Rusya’nın 30 Eylül 2015 tarihinde, Suriye diktatörü Esad’a yardım maksadıyla ve IŞİD bahanesiyle Suriye iç savaşına (!?) müdahale edip, rejim muhaliflerinin hakim olduğu bölgelere hava saldırısında bulunması, şu ya da bu şekilde muhalifleri destekleyen diğer ülkeleri zor durumda bıraktı. Zannedilmesin ki Rus uçakları Rusya’dan kalkarak o bölgelere gitti ve oraları bombaladı. Hayır; aylardır silah ve asker yığınağı yaptığı Suriye’nin Lazkiye limanından hareketle gerçekleştirdi bombardımanını. Peki, Ruslar Lazkiye’ye nasıl ulaştılar? Tabii ki Türkiye üzerinden…
Saldırı sonrası açıklama yapan Kremlin İdaresi Başkanı Sergey İvanov şöyle diyor: “Suriye lideri Esad, Başkan Putin’e askeri yardımda bulunmasını rica etti. Terörle mücadele edilmesi gerek, güçlerimizi birleştirmemiz gerek fakat aynı zamanda uluslararası kurallara uyulması gerek…” Rus uçaklarının bombardıman esnasında ilaveten Türk hava sahasını da ihlal etmeleri, Esad karşıtı muhalifleri destekleyen ülkelerden Türkiye’yi daha da zor durumda bıraktı. Angajman kuralları gereği, karşılık verse (Nasıl verecekse?) bir türlü vermese iki türlü…
Rus uçaklarının Türk hava sahasını ihlal etmesine ilk tepki NATO’dan geldi. NATO Genel Sekreteri Jens STOLTENBERG; Türk hava sahasının Rus savaş uçakları tarafından ihlal edilmesinin “kabul edilemez” olduğunu söyledi ve konunun müttefik ülkeler arasında görüşülmesi için Kuzey Atlantik Konseyi’ni toplantıya çağırdığını belirtti. Rusya’ya NATO’nun hava sahasına tam saygı göstermesi ve müttefik ülkeler ile gerilimi tırmandırıcı eylemlerden kaçınması uyarısı da yapan STOLTENBERG, IŞİD’le mücadele edecekse şayet, çabalarını uluslararası koalisyonunkilerle uyumlu hale getirmesini Rusya’ya tavsiye ediyorum dedi… Brüksel’de, Dışişleri Bakanı Feridun SİNİRLİOĞLU ile de görüşen STOLTENBERG; “Rusya’nın eylemleri bölgenin güvenliğine ve istikrarına katkı sağlamıyor” diyerek, “NATO’nun Türkiye’nin güvenliğini sağlama konusundaki kararlı tutumunun sürdüğünü de ifade etti…”
ABD’den, Beyaz Saray Sözcüsü Josh EARNEST de konuyla ilgili şunları söyledi: “Söz konusu hava ihlali konusunda Türk hükümeti ve NATO müttefikleriyle görüşme halindeyiz; bu görüşmelerin sonucunun önüne geçecek bir açıklamada bulunmak istemiyorum, ancak ABD ve NATO müttefiklerinin bu provokasyondan oldukça endişeli olduğunu söyleyebilirim…” ABD Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da “Rusya’nın yaptığı hava sahası ihlalinin sehven yaşandığına inanmıyoruz.” denildi…
Olayın asıl muhatabı Türk Dışişleri Bakanlığı da ihlallere yönelik şu açıklamayı yaptı: “Rusya Federasyonu’na ait bir savaş uçağı 3 Ekim saat 12.08’de Yayladağı/Hatay bölgesinin güneyinde hava sahamızı ihlal etmiştir. Bölgede devriye uçuşu yapan iki F-16 uçağımız tarafından önlemede bulunulması üzerine Rus uçağı Türk hava sahasını Suriye’ye geçerek terk etmiştir. Söz konusu ihlal, Rusya Federasyonu’nun Ankara Büyükelçisi, Bakanlığımız