini bulamadığını belirterek raporuna giriş yapan vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “az bir Risale kültürü olan herkes” ifadesi, alanında ne kadar uzman olduğu hususunda ipuçları verdiği gibi, Felsefe ve Risale-i Nur hakkındaki birikimi ve kapasitesi hususunda da ipuçları vermektedir. Şöyle ki: İlköğretim seviyesinde Türkçe bilen bir kişi dahi “az bir Risale kültürü olan herkes” şeklinde bir cümle kurmayı başaramaz. Böyle bir cümle kurabilmek için A. AÇIKGENÇ gibi “Prof. Dr.” olmak gerekir. “Az bir Risale kültürü” ne demek acaba? “Birazcık Risale-i Nur bilgisi” demek istiyor galiba (!?) Şayet vukufsuz “ehl-i vukuf”, “Anadilim Türkçe olmadığından doğru-dürüst cümle kuramıyorum.” diyorsa o daha da vahim. Okur–yazar olmadığı bir dilde “insan” nasıl “ehl-i vukuf” olabilir??? Kültür kavramının anlamını dahi bilmeyen bir “felsefe profesörü”…
2- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Risalelerdeki felsefe eleştirilerini çıkarıp okumak ve ne olduğunu öğrenmek için ne felsefeci olmaya gerek vardır, ne de bilim adamı” ifadesi, daha bir evlere şenlik cümle… Böyle bir mantıkla, daha doğrusu “primitif akıl yürütme” ile herhangi bir şey üretilebilir mi? Madem öyle niçin “Risale-i Nur Enstitüsü” kurulmuş???
3- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Zaman Risalelerin felsefe eleştirilerini inceleyen bir felsefeci olursa ve bu felsefeci aynı zamanda bir bir bilim adamı olursa ondan ne beklenir?” ifadesini anlayabilmek için, kendisi gibi bir “felsefeci” ve kendisi gibi bir “bilim adamı” olmak zorunludur. Felsefenin aynı zamanda bilim olduğunu zannedenler A. AÇIKGENÇ gibi “Prof. Dr.”lardır. Bu birikim ve kapasiteyle birileri yıllarca “Felsefe Bölümü” başkanlığı yapıyorsa o bölümde okuyan çocukların vay haline…
Garabete bakın ki kendisini hem “felsefeci” hem de “bilim adamı” vehmeden “Prof. Dr.” A. AÇIKGENÇ, ilahiyat fakültesi mezunu olduğunu saklayacak (daha doğrusu inkâr edecek) kadar da dürüst (!?) “Felsefe” dersleri verdiği Fatih Üniversitesi’ndeki WEB sayfasına koyduğu şu bilgiye bakın: Education: BA, Ankara University, History of Philosophy-1974, Ankara/TURKEY. Utandığından, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi diyemiyor, Felsefe Tarihi diye bir BA derecesi uyduruyor.
4- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Aynen az bir Risale kültürü olan felsefeci olmayan ve bilim adamı olmayan zatın okumaları neticesinde ulaştıkları görüşler mi beklenir; yoksa bir bilim adamıözellikle felsefeci olan bir bilim adamından bunların daha derin tahliller ve neticede bir çıkış noktası bulması mı beklenir?” cümlesindeki, güzelliği anlamak, herkesin kârı mı (!?) Bu ne belagat (!?) Bu ne bedahat (!?) Bu ne fesahat (!?) Bu harika cümle üzerinde “derin tahliller” yapılabilir mi (!?)
5- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “derin tahliller ve neticede bir çıkış noktası beklerim ve bu yayınlanmak üzere sunulan eserden de beklediklerim bunlardır.” cümlesindeki beklentilerine cevap verebilmek, ancak kendisi gibi bir “felsefeci” ve kendisi gibi bir “bilim adamı” olmayı şart koşar. “Prof. Dr.” A. AÇIKGENÇ, bahsettiği tarzda “eserler” yazdı da biz mi okumadık (!?) Bakın Allah’ın işine ki “Prof. Dr.” A. AÇIKGENÇ’in “felsefî bilgi ve birikimi” ile ilgili TEZKİRE dergisinde sadece hicviye okuduk (Tahir ENES, “Bilgi Felsefesi”, Tezkire, ss. 136-140, Eylül 1992.) yayınlanmış yazıya bakılabilir (!?)
6- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Üzülerek ifade etmek isterim ki bu beklediklerimi bulamadım.” cümlesinin cevabı bellidir: Senin gibilerin beklentileri, hakikaten felsefeden anlayanların beklentileri değil ki bulunması mümkün olsun…
7- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Şimdi kitabın adı ile kitabın içindekileri kıyaslıyalım, bakalım gerçekte anlatılanların kitabın adı ile ilgisi var mı? Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi; 1. Bölüm: Risale-i Nur’da Hakikat Tartışması; 2. Bölüm: Risale-i Nur’da Varlık ve Bilgi Problemi; 3. Bölüm: Risale-i Nur’da İnsan Problemi. Eserde sadece üç bölüm bulunmaktadır. Şimdi bu bölümlerin başlığını okuyan birisine “içindekileri bu sorunlar olan eserin adını tahmin ediniz?” diye sorulsa acaba Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi diyen çıkar mı?” şeklindeki sorusunun cevabı şudur:
Senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden ve bulmaca çözmeyi ilim-irfan zannettiklerinden, doğal olarak felsefenin bir ”Hakikat Tartışması” olduğunu da bilemezler ve muhtevada anlatılanın felsefe olduğunu da çıkaramazlar… Yine; senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden, doğal olarak felsefenin bir “Varlık ve Bilgi Problemi” olduğunu da bilemezler ve muhtevada anlatılanın felsefe olduğunu da çıkaramazlar… Yine; senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden, doğal olarak felsefenin bir “İnsan Problemi” olduğunu da bilemezler ve muhtevada anlatılanın felsefe olduğunu da çıkaramazlar…
Soyut, spekülatif ve rasyonel olan felsefe; soyutlamadan, spekülasyondan ve rasyonaliteden anlamayan, en azından o kapasitede olmayan birilerinin kavrayabileceği bir şey mi ki öyleleri de felsefe hakkında reyde bulunsun (!?)
8- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Şimdi aynı soruyu her bir bölüm için soralım yine aynı sorunla karşılaşırız. Mesela, 2. Bölüm’de Risale-i Nur’da Varlık ve Bilgi Problemi başlığı kullanılmış ama içinde anlatılanlar şunlar: 2.1. Allah-Âlem İlişkisi; 2.2. Nübüvvet; 2.3. Haşir. Peki Bilgi Problemi bunların neresinde? Haydi diyelim ki, 2.4. Bilgi diye bir başlık eklendi, peki Allah-Âlem İlişkisi, Nübüvvet ve Haşir gibi konular ne zaman “varlık sorunu” oldular?” şeklindeki sorusunun cevabı şudur:
Senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin en temel problemlerinden birinin “Varlık Problemi”, yani Metafizik olduğunu bilemediklerinden, doğal olarak metafiziğin de bir anlamda Allah-Âlem İlişkisi olduğunu bilemezler ve muhtevada anlatılanın felsefe olduğunu da çıkaramazlar… Yine; senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden, doğal olarak “Haşir” meselesinin “Varlık Problemi”, yani Metafizik çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini de çıkaramazlar… Yine; senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden, doğal olarak Nübüvvet ve Haşir meselesinin, felsefenin en temel problemlerinden biri olan Bilgi Problemi ve Varlık Problemi çerçevesinde değerlendirildiğini de bilemezler ve bunu muhtevadan çıkaramazlar…
Müstakil bir başlık olarak “Bilgi Problemi”nin konulmamış olması; okuyucuların felsefeci olmayabileceği dikkate alınarak ileri sürülebilir ise de bir felsefecinin felsefeden anlamayan senin gibi tipleri dikkate alma mecburiyeti yoktur… Vukufsuz “ehl-i vukuf”un bilgisi ve birikimi; soyutlamadan, spekülasyondan ve rasyonaliteden anlayanlar kategorisinde değil olsa olsa işte o kategoride kabul edilmelidir ki sözde eleştirileri mazur görülebilsin… Neticede, vukufsuz “ehl-i vukuf”un “bilgi” konusuyla ilgili eleştirileri mazur görülmüş ve çalışmadan onun gibiler de istifade etsin diye müstakil “Bilgi” başlığı eklenmiştir…
9- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Felsefeciler gayet iyi bilir ki, “Varlık Sorunu” denildiğinde ontoloji akla gelir. Onun için ben de tabii olarak bu başlığı görünce Risale-i Nur’da geliştirilen ontolojinin anlatılmasını bekledim ancak bunu görmedim. Evet, denebilir ki, Allah, nübüvvet ve haşir konularının ontoloji ile bağlantısı var o yüzden buraya aldım, ama o zaman ontolojinin kendisi nerede? Yani varlık nedir, nasıl sınıflandırılır, gerçek varlık, vacib, mümkün vs bir sistem içerisinde işlendikten sonra bu konulara yer verilebilir ama ontolojiyi ilgilendirdiği nisbette.” şeklindeki ifadelerinin cevabı şudur:
Felsefede “varlık sorunu” denildiğinde; sadece senin gibi “sözde felsefeciler”in ve “nominal profesörler”in aklına “ontoloji” gelir. Hakiki felsefeciler bilirler ki ontoloji esasta Nicolai Hartmann’ın felsefî doktrinidir ve o da metafizik karşıtlığını ifade eder. Senin gibi “sözde dindarlar” nereden bilecekler, metafizik karşıtlığının aynı zamanda din karşıtlığı olduğunu (!?) Yine; senin gibi “az bir Risale kültürü olan” “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” nerden bilecekler, Risale-i Nur’un varlık anlayışının “ontoloji” olmadığını (!?) Yine; senin gibi “az bir Risale kültürü olan” “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” nerden bilecekler, Risale-i Nur’un varlık anlayışının, mesela “Tabiat Risalesi”nde anlatıldığını(!?) “Sözde felsefeci” ve “nominal profesör” olmana rağmen; “Allah, nübüvvet ve haşir konularının ontoloji ile bağlantısı var” cümlesini kurabilmen de gösteriyor ki bu konuların “Varlık ve Bilgi Problemi” ile ilgisini duymuşsun (!?) Ne yazık ki kulaktan dolma bilgiler kimseyi hakiki felsefeci yapmaya yetmiyor (!?)
10- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; Giriş bölümünde felsefenin mahiyeti, felsefi (!) açıdan ortaya konmaya çalışılmış ama gözden kaçan önemli bir husus var: Burada felsefe, dinsiz (Üstad’ın tabiriyle) filozoflar felsefeyi nasıl anlamışsa öylece bir sunulmuş. Ben felsefeyi Aristoteles gibi veya Nietzche, Jaspers, Heidegger, Hegel, Marx gibi anlamak zorunda mıyım? Yoksa benim Üstad’ım Risalelerde bana bir ölçü vermiş bende o ölçüyü kullanarak mı felsefeyi tanımlamaya çalışırım? şeklindeki sorusunun cevabışudur:
Senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden, böyle saçma sualler sormaya cüret edebiliyorlar… Söylediğini kulağın duymadığından, daha doğrusu yazdığını gözün görmediğinden, cehaletinden aldığın cesaretle saçmalıyorsun… “(Üstad’ın tabiriyle) filozoflar felsefeyi nasıl anlamışsa öylece bir sunulmuş.” derken; kendi kendini tekzip ettiğini anlayacak kadar zekadan nasipsiz birine üzülmek gerekir, herhalde (!?) “Yoksa benim Üstad’ım Risalelerde bana bir ölçü vermiş bende o ölçüyü kullanarak mı felsefeyi tanımlamaya çalışırım?” şeklindeki cümleyi, üstteki cümleyle peş peşe sıralamak, nasıl bir zeka parıltısıdır (!?)
11- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Gönül isterdi ki, eserin yazarı da bunu yapmaya gayret etsin.” şeklindeki cümlesi de hayli evlere şenlik… Eserin yazarı senin zeka seviyende mi ki senin gibi işler yapsın (!?) Felsefenin ne olduğunun doğru tespiti senin gibiler için batılı tasvirdir (!?)
12- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Ben felsefede bunu müşahede ettim. Üstad’ın geçmiş Ehl-i Sünnet ulemasının Zemahşeri gibi bazı Mutezile imamlarını reddetmemelerini anlatırken söyledikleri gibi.” şeklindeki cümlesinin cevabı şudur: Sen hangi zekayla bunu müşahede ettin (!?)
13- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Giriş’te bazı kavram kullanımları bizim Risale ahlakına uygun değildir: Mesela 10. sayfadaki “Plotinus’un Allah’ı, Musevilik, Hırıstiyanlık ve İslam gibi monoteist dinlerin alemi yoktan vareden Allah’ı değildir.” Bu tür ifadeler Batılı sosyologların ifadeleridir malesef bizim gençlerimiz bunları okuyarak Allah’a ve dine karşı saygısız olan bu ifadeleri kullanmaya alışıyorlar.” şeklindeki cümlesinin cevabı şudur:
Siz de kimsiniz? Sizin Risale ahlakınız hangisi? Metinde geçen; “Plotinus’un Allah’ı; Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi monoteist dinlerin, alemi yok iken var eden, yoktan yaratan Allah’ı değildir.” ifadesi, sadece senin zeka seviyendekiler tarafından “Allah’a ve dine karşı saygısızlık” olarak değerlendirilebilir… Metni okuyan normal zekâya sahip hiç kimse böyle bir çıkarımda bulunamaz… Allah kelimesi yerine Tanrı kelimesinin kullanılmaması sadece Risale-i Nur’un diline yabancı düşmemek içindir…
14- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Dolayısıyla Giriş Bölümü tamamen Batılı kaynaklardan felsefenin mahiyetini bize özetleyen bir sunumdan ibarettir. Malesef burada De Lacy O’Leary gibi aşırı önyargılı Müsteşriklerin ve batılı yazarların eserleri kaynak olarak seçilmiştir. Halbuki bu konuda Batı’da daha iyi niyetli ve üstelik en son çıkan kaynakları da kullanarak yazılan eserler var, bunlara müracaat edilmemiştir.” şeklindeki cümlesinin cevabı şudur:
Senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” felsefenin ne demek olduğunu bilemediklerinden, doğal olarak felsefenin mahiyetinin Batılı kaynaklara göre belirlenmesi gerektiğini de düşünemiyorlar… Felsefî düşünceyi icat edenler Batılılar değil de senin gibiler miydi (!?) Felsefenin eleştirisinden bahseden bir çalışma, müsteşriklerin değerlerine mi çağırmaktadır (!?) Böyle bir çıkarım, ancak senin gibi “sözde felsefeciler” ve “nominal profesörler” tarafından becerilebilir (!?)
15- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Risalelerdeki felsefe eleştirisi Gazali’nin başlattığı “Tehafüt” geleneğinin bir devamı gibi yorumlanmıştır. Bence buna ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Özellikle Üstad’ın filozofları, Dehriyyun (veya Maddiyyun), Tabiiyyun ve Meşşaiyyun diye üç sınıfa ayrıdığını hatırlamıyorum. (s. 42) Üstad bunlar hakkında konuşuyor ama filozofları sınıflandırması diye bir konu Risalelerde geçmiyor.” cümlesinin cevabı şudur:
Bediüzzaman’ın kendisi Gazzalî geleneğini takip ettiğinden bahsederken, senin ihtiyatını kim (şey eder) dikkate alır (!?) Yine; senin zeka parıltısı olarak kullandığın “Üstad bunlar hakkında konuşuyor ama filozofları sınıflandırması diye bir konu Risalelerde geçmiyor.” cümlen, Risale-i Nur’da Dehriyyun (veya Maddiyyun), Tabiiyyun ve Meşşaiyyun ekollerinden bahsedildiğine delalet etmez mi (!?)
16- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Bence Giriş’te Üstad’ın hayatının anlatılması yersizdir. Sadece bu yönde eser önermek yeterlidir. Çünkü artık Üstad bilinen bir alimdir. Nitekim bu eser de onun hayatı hakkında değildir. Eğer hayatında felsefe eleştirisi ile ilgili bir olay veya yaşantıçizgisi varsa bunlar özetlenebilirdi, aksi halde hayatını anlatmak yersizdir.” cümlesinin cevabı şudur:
Senin gibi “sözde felsefeciler”in ve “nominal profesörler”in bir şeyi yersiz bulmasının, o şeyin hakikaten de yersiz olduğuna delalet ettiğine kim karar vermiş (!?) Bu zeka seviyesiyle kendini alemin mihengi mi sanıyorsun (!?)