Müsteşar Vekili tarafından Bakanlığa çağrılarak kuvvetle protesto edilmiş, bu tür bir ihlalin tekerrüründen kaçınılması önemle talep edilmiş, aksi takdirde yaşanabilecek arzu edilmeyen bir hadiseden Rusya Federasyonu’nun sorumlu olacağı bildirilmiştir. Ayrıca, Sayın Bakanımız; Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey LAVROV’u 3 Ekim günü arayarak konuyla ilgili benzer görüşleri tekrarlamış ve tepkimizi dile getirmiştir. Sayın Bakanımız; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya Dışişleri Bakanlarıyla da durumu değerlendiren telefon görüşmeleri yapmıştır. Sayın Bakanımız, NATO Genel Sekreteri ve Almanya Dışişleri Bakanıyla da konuyu ele alacaktır…”
Türk dış politikasının bugünkü esas mimarı Başbakan DAVUTOĞLU’nun Rusya’ya tepkisi de şu oldu: “ Rusya’ya gerekli diplomatik girişimlerde bulunduk. Dışişleri Bakanımız, Rus Dışişleri Bakanına bir daha böyle bir şeyin tekrar edilmemesi gerektiğini söyledi. Rusya’dan yapılan açıklamada, bunun sehven olduğu bir daha tekrar etmeyeceği belirtildi. Suriye, Rusya’nın komşusu değil ama Türkiye’nin komşusu. Suriye’deki kriz Rusya’yı etkilemeyecek ama Türkiye’yi etkileyecek. Türkiye’nin sınırlarını ihlal etmeyi dost-düşman kimseye tavsiye etmeyiz. Suriye’de diktatörün yanında durmaktansa siyasi bir çözümden yanayız. Sivil halka zarar vermek kimsenin menfaatine değil. Türkiye Cumhuriyeti hava sahası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimindedir. Kim olursa olsun angajman kurallarımız bellidir. Etrafımızda krizler yaşanıyor. Bu ortamda Türkiye’nin tedbir halinde olması lazım. Tavrımız çok açık. Kim sınırlarımızı ihlal ederse önce uyarırız, dostça uyarırız. Hangi ülke olursa olsun. Suriye krizi dün başlamış değil. 4 yıldır biz BM Güvenlik Konseyi üyesini harekete geçirmeye çalıştık. Türkiye her şeyi denedi. 4 yıl sonra herkesin muhasebede bulunması lazım. IŞİD’e karşı müdahale ise hep berber yapalım. Ama halka karşı rejimin yanında durmak kabul edilemez. İhlal yapılan yerler sınır bölgeleri, orada IŞİD yok ılımlı muhalefet var. IŞİD’in bulunduğu bölgede operasyonlar yapılmıyor. Bu konuda Rusya ile kanallarımız açık. Gerekenleri konuşuyoruz. Umarım yanlış tutumlardan vazgeçerler…”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da şu değerlendirmeyi yaptı: “Suriye krizi, savaşın sona ermesi, Esad’ın artık burayı bırakıp gitmesi noktasında hassasiyetleri olanlar var, olmayanlar var. 350 bin insanın ölümüne neden olan bir devlet terörü estiren bir kişi şu anda Suriye’nin başındadır ama bunu korumaya çalışanlar var. İran bunlardan bir tanesidir. Rusya bunlardan bir tanesidir. Bunu korumaya çalışanlar işte şu anda Rusya’nın Suriye’de yaptığı ve orada kendine ait bir üs hazırlama gayreti ve bunun yanında bizim sınırlarımızı ihlal etme olayı. Bu tabii NATO’nun da dün biliyorsunuz bu konuyla ilgili sert bir ültimatomuyla karşılık bulmuştur. Buna tabii bizim sabretmemiz mümkün değil. Bunu kabullenmek özellikle Türkiye’ye yakışmayacağı gibi NATO’nun da kendi prensiplerinin tamamen dışındadır ve dolayısıyla da buna karşı tavrını NATO almıştır ve bundan sonra da alacağına kesinlikle inanıyorum, çünkü Türkiye’ye yapılan saldırı NATO’ya yapılmış saldırıdır, bunun bilinmesi lazım… NATO’nun verdiği mesaj son derece açık: Türkiye’nin hava sahasının ihlali, NATO hava sahasının ihlalidir. Rusya’nın bu ihlallerle ilgili açıklamaları ciddiyetle bağdaşmıyor… Rusya, Suriye’de DAİŞ’i vurmuyor ki! Bir kere ağızlarından kaçırarak, ‘Rejime karşı her unsur bizim için teröristtir’ dedi. Sonra toparlamaya çalıştı. Görünen o ki asıl derdi, Lazkiye’de üs kurmak, Suriye’de askeri varlıklarını güçlendirmek. Oraya 50 uçak gönderdiler. Ciddi bir askeri oluşum içindeler. NATO Konseyi’nden sonra, başta ABD olmak üzere tüm ülkelerin ortaya farklı bir tavır koymaları gerekecek… Türkiye’nin söz konusu olduğu bir meselede, ABD ve Rusya’nın tümüyle aynı çizgide olabileceklerini düşünmüyorum. Her şeyden önce Türkiye, ABD ile müttefik ve NATO üyesi. Türkiye’ye yapılacak bir yanlışlıkta her iki ülkenin aynı çizgide olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Mümkün değil… Rusya ile olan ilişkilerimiz malumdur ama Rusya, Türkiye gibi eğer bu konuda, birçok işbirliği yapmış dostunu kaybederse çok şeyi de kaybeder, bunu da bilmesi lazım… Rusya’nın Türkiye gibi kendisiyle komşu olan; dahası, üst düzey işbirliği konseyi mekanizmasının yürürlükte olduğu bir ülkeye yönelik bu tür ihlaller yapmış olması elbette hoş değil. Bu ihlaller ciddiyetle bağdaşmıyor. Yaşananlardan dolayı elbette kırgınlık içindeyiz…”
Ne hazin değil mi? Rusya; onurunuzu, gururunuzu, haysiyetinizi, vs. vs. ayaklar altına almaya çalışıyor hatta alıyor; siz de maalesef karşılık verebilmek şöyle dursun; “Bizim onurumuz, gururumuz, haysiyetimiz NATO’nun, AB’nin, ABD’nin onuru, gururu, haysiyetidir.”, gibi absürt cümleler kurmaya kalkışıyorsunuz… Acaba bu nevi cümleleri sarf edenler hakikaten de o cümlelere inanıyor olabilirler mi? İnanıyorlarsa çak vahim; inanmıyor ama NATO, AB ve ABD’yi kandırmak için sarf ediyorlarsa o daha da vahim… İnananlara söyleyelim; ne NATO ne AB ne de ABD sizin için parmağını oynatır, aksine yok olup gitmenizi temenni ederler (“Onların dinine uymadıkça senden asla hoşnut olmayacaklar.” Kur’an 2/120)… İnanmayıp da NATO, AB ve ABD’yi kandırabileceklerini zannedenlere de söyleyelim; “âlemi ahmak mı sanırsınız, bu idrak ile”… Rasyonalitenin, utilitaritenin, sekülaritenin zirvesinde dolaşan Batılılar size mi aldanacaklar? İtibarından nema kapmak için dilinizden düşürmediğiniz İstiklal Şairi Mehmet Akif bakın ne diyor: “Âlemi aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile…”