Senin gibiler hem Felsefeye hem de Risale-i Nur’a vakıf olsaydı; 50 yıldır yayınlanan Risale-i Nur Külliyatı’ndan SÖZLER mecmuasındaki KONFERANS metninde geçen “Müfessirin Kur’an ve iman hakikatlerini cerh edilmez delil ve hüccetlerle ispat ederek tedris etmesi, yani pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esas ittihaz etmiş olması” şeklindeki ifade düzeltilmez miydi??? Bediüzzaman, pozitivist mi??? Bediüzzaman, pozitivizmi bir esas mı ittihaz etmiştir??? Kendisini senin gibi “Nur Talebesi”, “Nurcu” zanneden “bir sürü felsefeci”, “bir sürü sosyal bilimci” acaba niçin bu yanlışı düzeltememiştir???
17- Vukufsuz “ehl-i vukuf”un; “Son olarak keşke Risale-i Nurlara dayalı bir felsefe anlayışı geliştirebilseydik derim. Böylece Üstad’ın bu tür felsefeye teşvik edeceği de görülebilirdi.” cümlesinin cevabı da şudur:
Ey, eblehü’l-bülahadan tebellüh etmiş ebleh! Ey, echel-i cüheladan tecehhül etmiş echel! Vukufsuz “ehl-i vukuf”! Ömrünü nerdeyse tamamen felsefe eleştirisine ve felsefeyle mücadeleye harcamış bir insanın eserlerinden hareketle yeni bir felsefe anlayışı geliştirmeyi düşünmek, Risale-i Nur bilgisine mi delalet eder (!?) Senin gibi, Risale-i Nur camiasına nispetle var olmayan; yaptığı objektif değerlendirmeyle mensubiyeti olmaksızın, Risale-i Nur’u insanlara tanıtmada şöyle ya da böyle katkıda bulunan bir yazarın akademik gayretine engel olmaya cüret, hangi Risale-i Nur ahlakı ve sevgisiyle telif edilebilir???
Bitirirken; okuyucunun, “Prof. Dr.” Alparslan AÇIKGENÇ’in felsefi niteliği hakkında daha net karar verebilmesi için, kendisinin felsefi çalışma zannettiği “Bilgi Felsefesi” (İnsan Yay., İstanbul, 1992.) başlıklı kitabından birkaç cümleyi iktibas etmek istiyorum:
“… hem tarihsel açıdan, hem de zihnimizin yapısı açısından felsefeyi, bir sistem bilimi olarak tanımlamamız yerinde olacaktır.”
“… felsefe, bize göre bir sistem bilimidir.”
“İslam felsefesinde oluşturulmuş beş önemli sistemle karşılaşmaktayız: 1. Meşşailik, 2. Gazali sistemi, 3. İşrakilik, 4. Tasavvuf, 5. Varlıkçı (Vücudiye) sistem.”
“… felsefenin en temel sorunlarından biri olan felah ve hüsranın keyfiyeti, İslam felsefesinin en önemli meselesi olmalıdır.”
İslam’da felsefi düşüncenin doğuşuna temel olarak iki önemli sebep gösterebiliriz: Birincisi, Kur’an’ın düşünceye yönelik tavrı… ikinci önemli etken de Hz. Osman devrinde başlayıp Hz. Ali ve Muaviye çatışması ile daha da önemli boyutlara ulaşan İslam’daki fikir ayrılıklarıdır.”
“Demek ki, İslam’da felsefi düşünce Yunan felsefesi henüz Müslümanlarca bilinmeden çok önce başlamış…”
“Bu tartışmamızdan çıkan sonuca göre, İslam felsefesi, İslami çerçeve içerisinde geliştirilen kuramlar, görüşler ve sistemlerin bulunduğu düşünce birikimidir.”
“İslam felsefesinde özgünlük bulmak istemeyenler, genellikle İslam felsefesini sadece Meşşailik akımından ibaret olarak görmektedirler. Bu da bizce felsefenin, Aristocu anlayışa indirgenmesi demektir ki, bu durumda, bu anlayışa ters düşen bir Kant veya Descartes felsefesini de aynı sonuçla değerlendirmemiz gerekebilir; böylece bu düşünce sistemleri, felsefe olmamakla itham edilebilirler!”
“Konumuzun en garip örneğini aslında Gazali (Ö. 1111) teşkil etmektedir. Zira bu büyük filozof, kendini filozof olarak kabul etmemiştir. Bunun sebebi ise şudur; felsefe, terimi Eski Yunan felsefesi ile İslam’a girdiği için ve Aristo felsefesinin özellikle alemin ezeliyeti, haşrin inkarı ve Allah’ın kainata ve insana müdahalesi gibi konularda Kur’an ile çelişkiye düşen görüşlerini kabullenen kimselere atfedildiği için, “filozof’ tabiri de sadece bu gelenek içerisinde düşünenlere izafeten kullanılmıştır. Hâlbuki bugün bu kelimeyi biz, daha geniş anlamda kullanmaktayız. Bu geniş kullanım içerisinde kelamcıları da, tasavvufçuları da, hatta büyük ölçüde hukuk usulcülerini de filozof olarak kabul edebiliriz.”
“T. J. De Boer, İslam’da Felsefe Tarihi adlı kitabında her felsefi doktrini belli bir yabancı kaynağa bağlayarak sanki İslam’ın bu doktrinlerin oluşmasında hiçbir tarihi etkinliği olmadığı intibaını uyandırmıştır. Bundan da öte bu kötü niyetli adam, Müslüman düşünürleri küçümseyerek sanki kendisi çok büyük filozofmuş gibi onlara tepeden bakılabileceğini ifade etmiştir.”
İslam felsefesiyle ilgili olarak Bertrand Russell şöyle demektedir: Arap felsefesi özgün bir düşünce olarak önemli değildir. İbni Sina ve İbni Rüşd gibi adamlar esasen birer yorumcudurlar. Genel olarak söyleyecek olursak, bu felsefede bilimle uğraşan filozofları Mantık ve Metafiziğe dair görüşleri, Aristo ve Yeni Eflatunculardan; tıptaki başarıları, Galen’den; matematik ve astronomiye dair görüşleri Yunan ve Hint kaynaklarından alımıştır. Tasavvuf ve din felsefelerine de eski eski İran inançları karışmıştır.”
“İslam felsefesi hakkında Russell’ın ne kadar cahil olduğu bu ifadeden anlaşılmaktadır.”
Bertrand Russell’ı cahil olmakla itham eden cehalet timsali sözde felsefeci, “Prof. Dr.” A. AÇIKGENÇ, cehaletinden aldığı cesaretle nev’i şahsına münhasır, yepyeni bir felsefe tanımı ortaya koyuyor: “… felsefe, bir sistem bilimidir.”
Aynı şekilde yepyeni İslam felsefesi ekolleri icat ediyor: “Gazali sistemi, Tasavvuf, Varlıkçı (Vücudiye) sistem.”
Aynı şekilde yepyeni, temel felsefi sorunlar icat ediyor: “ felah ve hüsran sorunu”.
Aynı şekilde, İslam felsefesinin doğuşuna iki temel neden icat ediyor: “Kur’an’ın düşünceye yönelik tavrı… İslam’daki fikir ayrılıkları.”
Aynı şekilde, İslam felsefesinin “Yunan felsefesi henüz Müslümanlarca bilinmeden çok önce” başladığını keşfediyor.
İslam felsefesinin özgünlüğüyle ilgili ileri sürdüğü ifadeler o kadar yeni o kadar yeni ki şeytanın bile akledemeyeceği yenilikte: İslam felsefesini birileri sadece Meşşailik akımından ibaret olarak görüyormuş… Kant ve Descartes felsefesi, Aristo felsefesine ters düştüğü için felsefe olmamakla itham edilebilirmiş… Gazzali; kendini filozof olarak kabul etmese de büyük bir filozofmuş… Filozof’ tabiri, Yunan felsefesi geleneği içerisinde düşünenlere izafe edilemezmiş… Bugün, birileri “filozof” tabirini daha geniş bir anlamda kullanarak, “kelamcıları da tasavvufçuları da hatta büyük ölçüde hukuk usulcülerini” de filozof kabul etmekteymiş…
Bu cehalet timsaline karşı son sözü Yunus Emre lisanıyla söyleyelim:
İlim, ilim bilmektir…/ İlim, “haddini” bilmektir…
Sen, “haddini” bilmezsen…/ O, nice okumaktır…
Vukufsuz “ehl-i vukuf” sözü, eğri büğrü söyleme…
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir…
Prof. Dr. Neşet TOKU
NEŞET TOKU’NUN “RİSALE-İ NUR’DA FELSEFE ELEŞTİRİSİ” ADLI ESERİ HAKKINDA RAPOR
(Hazırlayan: Alparslan Açıkgenç)
Eser’in tahliline adından başlayacak olursak Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi üzerimizde bıraktığı intiba şöyle ifade edebiliriz; Risalelerde “felsefe”ye yöneltilen eleştiriler ve bu eleştirilerin bir değerlendirilmesi yapılacaktır. Risalelerdeki felsefe eleştirilerini az bir Risale kültürü olan herkes bilir. Dolayısıyla bunları çıkarıp okumak ve ne olduğunu öğrenmek için ne felsefeci olmaya gerek vardır, ne de bilim adamı. Bu yüzden olsa gere ki bu eser de gerçekten Risalelerdeki felsefe eleştirilerini güzel bir şekilde derlemiştir.