Denilebilir ki hariçten gazel okumak kolay, çözüm üret de görelim… Bu sualin iyi niyetle sorulduğunu var sayıp, siyasetle teorik ve akademik zeminde uğraşan biri olarak cevap vermeye çalışalım: 1) “Siyaset, sürüsünü gütmeyi becermek anlamında çobanlık sanatı” sanılmamalıdır… Böyle zannedilirse ne olur? Şu olur: Niteliği kaval çalmaktan ibaret olan bir çoban, kendisine her hâlükârda tabi bulunan koyunlarını muvakkaten şöyle ya da böyle güder; onların etinden, sütünden ve yününden istediği gibi istifade de eder; isterse koyunlarını kendisi gibi niteliği kaval çalmaktan ibaret başka çobanlara da satar amma ve lakin bir gün gelir de kurtlarla karşılaşırsa ne kendini ne de sürüsünü kurtların parçalamasından ve yemesinden kurtaramaz. Tarihi tecrübeyle sabittir ki mahareti kaval çalmaktan ibaret bütün çobanlar ve sürüleri için mukadder son, bir gün mutlaka kurtlarla karşılaşmak ve onlara yem olmak olmuştur… Metaforu anlayamayanlar için açıklayalım: Mahareti demagoji yapmak ve aldatmak olan siyasetçiler; yegâne yetenekleri (nitelik değil), kendilerine statü bahşeden iktidara itaat etmekten ibaret tebaa sayesinde bekalarını temine uğraşır, ülkelerini ve nominal devletlerini onlarla idare etmeye çalışırlarsa akıbetleri, nitelikleriyle dünyada egemen olan gerçek devletler ve gerçek iktidarlarla karşılaştıklarında yalnızca onlara itaat, tabiiyet ve yem olmak olacaktır…
2) “Siyaset, ilahi hukukun tatbikatı” sanılmamalıdır. Böyle zannedilirse ne olur? Şu olur: Hangi ilahi hukuk ya da hangi ilahi hukuk yorumu temel alınacak, suali cevaplandırılamayacağından; din, özü itibarıyla kendisi için istediklerini başkaları için de isteyen; kendisi için istemediklerini başkaları için de istemeyen ahlaki ilke olmaktan çıkar ve diğerlerine karşı yalnızca bir baskı unsuruna dönüşür. Cümleyi anlayamayanlar için tavzih edelim: Mahareti din istismarı yapmak olan siyasetçiler; muayyen bir dini yoruma mensubiyet iddiasıyla, yegâne yetenekleri (nitelik değil), kendilerine statü bahşeden iktidara itaat etmekten ibaret tebaa sayesinde bekalarını temine uğraşır, ülkelerini ve nominal devletlerini onlarla idare etmeye çalışırlarsa akıbetleri, inançlarından ziyade rasyonel ve tecrübi bilgileriyle dünyada egemen olan gerçek devletler ve gerçek iktidarlarla karşılaştıklarında yalnızca onlara itaat, tabiiyet ve yem olmak olacaktır… Anlayamayanlar için biraz daha açalım: Var sayalım ki herkes İslam diyor; acaba bu söz konusu İslam (“İslam Dünyası”nın şu ya da bu yöresindeki farklı İslam yorumları; Şii, Bahai, Dürzi, Selefi, Vahhabi, Nusayri, vs. vs. bir kenara); Türkiye’de İslam adına konuşan; Fethullah Gülen’in yorumu mu Hayrettin Karaman’ın yorumu mu Mustafa İslamoğlu’nun yorumu mu Adnan Oktar’ın yorumu mu İskender Evrenosoğlu’nun yorumu mu Ahmet Hulusi’nin yorumu mu Nurcuların yorumu mu Milli Görüşçülerin yorumu mu ya da ne bileyim Cübbeli Ahmet Hoca’nın yorumu mu olacaktır? Hepsi İslam adına konuşuyorken ve İslam’ı ölçü aldıklarını söylüyorken; her kesimin anlayışı da farklı farklı olduğunu göre; nasıl bir ölçü kullanmalıyız ki içlerinden birini diğerlerine tercih edelim?