Zaman Risalelerin felsefe eleştirilerini inceleyen bir felsefeci olursa ve bu felsefeci aynı zamanda bir bir bilim adamı olursa ondan ne beklenir? Aynen az bir Risale kültürü olan felsefeci olmayan ve bilim adamı olmayan zatın okumaları neticesinde ulaştıkları görüşler mi beklenir; yoksa bir bilim adamı özellikle felsefeci olan bir bilim adamından bunların daha derin tahliller ve neticede bir çıkış noktası bulması mı beklenir? Ben bu ikincisini beklerim ve bu yayınlanmak üzere sunulan eserden de beklediklerim bunlardır.
Üzülerek ifade etmek isterim ki bu beklediklerimi bulamadım. O zaman biri bana bu eseri okumak istediğini ve bu yolda benden tavsiye beklediğini soracak olursa, ben Risaleleri okumasını bu eserle zaman kaybetmemesini tavsiye ederdim. Çünkü burada anlatılanlar zaten Risalelerdekinin bir tekrarı, o zaman neden bunları aslından değilde başka birinin lisanından dinleyeyim ki? Şimdi bu çalışma ile ilgili bazı hususları dile getirmek istiyorum:
1. Şimdi kitabın adı ile kitabın içindekileri kıyaslıyalım, bakalım gerçekte anlatılanların kitabın adı ile ilgisi var mı? Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi; 1. Bölüm: Risale-i Nur’da Hakikat Tartışması; 2. Bölüm: Risale-i Nur’da Varlık ve Bilgi Problemi; 3. Bölüm: Risale-i Nur’da İnsan Problemi. Eserde sadece üç bölüm bulunmaktadır. Şimdi bu bölümlerin başlığını okuyan birisine “içindekileri bu sorunlar olan eserin adını tahmin ediniz?” diye sorulsa acaba Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi diyen çıkar mı?
2. Şimdi aynı soruyu her bir bölüm için soralım yine aynı sorunla karşılaşırız. Mesela, 2. Bölüm’de Risale-i Nur’da Varlık ve Bilgi Problemi başlığı kullanılmış ama içinde anlatılanlar şunlar: 2.1. Allah-Âlem İlişkisi; 2.2. Nübüvvet; 2.3. Haşir. Peki Bilgi Problemi bunların neresinde? Haydi diyelim ki, 2.4. Bilgi diye bir başlık eklendi, peki Allah-Âlem İlişkisi, Nübüvvet ve Haşir.gibi konular ne zaman “varlık sorunu” oldular? Felsefeciler gayet iyi bilir ki, “Varlık Sorunu” denildiğinde ontoloji akla gelir. Onun için ben de tabii olarak bu başlığı görünce Risale-i Nur’da geliştirilen ontolojinin anlatılmasını bekledim ancak bunu görmedim. Evet, denebilir ki, Allah, nübüvvet ve haşir konularının ontoloji ile bağlantısı var o yüzden buraya aldım, ama o zaman ontolojinin kendisi nerede? Yani varlık nedir, nasıl sınıflandırılır, gerçek varlık, vacib, mümkün vs bir sistem içerisinde işlendikten sonra bu konulara yer verilebilir ama ontolojiyi ilgilendirdiği nisbette.
3. Çalışmayı genel olarak değerlendirecek olursak diyebiliriz ki, felsefi açıdan çok sorunlu bir çalışma. Giriş bölümünde felsefenin mahiyeti, felsefi (!) açıdan ortaya konmaya çalışılmış ama gözden kaçan önemli bir husus var: Burada felsefe, dinsiz (Üstad’ın tabiriyle) filozoflar felsefeyi nasıl anlamışsa öylece bir sunulmuş. Ben felsefeyi Aristoteles gibi veya Nietzche, Jaspers, Heidegger, Hegel, Marx gibi anlamak zorunda mıyım? Yoksa benim Üstad’ım Risalelerde bana bir ölçü vermiş bende o ölçüyü kullanarak mı felsefeyi tanımlamaya çalışırım? Gönül isterdi ki, eserin yazarı da bunu yapmaya gayret etsin. Malesef Giriş Bölümüçok problemli. Neden batılı tasvirle saf zihinlerin idlaline yol açalım? Bazan Batılın tasviri faydalı olabiliyor.
4. Ben felsefede bunu müşahede ettim. Aynen Üstad’ın geçmiş Ehl-i Sünnet ulemasının Zemahşeri gibi bazı Mutezile imamlarını reddetmemelerini anlatırken söyledikleri gibi.
5. Giriş’te bazı kavram kullanımları bizim Risale ahlakına uygun değildir: Mesela 10. sayfadaki “Plotinus’un Allah’ı, Musevilik, Hırıstiyanlık ve İslam gibi monoteist dinlerin alemi yoktan vareden Allah’ı değildir.” Bu tür ifadeler Batılı sosyologların ifadeleridir malesef bizim gençlerimiz bunları okuyarak Allah’a ve dine karşı saygısız olan bu ifadeleri kullanmaya alışıyorlar. Malum Batı’da Hz İsa’ya inanalar bile Allah’ın elçisini tezyif edici ifadeler kullanıyorlar, biz bunu dindeki edebe sığmadığı için kullanmayız. Bu yüzden bu ifadele yerine “Plotinus’un Allah anlayışı” gibi ifadeleri tercih etmeliyiz. Buralarda “Tanrı” kelimesini de kullanabiliriz, çünkü bu filozofların Allah anlayışıİslam’da anlatılan Marifetullah’tan çok uzaktır. Yine Batılı bir kelime olan “monoteism” yerine “tevhid” kelimesini tercih ederdim. Dolayısıyla Giriş Bölümü tamamen Batılı kaynaklardan felsefenin mahiyetini bize özetleyen bir sunumdan ibarettir. Malesef burada De Lacy O’Leary gibi aşırıönyargılı Müsteşriklerin ve batılı yazarların eserleri kaynak olarak seçilmiştir. Halbuki bu konuda Batı’da daha iyi niyetli ve üstelik en son çıkan kaynakları da kullanarak yazılan eserler var, bunlara müracaat edilmemiştir.
6. Risalelerdeki felsefe eleştirisi Gazali’nin başlattığı“Tehafüt” geleneğinin bir devamı gibi yorumlanmıştır. Bence buna ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Özellikle Üstad’ın filozofları, Dehriyyun (veya Maddiyyun), Tabiiyyun ve Meşşaiyyun diye üç sınıfa ayrıdığını hatırlamıyorum. (s. 42) Üstad bunlar hakkında konuşuyor ama filozofları sınıflandırması diye bir konu Risalelerde geçmiyor.
7. Bence Giriş’te Üstad’ın hayatının anlatılması yersizdir. Sadece bu yönde eser önermek yeterlidir. Çünkü artık Üstad bilinen bir alimdir. Nitekim bu eser de onun hayatı hakkında değildir. Eğer hayatında felsefe eleştirisi ile ilgili bir olay veya yaşantı çizgisi varsa bunlar özetlenebilirdi, aksi halde hayatını anlatmak yersizdir.
8. Son olarak keşke Risale-i Nurlara dayalı bir felsefe anlayışı geliştirebilseydik derim. Böylece Üstad’ın bu tür felsefeye teşvik edeceği de görülebilirdi.
Bunların dışında kitabın daktilo nüshası üzerinde de işaret ettiğim bir çok husus bulunmaktadır. Burada özetlediğim noktalar bence eserin basılmaması gerektiğine dair yeterli nedenlerdir. Elbette ki nihai takdir hakkı Yayınlar müdürümüzündür. Ancak şahsi değerlendirmelerim sadece bu hususları gündeme getirmektedir.
Saygılarımla arz ederim.
Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç
FATİH ÜNİVERSİTES FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ / FELSEFE BÖLÜMÜ /İSTANBUL