3) “Siyaset, kamu kaynaklarının dağıtım vasıtası” sanılmamalıdır. Böyle zannedilirse ne olur? Şu olur: Mahareti sınırlı kamu kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmekten ibaret olan siyasetçiler; muayyen bir süre için onları yandaşlarına peşkeş çekerek, yegâne yetenekleri (nitelik değil), kendilerine statü bahşeden iktidara itaat etmekten ibaret yandaşlar sayesinde bekalarını temine uğraşır, ülkelerini ve nominal devletlerini onlarla idare etmeye çalışırlarsa akıbetleri, rasyonel ve tecrübi bilgileriyle üreten ve ürettikleriyle dünyada egemen olan gerçek devletler ve gerçek iktidarlarla karşılaştıklarında yalnızca onlara itaat, tabiiyet ve pazar olmak olacaktır… Anlayamayanlar için biraz daha açalım: Ekonominiz yalnızca kamu güdümündeki tarıma, inşaat sektörüne ve hizmet alım satımına dayanıyorsa sanayiniz de yoksa sanayi temelli, özellikle de silah sanayiini elinde tutan ve onunla dünyada egemen olan gerçek devletler ve gerçek iktidarlarla karşılaştığınızda onlara sadece esir ve sadece köle olursunuz…
Bu üç anlayışın aksine, yine tarihi tecrübeyle sabittir ki dünyanın gerçek devletlerinde siyaset; yalnızca rasyonel zeminde temellendirilen ve tatbik edilen siyasettir. Rasyonel siyaset bilgiye ve güce dayanır. Rasyonel bilgi; akıl zemininde ve tecrübe zemininde doğrulanabilen bilgidir… Rasyonel güç, egemen olmayı sağlayabilen güçtür… Rasyonel siyaset; kendi insanının hukukunu muhafaza için var olan, ahlak ve hukuk zemininde yürütülen, kendi halkına dayanan, kendi bilgisini üreten, kendi ürettiğini tüketen, kendi silahıyla korunan, kendi kendisini belirleyen gerçek devletin siyasetidir…
Türkiye’nin Suriye sorununa tekrar dönersek: Ziya Paşa ne de güzel söylemiş; Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizamat / Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde… Siz, kendi ülkenizde dahi nizamı, intizamı, sulhu, salahı sağlayamamışken Suriye de mi (az kalsın dünya diyecektim) sağlayacaksınız? ABD ya da Rusya gibi her türlü silahınız ve mühimmatınız mı var ki onlar gibi üst perdeden konuşuyorsunuz? ABD’den, AB’den ya da Rusya’dan yalvar-yakar silah satın alıp, onların silahıyla, onlara mı galip geleceksiniz? Askerlerinizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesinden hiç mi ders çıkarmadınız? Neyinize istinaden Türk dünyasının ya da İslam dünyasının lideri edaları takınıyorsunuz? Türkiye’yi Osmanlı, Türkiye’yi yönetenleri de Osmanlıyı yöneten Kanuni Sultan Süleyman mı zannediyorsunuz? Osmanlının nizamı, intizamı, ahlakı, hukuku, ekonomisi, askeriyesi sizde de var da biz mi bilmiyoruz? Borç-harç temin edip, Batılılar gibi tüketmeye, Batılılar gibi lüks yaşamaya heveslenen ve kamunun sınırlı imkânlarını harcayarak bir avuç insan için bunu beceren sizler; Batılılar gibi ürettiğinizi mi sanıyorsunuz ki kendi ülkenizde milyonlarca aç insan varken, çözemeyeceğiniz sorunların, kaldıramayacağınız yüklerin altına girip ilave milyonlarca insanın Türkiye’ye göç etmesine yol açıyorsunuz? Yöneticiliği çobanlık, vatandaşlığı koyunluk sanan; kamu kaynaklarının gayrimeşru dağıtımını siyaset zanneden; daha ötesi sözleriyle amelleri arasındaki çelişkileri de ahlak hem de İslam ahlakı olarak sunan zihniyetten imtina etmedikçe; bırakın Suriye’de şurada, burada işlere müdahaleyi; Türkiye’de bile işleri yoluna koyamazsınız…